TERÖRİZMİN İMPARATORU AMERİKA.
İlköğretim ve lise yıllarında bizlere keşif adı altında aktarılan bilgilerin ne kadar gerçekten uzak olduğunu düşünmeye başladım.
Avrupa:Boğazından geçen her lokma ekmekte muhakkak sömürgelerindeki masumların kanı vardır.
Kaşif diye yutturulan Kristof Kolomb'un 1492 yılında İtalya’dan hareketi ile Sömürgeciliğe ilk adım atılmıştır.
Amerikan sinema sanayii yıllarca Kızılderilileri vahşi,beyaz adamı medeni diye takdim ederek,
Amerikanın yerlilerine SOYKIRIM uygulamıştır.
tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
Devamını Oku
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
Yazdıklarınızın altına imzamı atıyorum............
Bu sinsi kalleş ve zalim zihniyeti ( aklı ermeyenler adınada ) esefle kınıyorum.
Teşekkürler Dostum...........saygılar
Dünyayı kana gözyaşına bulayan bir milletten nasıl medeni diye söz edilebilir anlamıyorum. Kendinden başka hiç bir canlıya saygı duymayan tabiatın bile dengesini bozan amerikayı şiddetle kınıyorum. Teknolojide ileri olmaları medeni oldukları anlamını taşımıyor. Toplum olarak bu korkunç vahşetin önüne geçecek hiç bir tepki geliştirmiyorlar. Hala bu ülkede Buuş destek buluyorsa genetik olarak yer yüzünde bulunan en
vahşi yaratıklar güruhuna mensup bir millet bunlar.
Allah küremizi bu yaratıklardan kurtarsın demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
Saygı duyarak okudugum kıymetli kaleminiz hiç susmasın kıymetli Şair...
Selamlar sevgiler
Ümran Tokmak
Eli Kanlı Kâşifler(1)
Keşke Amerika Kıtası keşfedilmeseydi. Keşfedilmeseydi de, o güzelim yerliler özgürce yaşayabilseydi. Tıptan astronomiye, matematikten inşaata kadar Avrupalı medeni vahşilerden daha ilerde olan, 2000 yıl önce başarılı beyin ameliyatları gerçekleştiren Mayalar, Aztekler, Toltekler, İnkalar ve Kızılderililer medeni vahşeti yaşamamış olsalardı. Avrupalı medeni yamyamlara 3000 çeşit patatesi, çeşitli mısırları, kauçuğu, kakaoyu ve daha nice değerleri kazandırarak güçlenmelerine ve güçlendikçe mazlum milletlerin daha fazla gırtlaklarını sıkmalarına vesile olmamış olsalardı. Elde ettikleri yeni tarım ve maden alanları için yüz milyonlarca zavallı zencinin katledilmelerine vesile olmasaydı. Evet, keşke Amerika Kıtası keşfedilmeseydi. Keşfedilmeseydi de dünyanın kanını emen A.B.D. olmasaydı. Vietnam’da napalmlar patlamasaydı. Hiroşima’lar ve Nagazaki’ler yaşanmasaydı. Keşke Amerika kıtası keşfedilmeseydi. Keşke,keşke…
Aç it fırın yıkar misali Avrupalı da aç kaldıkça çevresine saldırır. 11. asırda açlık ve yoksulluktan bunalınca İslam alemine kutsal kılıflı Haçlı Seferleri’yle saldırmış, iki asır boyunca ağzının payını alınca geri çekilmişti. Avrupa 14. asırda aynı nedenler ve aynı kılıfla bu seferde keşiflere girişti. Avrupa’da altın yatakları, 14. asıra gelindiğinde tükenmişti. Oysa Afrika’da Sudan’da sayısız altın madeni yataklarının olduğu biliniyordu. Bu kıtaya yaptıkları keşif gezilerinde Portekizliler, 1445’te Senegal Irmağı’nın ağzına kadar ulaşmış, böylece Tombuktu yolu açılmıştı. Öte yandan Avrupa dışından gelen baharat ise Avrupa için zaruri ihtiyaçlardandı, çünkü av etleri ancak baharatlarla korunabiliyordu. Baharat üretilen başlıca ülkeler ise Uzakdoğudaydı. Ne var ki, Çin’e ulaşan baharat yolu Akka Limanı’nın 1291’de Müslümanlar tarafından alınmasıyla Batıya kapanmıştı. Bu nedenle Avrupalılar, Hindistan ve Çin’e ulaşmanın yolunu Afrika’nın güneyinden dolaşarak (Bu yolu Portekizliler denemişti) Ya da Atlas Okyanusu’nu aşarak bulmaya çalıştılar.(Bu yolu da önce İspanyollar, sonra Fransızlar denedi) (1)
Batılı adamın “Keşfetmek” gibi bir merakı vardır. Yeni topraklar, yeni ülkeler, yeni halklar(Özellikle zengin olanları) cezbeder Batılıyı, çağırır adeta. Ancak Batılı, yalnız keşfetmekle kalmaz. Keşfettiği zaman mutlaka öldürür, yıkar, katleder, sömürür. Batılı adamın keşif diye çıktığı her yolculuk, tarihin şahit olduğu en büyük katliamlarla, yıkımlarla, sömürgecilikle sonuçlanmıştır. Kristof Kolomb, Macellan, Vasko Dö Gama bu tür keşiflerin en çok bilinen kahramanlarıdır.(2)
Batılının keşiflerinde ellerindeki haritalar, yön tayiniyle ilgili aletler kısacası tüm dökümanlar Endülüs Medeniyeti’nden ellerine geçen Müslümanların eserleridir. Örneğin, Vasko Dö Gama Afrika kıyılarında Melinde’ye ulaşacağı zaman Hindistan yolu hakkındaki bilgileri Müslüman bir kılavuzdan alacaktı. Denizciliğin, himayecisi Portekiz Kralı Henri zamanında Portekiz denizciliğinin temelini teşkil eden kitap, Hint Okyanusu’nda, Kızıl Deniz’de, Basra Körfezi’nde ve Çin Denizi’nde dolaşmış ve bu seyri seferi yazmış olan Ahmed İbni Macid adındaki Müslümanın bu incelemesidir.(3) İbni Macid sadece (Denizcilik Prensipleri Ve Kuralları Kitabı) adlı eserin yazarı değil, aynı zamanda kendisine (Fırtınalar Arslanı) lakabı verilen bir gemi kılavuzudur. 1498 yılında, Vasko Dö Gama’nın Portekiz Filosu’nu, Afrika kıyısındaki Melinde’den Kalküta’ya götürmüştür. Vasko Dö Gama onu “Büyük Bir Hazine” olarak görüyordu.(4)
