her dağ
bir gün açıklar
sürgün bir deniz olduğunu
cam sıkılınca kendinden
kum dilinde konuşur
..........
Erdal Alova
Kayıt Tarihi : 12.6.2011 00:15:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
su ile kalemin …hava ile toprağın…yaşam ile uykunun…gece ile güneşin…şair ile ruhun …gizli sımsıkı saklı kalması gereken bazı gizli anlaşmaları olduğunu ne vakit öğrendik…
…geleceğin dünden önce yaptığı bir resim hangi şairin kasasında kilitlidir… yoksa yarın geç mi kalmış olacağız bütün şair ölümlerine…
evet veya hayır …ne ile bağ kurarsınız (bilmiyorum?) …her soruya cevap olması da zaten gerekli ve mühim değil mi diyorsunuz…sadece şiirin ve ırmağın sır aynalarına bakamayacak kadar şairlikten uzak mıyız…yoksa yoksa…şiir bu kadar dar daracık ve bin misli darlık mıdır…
Yo…elbette değil…peki bu sebeple şiirin yakasına yapışmaktan gayrı…sınıra koşan bütün ölümlülere ait hoşnutluk mudur şiir…
hücrelerine kadar emilmiş…kopyalanmış…anıtlara kafası kesilerek oturtulmuş gurur abideleri midir hürriyet…veya veya…hınca hınç katliamlara baş eğen emir demir ilişkisi midir…sevgilerimle LaraAçanba…21.06.2011
Mekandan tanıdık biri olduğu belli; yüzde elliden biri ben değilsem,kesin sizsiniz :))
İlhan Bey ikidir şiir hakkında genel ahkamlar kesiyor:
1. Tanım cümleleri nesnel olmalıymış.Öznel değerlendirmeler tanım cümlesi sayılmazmış,tanımsal tümcelerle yazmak yanlışmış...v.s.
2.'Mutlu aşk yoktur.' minvalinde,iyi şiir için olmazsa olmaz koşulun şairin acı çekmesiymiş(!)
Birinci görüşünün yanlışlığını gerekçeleriyle daha önce açıkladım.
İkinci görüşüne hadi kısmen doğru diyelim; arabesk kültürü göz önüne alırsak az da olsa sayın İlhan Bey'e hak verebiliriz.
Fakat!
Şiirin bir yapma,mimari işi olduğunu göz önüne alırsak,eli yüzü düzgün şiirlerin irticalen söylenip hiç dokunulmamış olmasının kocaman bir yalan olduğunu anlarız; zira en azından bizim şiirimizde büyük ustaların aceleyle bir ıvgayı kaleme alıp daha sonra üzerinde uzun uzun çalıştıklarını biliyoruz.Örneğin Attila İlhan Usta, üniversite yıllarımızda yaptığımız bir ziyarette bize aynen şunları anlatmıştı:
'Gençler,
Şiir sandığınız gibi cuş-u huruşa gelip söz sallama sanatı değil,tam tersine teammüden,hesaplanarak,en ince sinüsü, kosinüsü saptanan bir mimaridir.Ben eğer meyhaneyle ilgili bir şiir yazacaksam, sabahtan meyhaneye gider,gördüğüm her nesneye dokunur,garsonlardan onların adını not alır,demlenenlerin bütün insani hallerini gözlerim.Meyhane jargonuna ait ne varsa öğrenir,ceplerime avuç avuç sözcük doldurur, eve koşarım.Evde, o sözcükleri,aynen ilkokul fişleri gibi kağıtlara yazar; önüme dizerim.Bir inşaaat ustası nasıl çıkarsa duvarı,aynen öyle çıkarım evin dört bir yanını,kolonunu,kirişini...Sonra en güzel çatıyla kapatırım onu.Ardından aylarca dinlendirir, içime sinerse yayımlarım.Benim şiir maceram budur.'
demişti de onlarca şiir sevdalısı arkadaşın ağzı bir karış açık kalmıştı.'Koskoca Attila İlhan da doğaçlama şiir söyleyemiyorsa kim söyleyecek? 'diye hayıflanmıştım.
Bugün anlıyorum ki gerek Yahya Kemal'in bir sözcük için kırk yıl bekleme sabrını göstermesi,gerekse Attila İlhan Ustanın şiir yapma macerası son derece mantıklı davranışlardır.Zira sonsuza kalabilen,klasik dediğimiz eserler en az on kere yazılıp yeniden düzenlenmiştir.(En azından Dostoyevski Suç ve Ceza'yı böyle yazmış.)
Hasılı sayın İlhan İlhan Beyin buyurdukları:'Acı var mı acı? ' edebiyatı geçerliliğini çoktan yitirmiş bir şehir efsanesidir.Abdülhak Hamit Tarhan'ın
ünlü şiiri 'Makber'in,şairin eşi Fatıma Hanım henüz sağken ve sağlıklıyken keyif çatılarak yazılmaya başlanmasındaki ironi 'sözün gerçekleşme gücü'nü göstermesi bakımından da dikkate değerdir.
Murathan Mungan'la,Arkadaş Zekai Özger şiirleri lezzetinde şiirler yazar ..
sessizliğin sesleridir onlar...
belki de üçü de şiirin caz (jazz) sanatçısıdır..
fakat okuyucu onların şiirlerini bazen klasik bir müzik,bazen türkü,bazen sanat müziği dinler gibi dinler..
bu da Türk şiir insanın kulağının Caz'a da en az diğer müzik türlerine olduğu kadar yatkın olduğunu gösterir..
Sahi ne güzel şiirler yazmış Erdal Alova; bakar mısınız şu güzelliğe:
YANILGI
yetişmez gülüşlerin sarılışı
ne de anlayışın
adımlardan bir çizgi olduğu yaşamın
yetişmez anlatmaya sesinin kırılışını
gözlerinin parçalanışını
alışmadıkları bir soğuktan.
gün bir ağartıyla karşılar pencerenden
seyreder gövdeni alaycı serinliğiyle
der: ‘her şey yeniden başlayacak, yeniden
sen dokunuşlarını getir doğmamış aşkların
ben yayayım çıplaklığımda geçmiş zamanı.’
ve gürültüsü sarar çevreni seslerin, gölgelerin
alırlar seni uzayan bir yorgunluğa
bırakırlar büyüyen ayçasına gecelerin.
sanırsın kimse görmedi ayla başbaşa kalırken
bilmediler ince bir camdan yapıldığını
gülüşlerin..
çünkü kimseler geçemedi dişlerinden öteye
dediler: ‘bu gökyüzü bize yeter! ’
ama ben, kargınmış çocuğu düşlerin,
sanrıların
geometri bozguncusu, büyücüsü kokuların
dinlerim taşların altında yatan yüreğimle
gövdenin kıvrımlarını, titreşen sokakları
giyerim lacivert geceden gömleğimi
derim: ‘ey kent, gel dans edelim seninle! ’
paylaşırım seni akışan bir çığıltıda
sanırsın kimse görmedi
gözyaşın bıçaklanırken
paylaşırım, en güzel sesleri vermek için sana.
ERDAL ALOVA..
TÜM YORUMLAR (64)