10. Yüzyılla birlikte Müslüman denizciler okyanusu ve diğer kıyıları keşfe başlarlar. Yaklaşık 2,5 yüzyıl sonra İspanyalı Müslüman gemici İbn Fatıma Afrika’nın Atlantik kıyısı boyunca dolaşır ve Afrika’nın iç kısımlarına dair gözlemlerini yazar. Müslümanların Atlantik Okyanusu’ndaki serüvenlerine dair bu hikayeler kuşku bırakmayacak şekilde Afrika’nın batı kıyılarının Müslüman gemiciler tarafından bilindiğini ortaya koyar ve muhtemelen bu yolla Afrika’nın güney ve doğu kıyılarına gittiklerine ve Vasko Dö Gama’dan önce Hint Okyanusu’na giden deniz yolunu biliyor olmaları ihtimaline işaret eder. Arap ve Portekiz kaynaklarına göre Vasko Dö Gama’ya Hint yolunu Araplar gösterirler ve kendisine Akdenizli gemicilerin bildiği deniz yolunu gösterir bir deniz haritası sağlarlar. Böylece, Müslümanlardaki yeni yerleri yeni denizleri keşif ruhu sonuçta Portekizlilerin Hint/Pakistan topraklarını ve Amerika Kıtası’nı keşfetmelerini mümkün kılar.(5)
Avrupalı medeni vahşi ve kâşif kılıklı eli kanlı katil Vasko Dö Gama. Hani bizlere okullarda büyük adam olarak takdim edilen Vasko Dö Gama. Eğitim sistemimizin emsalleri gibi kutsadığı kansever katilin yaptıklarından bir kesit:
Vasko Dö Gama Kalküta Limanı’na geldiğinde, Kalküta Kralı Zamorin’in iki gün üst üste yüklü paralar göndermesine rağmen şehri topa tutar. Limandaki gemileri batırırlar, şehir baştan sonra yakılıp yıkılır, sivil halktan yüzlerce kişi hayatından edilir. Vasko Dö Gama ve gözü dönmüş adamları adam öldürmeye ve yağmaya başlarlar. Bu sırada olaylardan habersiz 26 yük gemisinin limana doğru geldiğini öğrenirler. Ticari gemilere saldırılır. Ele geçirilen 800 tayfa Vasko Dö Gama’nın talimatıyla limanda katledilir. Zavallı 800 tayfayı keserek öldürmekle kalmazlar. Hepsinin elleri ve kulakları kesilir, cesetleri parçalanarak bir gemiye yüklenir ve bir mektupla birlikte, Portekizlilerin hediyesi olarak Kalküta Kralı’na gönderilirler. Kalkütalıların en büyük suçları krallarının Müslüman tacirleri himaye etmesidir.(6)
Hala Osmanlıdaki İngiliz ajanı mıydı? Ya da 2. Abdülhamid’in kullandığı bir adam mıydı? Tartışması yapılan Macar asıllı Yahudi Vambery sömürgecilik için şu sıralamayı yapar:
Önce kâşifler, sonra Misyonerler, daha sonra tüccarlar ve nihayet bayrak! (7)
Tarih, Macellan’ın seyahatlerini, bilime ve insanlığa hizmet için kendini adayan bir insanın efsanevi kahramanlığı gibi anlatır. Macellan’ın asıl maksadı ve kişiliği hakkında fazla bir bilgi verilmez. Portekiz asıllı Macellan bazen İspanya gemileri, bazen de Portekiz gemileriyle, bir çok kez Müslümanlara karşı girişilen saldırılara katılmış ve Kuzey Afrika sahillerinde Müslümanlara karşı girişilen baskın ve saldırılarda katliamlara girişmiştir. Hint Okyanusu’nda Müslümanlarla savaşmış, Fas’a saldırdığı sırada da kendisini topal bırakan yarayı almıştır. Macellan gittiği yerlere coğrafi keşiften çok Müslümanlarla savaşmak ve Müslüman katliamı için gitmiştir.(8)
Macellan 1521 yılının Mart’ında Filipinler’e gelir. Asıl amacı, bilimsel keşiften ziyade Portekiz sömürgelerinin sınırlarını genişletmek, hazineler bulmak ve dinini yaymaktır. Vambery’in dediği gibi, kâşifin arkasından Misyonerler, askerler ve hazine avcıları sökün eder.
Macellan Filipin Adaları’na ulaştığında, burada iki Müslüman krallık vardı. Gemisinden iner inmez yaptığı ilk iş her zamanki gibi yerli halkı kılıçtan geçirmek oldu. Eğer Macellan Filipinler’e elli yıl sonra gelmiş olsaydı, tüm Filipinler’de İslam hakim olacak ve sömürgecilik Asya’da bu kadar yayılmayacaktı. Asıl yıkım Macellan’dan sonra başlar. 1565’te 2. ticaret grubu gelir. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında kanlı savaşlar başlar. Bir süre sonra ada tamamen Hıristiyanlaştırılmış bir sömürge ülkesi haline gelir.(9)
Sonuç olarak, Macellen’ın kıyım ve yağma ile işgal ettiği topraklar kendisinin de sonu oldu. Filipin Adalarının Müslüman halkı, Macellen ve beraberindeki vahşi sürünün katliamlarıyla tamamen yok oldu.
Balbao, Hernando Cortez, Henry Hudson, James Kook, David Livingstone, Robert Peray, Roald Amudsen ve daha niceleri, hep aynı niyetlerle keşfe çıkan Batılı adamlar oldular. Yolculuğun temel felsefesi de hiç değişmedi: Keşfetmek, hakim olmak ve sömürmek.
Bizlere eşiz kahramanlar olarak yutturulanların en başında gelen isim, Kıristof Kolomb! Amerikalı yerliler katliamperver Kolomb, Amerika Kıtası’na ayak basmazdan evvel yani Katliamların başlamasından önce, altın çağını yaşayan uygarlıklara sahiptiler. Meksika’nın yüksek yaylalarında Toltek ve Aztek, Yucatan Yarımadası’nda Maya Antiller’de Karaib, şimdi Kolombiya olarak anılan topraklarda Chibcha, Peru ve Bolivya adlarında İnka uygarlıkları kurulmuştu. Bu uygarlıkların bir kısmı yoğun nüfuslu, halkı toprağa bağlı ve tarımsal kentlere sahip uygarlıklar, siyasal örgütlülük bakımından devlet, hatta bir kısmı imparatorluk aşamasına kadar evrimleşmişti.
Amerika Fatihi(!) Kristof Kolomb ve beraberinde götürdüğü katil, hırsız, çapulcu ve dolandırıcılardan oluşan maceracıların, Tanrı’nın adını yaymak ve bilinmeyen toprakları İspanya Krallığı adına kutsamak için çıktıkları kıtada yaptıkları ilk eylem, kılıçlarını kınından çekmek olmuştu. Kolomb’un, yeni toprakları keşif için çıktığı yolculuk, daha çok Haçlı Seferleri’ni andırıyordu.(10)
Yerliler Kolomb ve beraberinde getirdiği Avrupalı serserileri dostça karşılamıştı. Kolomb’dan sonra gelen kâşif kılıklı eli kanlı katiller de her seferinde dostça karşılandılar fakat her seferinde yerlilerin uzattığı dostluk elini kökünden kestiler. Kahraman katilimiz Kolomb yerliler tarafından ilk karşılanışını şöyle anlatıyor:
“Soylu efendilerim, Kral ve Karliçe’nin bana verdikleri donanmayla 33 günde Hint Adaları’na vardım(Kolomb Amerika Kıtası’na ayak bastığında Hindistan’a geldiğini sanıyordu) . Orada bulduğum bir çok adayı prens ve prenseslerim adına ele geçirdim ve kraliyet bayrağı altında savaşırken hiçbir direnmeyle karşılaşmadım.”(11)
Kolomb kraliyet bayrağı altında savaşırken kâşif kılıklı eli kanlı katillerin yaptıklarını Fransız Sosyolog Prof. Dr. Roger Garaudy şöyle anlatıyor:
“İspanya 15. yüzyılın sonuna kadar kendi Haçlı Seferi’ni sürdürüyordu. 1492, Gırnata(Granada) ’nın düştüğü ve İspanya’da son Arap krallığının yıkıldığı yıldır. Bu, aynı zamanda, Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak bastığı yıldır. Amerika’nın keşfi, daha o zamanda, Haçlı Seferi’nin sürdürülmesi olarak görülüyordu. Sadece sınır değiştirmişti. Bundan böyle sınır Karayibler’den geçiyordu. 718 yılında İspanya’da başlamış olan o savaş, Ant Dağları’nda Dizarre, Meksika’da Cortes gibi fatihler(!) İnka ve Aztek İmparatorluklarını yerle bir edinceye kadar hiçbir an durmadan sürüp gitti. Nihayet, bir yok etme savaşı niteliğinde olmuş olan ve bin yıl süren bir savaştan sonra, 1620 yılında silahları bıraktılar; Gırnata’nın Elhamra’sından Machupicchu harebelerine kadar yer yer görülen birkaç kalıntı, onların göz kamaştırıcı güzelliğine hala tanıklık etmektedir.”
“1492’den 1551 yılına kadar, İnka ve Aztek İmparatorluklarının yıkılmasından sonra, bütün bir uygarlık İspanyollar tarafından yok ediliyor. Kızılderili ölüp gidiyor veya istilacıların mülkiyetine geçmek üzere kendilerinden gasb edilmiş olan topraklarda mecburi çalışmaya zorlanıyor. Devleti ayakta tutan bütün yapılar yok ediliyor, büyük bir bilgi ve ustalıkla yapılmış sulama sistemleri, çok büyük ve gelişmiş şehirler v.b. Sömürgelerle ilgili bütün yetkiler 1542’den itibaren Amerika İşleri Konseyi’nin eline geçer. Bu konsey, ticari teşebbüsler, savaş gibi, konularda veya Piskoposlukların ve Misyoner teşkilatlarının kurulmasında kararlar vermek suretiyle, hem Amerika Kıtası’nı hem de Kilise’yi İspanya’dan idare eder. İspanya Kralı’nın Misyonerleri görevlendirmesini kabul etmeyen tek tarikat oldukları için, 1767’de Cizvitler(konseyden) kovulacaklardır.”
“25 yıl önce Papalığın Fransa Devrimi’ni lanetlediği gibi 1816’da yayınlanan bir Papalık genelgesi de Amerika yerlilerinin bağımsızlık uğruna ayaklanmalarını lanetliyor.”(12)
Diğer yazılarımda belirttiğim gibi, Hıristiyan dini, Kilise ve ruhban üçlüsü her türlü sömürü veya katliamlara ya seyirci kalmış ya da destek olmuştur. Zaten İncil’in değiştirilmesinde en önemli faktör zulüm ve sömürünün kutsanmasının istenmesi olmuştur.
Kristof Kolomb’u yola çıkaran bir tek şey vardır, o da altındır. Kolomb Tevrat kültürüyle büyümüş bir Yahudidir. Tevrat’ta tam 428 kez altın kelimesi geçmektedir. Kolomb bu büyülü kelimeyi günlüğünde ilk iki haftada 75 kez zikretmiştir. Yerlilerden Tainolar’ın burunlarında ve kulaklarında birkaç takıdan başka bir şey görmeyince hayal kırıklığına uğramıştı. Veragva olarak adlandırdığı bölgede ise çok daha fazlasını buldu. Gerçekten de bugünkü Panama ve Kosta Rika’nın yerlileri göz kamaştırıcı altın takılarla süsleniyorlardı. Ne yazık ki bu sanat eserlerinin çoğu kraliyet hazinesi için eritilmiştir.(13)
Barbarlar kıtaya yayıldıklarında, işgalcilerin saldırılarından korkan bir yerli, mensubu olduğu kabilenin reisine: (Bizi Tanrı’larına inandırmaya çalışıyorlar) dediğinde, kabile reisi oradan bir avuç altın avuçlayarak halkına göstermiş ve; (Onların Tanrı’ları budur, onlar buna taparlar) demişti.(14)
Baş katil Kolomb Amerika Kıtası’nda ilk ayak bastığı bölgeye güzel de bir isim bulmuştu, San Salvador yani (Kurtarıcı Aziz) günümüzde ise Kolomb’a verilebilecek un uygun isim San Terminatör yani (Yokedici Aziz) olsa gerekir.
Yerliler ve çapulcu Avrupalılar, birbirinden hiç haberi olmamış bu iki insan grubunun karşılaşması Bahamalar’ın bir muhteşem mercan kumsalında gerçekleşti. Kristof Kolomb Kıyı Günlüğü’ne ilk izlenimlerini no etti. Bu izlenimler şaşkınlığını ve hayretini yansıtır. Fakat Kolomb, Hıristiyanlaştırma ve sömürgeleştirme niyetini aklından çıkarmıyordu. (Kendimi onların dostluğunu kazanmak için zorladım, zira bu insanların güç kullanarak değil de, sevgiyle bizim kutsal dinimize geçeceklerini sezmiştim. Aralarında birkaçına değersiz eşyalarla, kırmızı şapkalar ve boyunlarına taktıkları camdan kolyeler verdim. Bu onların çok hoşuna gitti ve bize öyle benzediler ki, harikaydı. Daha sonra içinde bulunduğumuz sandalların yanına yüzerek gelip, papağanlar, yumaklar halinde pamuk ipliği, mızraklar ve bizim onlara verdiğimiz başka şeyler karşılığında, cam inciler, çıngıraklar gibi başka şeyler getiriyorlardı. İyi huylu ve iyi hizmetçi olmak zorundaydılar. Söylenenleri çabucak tekrarladıklarını fark ettim ve onların kolayca Hıristiyan yapılabileceklerine inandım, zira bana onların hiçbir dini yokmuş gibi geldi.)
Kolomb Kıyı Günlüğü’nde bunları yazıyor ve bir yerde de yerlileri şöyle değerlendiriyordu:
“Bu insanların dinleri yok, puta da tapmıyorlar, fakat çok uysallar ve kötülüğün ne anlama geldiğini bilmiyorlar… Onlar saflar. Gökte bir Tanrı olduğuna ve bizim oradan geldiğimize inanıyorlar.”
Kristof Kolomb’un (1493-1496) 2. seyahatinden itibaren, sefere katılan ve askerlerden, zanaatçılardan ve köylülerden oluşan bir topluluk Hispaniola yani “İspanyol Adası”nı (bugünkü Haiti) uygarlaştırmakla görevlendirildi. Bunlar adada, İspanya’dakine benzeyen ve İspanyol adları verdikleri şehirler kurdular… Açlığa, salgın hastalıklara ve kötü muamelelere maruz kalan yerliler kısa süre içinde Hispaniola’da hemen hemen tümüyle yok olup gittiler. Yeni işçiler bulmak isteyen sömürgeciler, Antiller’deki diğer adalarda da talan ve yağmaya giriştiler.(15)
Kolomb’un hayatını kaleme alan Samuel Ellot Morison, 1492’de bir yeryüzü cenneti olan Hispaniola Adası’nın bütün insanlarının yok edilmesi siyasetinin Kolomb tarafından başlatıldığını yazar. Çağdaş bir etnologa göre, 1492’de 300 bin olması gereken ada nüfusunun üçte biri, 1494-1496 yılları arasında öldürülmüştür. 1548’de ise Oviedo (İspanyolların resmi tarih yazarı) adada yaşayan Kızılderililerin sayısının 500’ü bulduğundan kuşkulu olduğunu söyler.(16)
Kristof Kolomb Haiti’den ayrılırken arkadaşlarını Navidod Kalesi’nde bırakmıştı. İkinci seyahatinde kaleyi yakılmış ve adamlarını öldürülmüş olarak buldu. Suçlu belliydi: Adanın en güçlü şefi ve İspanyolların amansız düşmanı Caonabo (Caribe Kabilesi’nin şefi) . Onu yalnızca hile ve tuzakla yakalayabilirlerdi. 1495’te Alonso Dö Öjeda Caonabo’yu atına bindirdi, sonra parlak metalden yapılmış bilezikleri onun bileklerine geçirdi; bunların ne olduğunu bilmeyen yerliler, bu parlak halkaları mücevher olarak düşünüyordu. Aslında bu takı bir çift kelepçeden başka bir şey değildi. Baş eğmez Caonabo bir anda kendini tutsak olarak buldu. 1504’de dul karısı, güzel Anacaona İspanyollara karşı gizli bir komploya katılmakla suçlandı ve asıldı.
İspanyollar bir başka yerli kabilesi şefi olan Hatuey’i öldürmeye hazırlanırken, din adamlarından biri cennet vaad ederek Şef Hatuey’e Hıristiyanlığı benimsetmeye çalıştı. Ama yerlilerin şefi “Sömürgecilerin de oraya gitmesi durumunda cehennemi tercih edeceğini” söyledi.
Avrupalı medeni yamyamlar inci elde etmek için yerlileri kullanıyorlardı. Yerli esirleri, dibe kadar inmeleri için omuzlarına taşlar bağladıktan sonra denize atıyorlardı. Yerlilerde en iri incilerin bulunduğu bu derin sularda, yoruluncaya, bitip tükeninceye kadar, güneşin doğuşundan batışına dek, kayalara yapışmış istiridyeleri söküp koparmak için dalıyorlardı. Esirlerin hiç biri uzun süre dayanamıyordu. Yerlilerin ciğerleri patlıyordu.(17)
Uygar Avrupa’nın diğer üyeleri de katliam ve sömürüde kısa aralıklarla İspanya’yı izlediler. 1503’ten başlayarak Portekiz vahşileri Brezilya topraklarına aktılar. Bundan 30 yıl sonra, 1553’te Fransız vahşileri Kanada kıyılarını işgal ettiler. Aynı yıllarda barbar İngilizler de, bugünkü ABD topraklarının bulunduğu bölgeye çıkartma yaptılar. Hollandalılar Manhattan Adası’na geldiklerinde, Peter Miniut burayı, 60 Gulden tutarında olta ve incik boncuk karşılığında satın aldı ama aynı zamanda Kızılderilileri orada kalmaya ve değerli hayvan postlarını böyle değersiz süs eşyalarıyla değiş tokuşa devam etmeye teşvik etti. 1641’de Willem Kieft, Mohikanlar’ı haraca bağladı ve Ratiranlar’ı, aslında beyaz yerleşmecilerin işlediği suçlardan ötürü cezalandırmak için Staten Adası’na asker gönderdi. Ratiranlar bu tutuklamalara karşı direndiler. Askerler Ratiranlar’ın dördünü öldürdü. Kızılderililer dört Hollandalı’yı öldürerek misillemede bulununca, Kieft iki köyün herkes uykudayken kıyımdan geçirilmesini buyurdu. Hollandalı askerler kadınları, erkekleri ve çocukları süngülediler, gövdelerini paramparça ettiler, sonra da köyleri ateşe verdiler.
Amerika’nın yerli halkı, beyaz insanların bir avuç altın yüzünden niçin birbirlerinin gırtlağına saldırdıklarına akıl erdiremiyorlardı. Onlara araba tekerleği büyüklüğünde altın halkalar, altın süs eşyaları, altından yapılmış insan ve hayvan heykelcikleri hediye ederek, geldikleri yerlere dönmeleri için boşuna rica etmişlerdi. Kısa bir süre sonra, yerli halkın, beyaz insanların çiftliklerinde ırgat olarak çalışanlar hariç hepsi yok olmuştu.(18)
Francisco Pizarro, asil olmayan ve okuma yazma bilmeyen birisi. Amerika’ya 1502’de geldi. Panama’ya yerleşmeden önce bir çok keşif gezisinde yer aldı. Güneyin zenginlikleriyle ilgili söylentiler onun için çok çekiciydi. İnka İmparatorluğu’nun kalbine girmek için üç sefer yapması gerekti. 200 adamıyla Cajamarca’ya vararak Atahualpa’yı ele geçirdi ve İnka’nın fidyesi sayesinde o güne kadar hiç duyulmamış İspanyol şefler arasında ölümcül bölünmelere neden oldu. Almagro zarara uğradığını düşünerek ayaklandı ve yenilgiye uğrayarak 1538’de öldürüldü. Taraftarları 3 yıl sonra Pizarro’yu Lima’daki sarayında öldürerek intikamını aldılar.
Kasım 1532. Peru’nun Kuzeyinde, Cajamarca’nın büyük meydanının güneşi altında İnka Atahualpa beyaz adamları karşılamak üzere ilerledi. Yerli tercüman Atahualpa’ya kendisiyle dost olunması gereken bir büyük senyör tarafından yollandığını bildirdi. İnka kendisinin de bir büyük senyör olduğunu söyledi. Elinde haçla İncil tutan bir din adamı onu Tanrı’ya inanmaya davet etti. Beyazların Tanrı’sının sesini duymak için İnka İncil’i kulağına götürdü ve “Bu kitap konuşmuyor” diyerek İncil’i yere bıraktı.
İspanyollar silahsız yerlileri kılıçtan geçirerek ve Atahualpa’yı yakalayarak cevap verdiler. İnka, hayatına karşılık hapsedildiği yeri doldurabilecek büyük bir bedel ödemek zorunda kaldı. 5000 kilo altın ve 12000 kilo gümüş kuyumcular tarafından eritilerek, paylaşılması kolay külçeler haline getirildi. Fakat Pizarro sözünü tutmadı ve Atahualpa’yı öldürdü. Başkent Cuzco ele geçirildi ve yağmalandı. 1535’te Peru yeni bir başkente, Lima’ya ve yeni bir İnka’ya kavuştu. Ancak İspanyolların başa getirdiği 2. Hanco Copac kısa süre sonra isyan sinyalleri vermeye başladı.
Perulu kronik yazarı Poma ve Ayalan, Cajamarca’nın pusuya düşürülmesini ve bunu takip eden olayların hikayesini şöyle anlatıyor:
Süvariler Arkebüzlerini(beş dakikada bir mermi atabilen ufak top) çekerek saldırıya geçtiler ve yerlileri karıncalar gibi öldürmeye başladılar. Yerliler arkebüzlerden korkmuşlardı, here yerde korkunun ve silahların sesi vardı. Hiç kimsenin daha önce görmediği şekilde Cajamarca Meydanı yerli doluydu. Duvarlar yıkılmıştı. Bir çok yerli kalabalıkta ezilerek ve sıkışarak öldü, atlar yere yuvarlanıyordu, o kadar çok yerli ölmüştü ki, sayıları bile belli değildi. İspanyollardan da beş kişi kendi hataları sonucu öldü. Yerliler öylesine korkmuşlardı ki, hiç kimse İspanyolları öldürmeye cesaret edemiyordu. Francisco Pizarro ve Don Diego de Almagro İnka Atahualpa’yı tahtından indirdiler. Tahtını krallığını, tüm görkemini yitiren Atahualpa çok üzgündü. Bütün mallarını, Güneş Tapınağı’nı, tüm değerli eşyalarını ele geçirdiler. Hizmetkârlarını ve hatta resmi karısını bile elinden aldılar.
Sayısız ve insafsız katliamlara Kilise’nin tavrının ne olduğunu soranların alacağı cevap ilginçtir. Kristof Kolomb’un keşiflerinden hemen sonra, 1493 yılının Mayıs ayında Papa 6. Alexandra “İnter Coetera” adında kurşun mühürlü bir kararname yayınlamıştı. Bu kararname dünyayı İspanya ve Portekiz arasında paylaştırıyordu. Bu ise baştan beri Kilise, İncil ve Papalığın sömürünün aracı olduğu tezimizi destekleyen önemli bir unsurdur.
Fethettikleri topraklarda yaşayan Aztekler ve İnkalar Avrupalı Hernando Cortez ve Francisco Pizarro’nun cılız birliklerinden sayıca üstündüler, üstelik araziyi de tanıyorlardı; buna rağmen, direnmeleri işe yaramadı. Cortes’in gelişinin, taptıkları İntikam Tanrısı Quetzalcoatl’ın dönüşü olarak yorumlanması de direnişin çözülmesinde rol oynadı.(19)
Aztekler, inançlarına göre o sıralarda gelmesi beklenen tanrının yolunu gözlerken karşılarında Cortes’i bulunca, bekledikleri tanrı sandıkları Cortes’i büyük törenlerle karşıladılar. Kral Montezuma, Cortes’e ve askerlerine her türlü ikramda bulundu. Saraydaki tören sırasında Cortes, İmparator Montezuma’yı esir aldı. Cortes’in askerleri saraya ve şehre dağılarak büyük bir katliama giriştiler ve her şeyi yağmaladılar. Günlerce süren yağma sonunda Aztek Uygarlığı’na ait tüm değerler tahrip edilmiş, para edecek ne varsa, İmparatorluk hazinesi ve altından yapılma mabetlerdeki dini simgeler ve kıymetli taşlar, evlerdeki, şahıslardaki her türlü kıymetli taş ve mücevherat gasp edilerek gemilere yüklenmişti. Hernando Cortes, asrılar boyu süren bir uygarlığı, tüm halkı ve değerleri ile bir anda yerle bir etti.(20)
Fetihler sadece askeri ve kültürel değil, biyolojik bir şok da yarattı. Yerlilerin sayısı kıta genelinde azalıyordu. Büyük Antiller’de yaşayan Karayib halkının nüfusu, 1492’de en az 1,5 milyondu. 16. yüzyıl sonunda ise tüm ırklardan toplam 20 bin yerli kalmıştı. 1519 yılında 25 milyon olan Meksika yerlilerinin sayısı 1650 yılına gelindiğinde 2,5 milyona indi.(21)
BU YAZININ DEVAMI ELİ KANLI KÂŞİFLER(2) ’DEDİR
(1) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 1. Cilt
(2) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(3) Sosyalizm Ve İslam (Prof. Dr. Roger Garaudy)
(4) İslam’ın Va’dettikleri (Prof. Dr. Roger Garaudy)
(5) Endülüs Siyasi Tarihi (Prof. Dr. S. Muhammed İmamüddin)
(6) D.İ.U. Coğrafi Keşiflerin İçyüzü (Abdurrahman Dilipak)
(7) Saraydaki Casus (Prof. Dr. Mim Kemal Öke)
(8) D.İ.U. Coğrafi Keşiflerin İçyüzü (Abdurrahman Dilipak)
(9) D.İ.U. Coğrafi Keşiflerin İçyüzü (Abdurrahman Dilipak)
(10) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(11) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt
(12) Yaşayanlara Çağrı (Prof. Dr. Roger Garaudy)
(13) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt
(14) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(15) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt
(16) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(17) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt
(18) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(19) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt
(20) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(21) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 1. Cilt
Fikret Oğuztürk
Eli Kanlı Kâşifler(2)
ELİ KANLI KÂŞİFLER(1) BAŞLIKLI YAZININ DEVAMIDIR
Hıristiyanların Amerika’da yaptıkları katliamlara bütün açıklığıyla şahid olan Saint Dominiken Tarikatı’ndan Chiapas Piskoposu Den Fray Bartolome de Casas hatıralarında şahid olduğu vahşeti bütün açıklığıyla yazmış, ancak çok ürkünç olduğu için daha dehşetli olayları yazmaktan çekindiğini söylemiştir.
Bartolome de Las Casas, “Hint Adaları Halkının yok edilmesi” adlı eserinde, askerlerin spor olsun diye yerlileri bıçakladıklarını, Kızılderili çocuklarının başlarını kayalara çarptıklarını, çocukların köpeklere yedirildiğini yazar. Las Casas, Küba’da, üç ay içinde, aşırı çalıştırılmaktan ve aç bırakılmaktan annelerinin sütleri kesilen 7000 bebeğin öldüğünü yazar. Uygar Avrupa’nın askerlerine karşı koyan yerlilerin ya başları kesilmiş ya da kazıklara bağlanıp diri diri yakılmıştır.
Bartolome de Las Casas’ın eserinden bazı alıntılar:
“Bu 40 yıl boyunca, kadın, erkek, çocuk 12 milyondan fazla insan, Hıristiyanların iğrenç eylemleri ve zorbalıkları yüzünden öldü. Bu rakam kesin ve gerçektir.”
“Kan dökme ve katliam. Köylere giriyor, çocuk, yaşlı, hamile veya loğusa demeden, ağıllarına sığınmış kuzulara saldırır gibi yerlilerin karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı. Kimin tek bıçak darbesiyle bir yerliyi ortadan ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği ya da bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahse giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek şakalaşıyorlardı. Çocuklar suya düştüğünde; “kımıl kımıl oynuyorsun, seni komik şey seni” diyorlardı. Çocuklarla birlikte annelerini ve önlerine çıkan herkesi kılıçtan geçiriyorlardı. İsa Peygamber’i ve 12 Havari’yi kutsamak ve saygılarını ifade etmek için büyük darağaçları kuruyorlardı. Ayakları neredeyse yere değecek şekilde, 13 kişilik gruplar halinde yerlileri bağlıyor, ateşe veriyor, diri diri yakıyorlardı. Bazılarının bütün vücutlarına kuru saman yapıştırıyor ve bu şekilde ateşe veriyorlardı. Hayatta bırakmak istediklerinin ellerini kesiyorlardı… Kabile beylerini ve soyluları da aynı şekilde öldürüyorlardı. Önce direkler üzerine tahta çubuklardan ızgara yapıyor, sonra onları ızgaraya bağlıyor, altlarına da hafif ateş yakıyorlardı. Yerliler bu korkunç işkenceler altında, çığlıklar atarak can veriyorlardı.”
“Ada yerlileri, İspanyol Adası’ndaki gibi köleliğe ve işkenceye mahkum edildiklerinde, birer birer öldüklerini ve çaresizce yok olduklarını gördüler. Bunun üzerine ormanlara kaçarak, çocuklarıyla beraber kendilerini asıyorlardı. Tanıdığım zorba bir İspanyol’un vahşetinden ötürü, 200’den fazla yerli kendini astı. ”
“Hıristiyanlar Tanrı ve kral korkusunu, kim olduklarını unutmuşlardı. Kıtadaki onca krallıkta yapılan yıkımlar, zulümler, soykırımlar, kıyımlar, hırsızlıklar, şiddet ve zorbaca eylemler o kadar çok, o kadar dehşet vericiydi ki, anlattıklarımız, yapılanların yanında bir hiç kalır.”
“işte 30000 aşkın nüfuslu Cholulo kentinde yapılanlar. Önde din adamları, bölgenin tüm beyleri, tören alayı halinde büyük bir saygı ve onurla Hıristiyanları karşılamaya gelmişlerdi. Hıristiyanları, en önemli beylerin evlerine yerleştirmek üzere şehre götürmüşlerdi. İspanyollar halkı korkutmak ve toprakların her köşesine korku salmak için (ceza dedikleri) bir katliam yapmaya karar verdiler. Zira girdikleri bütün topraklarda İspanyolların niyetleri aynıydı: Bu yumuşak başlı koyunları önlerinde titretmek için vahşi ve unutulmaz bir katliam yapmak. Bu amaçla, önce şehrin ve şehre bağlı her yerin beyleriyle ve soylularını ve baş beyi çağırdılar. Gelenler, İspanyol yüzbaşısıyla konuşmak için içeri girdikçe tutsak ediliyordu. İspanyollar, yüklerinin taşınması için 5-6 bin yerli istemişlerdi. İspanyolların yüklerini taşımaya hazırlanan bu yerlileri görmek, insanda acıma ve merhamet duygusu uyandırıyordu. Zira üstlerinde sadece, utanılacak yerlerini örten bir şey olduğu halde, çırılçıplak gelmişlerdi. Omuzlarındaki küçük torbalarda karın doyurmayan, yavan yiyecekler taşıyorlardı. Munis kuzular gibi diz çöktüler. Arada bulunan diğer insanlarla beraber hepsi avluda toplanınca, silahlı İspanyollardan bir kısmı gözcülük etmek için kapılarda durdular. Diğerleri kılıçlarını kaparak, bu masum insanların hepsini kılıç veya mızrakla öldürdüler. Hiç biri ölümden kurtulamadı… Yüzbaşı daha sonra, bütün beylerin (yüzden fazlaydılar) getirilip, yere çakılı kazıklarda yakılmasını emretti.”
“Zorba kaptan yerlilere yeni gemi inşa ettirdikten sonra onların birçoğunu öldürdü. Onları, Kuzey Denizi’nden, Güney Denizi’ne, 130 mil boyunca, 300-400 kilogramlık çapalar taşıtıyordu. Çapalar, yerlilerin sırtlarına, böbreklerine giriyordu. Bu şekilde, zavallı çıplak adamların omuzlarında birçok top parçası taşıttı. Böyle yükler yüklenmiş birçoklarını dar patikalarda gördüm. Kaptan, denizcilere ve askerlerine vermek üzere kadınları kocalarından ayırıyor, kızları çalıyordu. Amacı askerleri memnun etmek ve donanması için onları silah altına almaktı. Gemileri yerlilerle doldurmuştu. Hepsi susuzluktan ve açlıktan ölüyordu. Gerçekte, bu zulümleri detaylı olarak anlatsaydım, dünyayı dehşete düşürecek dev bir kitap yazmış olurdum. her biri birçok gemiden oluşan iki filo meydana getirildi. Onlarla bütün bu toprakları yaktı. Ne kadar çok çocuğu yetim bıraktı! Ne kadar ana babayı çocuksuz bıraktı! Ne kadar çok adamı karısından mahrum bıraktı! Ne çok kadını kocasız bıraktı! Ne kadar çok zinaya, ahlaksızlığa, şiddete sebep oldu! Kaç kişi özgürlüğünü kaybetti! Bu insanlar onun yüzünden ne kadar çok korku ve ızdırap çekti! Ne kadar göz yaşı akıttı! ”
“Sefil İspanyollar,vahşi köpekleriyle tehdit ederek, kadın erkek tüm yerlileri arıyorlardı. Hasta bir yerli köpeklerden kaçamayıp diğerleri gibi parçalara ayrılacağını anlayınca bir ip buldu. Ayaklarından birine, bir yaşındaki bebeğini bağladı ve kendini bir direğe astı. Bunu yeterince çabuk yapamadığından, köpekler gelip bebeği parçalara ayırdılar. Ölmeden önce, bir keşiş onu vaftiz etme fırsatı buldu.”
“Köpekleriyle geyik ya da tavşan avına giden bir İspanyol, bir gün avlanacak hiçbir şey bulamadı. Köpeklerinin aç olduğunu düşündü. Küçük bir oğlan çocuğunu annesinin kucağından zorla kaçırarak, bir hançerle kollarını ve bacaklarını kesip parçalara ayırarak köpeklerinin önüne attı. Köpekler, küçücük çocuğun parçalarını yeyince, geriye kalan küçük gövdeyi de yere, köpeklerin önüne fırlattı.”
“Amerika’daki İspanyolların yerlileri öldürüp parçalamak için yetiştirilmiş, eğitilmiş, son derece vahşi ve yırtıcı köpekleri vardı… İspanyollar, bu köpekleri beslemek içib, domuz sürüleri gibi yürüyen, zincirlere vurulmuş birçok yerliyi öldürür ve insan eti satılan halka açık kasap dükkanları işletirlerdi. Birbirlerine (Şu rezil herifin dörtte birini ver de, bir diğerini öldürene kadar köpeklerimin karnını doyurayım) derlerdi. Sanki bir domuz ya da koyunun dörtte biri konusunda pazarlık yapıyorlardı. Bazıları köpekleriyle birlikte ava giderlerdi. Geri döndüklerinde onlara avın nasıl geçtiği sorulurdu. O zaman şöyle cevap verirlerdi: (Çok iyi. Köpeklerimle birlikte 15-20 tane rezil yerli öldürdüm.) ”(1)
“”İnsanı insan olmaktan utandıran bu vahşet sahneleri, olayın görgü şahidi bir papaz tarafından anlatılmaktadır. Kilise, İncil ve ruhbanlar yani papazlar güruhu hep sömürünün, katliamcıların yanında yer almışlardır. Nihayetinde Avrupalı da olsa, papaz da olsa insan insandır. Ender de olsa Hıristiyan din adamları arasında zulümlere karşı çıkanlar olmuştur, tıpkı Cizvitler gibi. Karşı çıkanlar ise genellikle ya katledilmiş ya da Kilise’den atılmıştır. Yukarıda okuduğunuz zulümlerin yazarı da dahil olmak üzere zulümlere karşı gelen bazı Hıristiyan din adamları ve akıbetleri hakkında kaynaklarda yer alan kısa bir bilgi: “
“Avrupalı fatihlerin, İspanyol maceracıların Amerika’ya ilkin getirdikleri şey, kıyım, yağma, kölelik ve ölüm olmuştur. Kızılderililerin toptan öldürülüşü olmuştur. Bu soykırımını, güçlü bir donanma, at, ateşli silahlar ve topun sağladığı askeri üstünlükten başka bir üstünlüğü olmayan kimseler yapmıştır.”
“Onlar bu yüksek kültürlere yüreklerini açacak yerde, (Kızılderililerin yok edilmesi) işini (!) yerine getirdiler! (Kızılderililerin yok edilişi) büyük bir şahidin, babası Kristof Kolomb’un arkadaşı olan Piskopos Bartelemy de Las Casas’ın(Yukarıdaki vahşetleri yazan kişi) kitabının adıdır. O, ilkin, Kzılderililerden gasp edilen toprakları alıp onları zorla da çalıştırarak o toprakları işletmekle hayata başlamıştı. Sonra, suç ortağı olduğu bu cinayetin bilincine varınca, tam bir dönüş yapmış, kanla elde edildiği için bu toprakların ve insanların sahipliğinden vazgeçmiş, cinayetin hem şahidi ve ilk tarihini yazan, hem de (Kızılderilileri Koruma) mücadelesini tek başına yürüten bir öncüsü olmuştur. Uzun süre kimse ondan yana çıkmamıştır, sonra (Ben İspanyolların değil, Kızıldeililerin Piskoposuyum) diye haykırabilen Vasco de Quiroga gibi, daha 1511! de Hıristiyanlıkla İspanyolluğu aynı görmeye cüret eden Dominiken Papaz Montesinos gibi, İspanya’da İslam kültürüne açılmasını bildikten sonra Kızılderiliyi de anlamaya sevmeye çalışan Gırnata(Granada) Engizisyon Mahkemesi’nin Başkanı Toribio de Mogrevero gibi bir avuç din adamı onun mücadelesine katıldı. Bunlar, Kızılderiliyi (anlamak) için son bir çaba göstermeye kalkıştı diye Orta Amerika’da 1650 yılında genel vali tarafından katledilmiş olan Valdivisio gibi sömürge yönetiminin hışmına uğrayan birkaç müstesna yiğit kişiydiler.”(2)
“Başta da belirttiğimiz ve ilerde de görüleceği gibi İspanya’nın en ağır Engizisyon faturası ödemesinin neden Avrupa’da en fazla Yahudi barındıran ülke olmasıdır. Yine Hıristiyan aleminde vahşetlere karşı çıkan din adamlarının en fazla belki de sadece İspanya’dan çıkması, asırlarca İslam hakimiyetinin sürmesi ve Hıristiyan din adamlarının bundan etkilenmiş olmasıdır.
Kızamık ve suçiçeği gibi hastalıklara karşı vücutları bağışıklık kazanmamış olan yerliler bu hastalıklara dayanamıyorlardı. Bunu fark eden beyazlar bazen yerli kamplarının bulunduğu bölgelere bahsi geçen hastalıklara tutulmuş hastaların elbiselerini bırakıyor ve binlerce yerlinin ölümüne bilinçli olarak sebebiyet veriyorlardı. Salgın hastalıklardan yoğun ölümlerin olduğu dönemlerde bir gezgin rahip olaya yaklaşımını şöyle yazıyordu:
“Bize yer açılması için Tanrı bir veba salgının çıkıp Vahşilerin çoğunun ölümünü istedi.”(3)
Amerika Kıtası’nın neresine olursa olsun ilk gelişlerinde Avrupalıları yerliler hep dostça karşıladılar. Etki-tepki gereği bazı taşkınlıkları hep onlardan öğrendiler. İlk kafa derisi yüzenlerin beyazlar olduğu ve Kızılderililerin onlardan öğrendikleri gibi. Katillerin bizlere kâşifler olarak yutturulduğu gibi. Kızılderililerin ve hatta Bufaloların(yaban öküzü) nesillerini tüketen Pekos Bill’ler, Bufalo Bill’ler ve daha niceleri de bizlere çizgi roman kahramanı olarak takdim edilmişti. Beyazlar tütünü ilk defa Kızılderililerde görmüşlerdi. Tütün önce Avrupa’ya ve oradan da dünyaya yayıldı. Tütün adeta Kızılderililerin katledilmesinin dünyadan intikamını almaktadır. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın Amerika’da yıllarca yaptığı araştırmaların sonucunda Kızılderililerin lisanlarında 200 civarında Türkçe kelime bulunması da oldukça ilginçtir.
Batılıların sürekli vahşi, geri zekalı ve beceriksizlikle suçlayarak katliamlarını gizlemeye çalıştıkları Kızılderililer iddiaların tam aksine Beyazlardan çok zeki ve becerikliydiler. Spencer diyor ki:
“Yerliler sırları anlama konusunda özel bir yeteneğe sahipti. Biz medeni insanlarda o yetenek yok. Çoğu Kızılderililer, hamile bir kadının yüzüne ve nabzına bakmakla, çocuğunun kız mı erkek mi olacağını anlıyorlar. Halbuki bugünkü tıp, bunu cihazlarla anlıyor. Yerli köylüler toprağı bizden daha iyi tanıyorlar. Hava bulutlu olduğu zaman yağmurun yağıp yağmayacağını tahmin ediyorlar.Niçin? Çünkü köylüler koklama duygusu ile suyun buhar ölçüsünü buluyorlar. Binaenaleyh koku alma duyguları kuvvetlidir. Çünkü hava, bizim için sudaki buhar ölçüsünü tayin etmektedir. Yağmurun gelip gelmediğini belirlemektedir.”(4)
Kızılderililer ateşli silahları ve atı ilk defa beyazlarda görmüşlerdi. Kısa zamanda bu önemli iki savaş unsurunu kullanmayı beyazlardan daha iyi becerecek şekilde öğrendiler ve bunlarla beyazlara kan kusturdular. At ve Kızılderili, adeta kopmaz ikili, adeta iki aşık, adeta birbiri için yaratılmış iki yaratık. Kaynaklarda at ve atın Kızılderililer tarafından kullanılmasının beyazlara ödettiği faturalar ve beyaz Kızılderili çatışmalarıyla ilgili bilgiler şöyledir:
“Kızılderililer ata çabuk egemen oldular; hem de halkın düşlerinden ve resimli ifadelerinden kopmayacak şekilde. Avrupalıların gelmelerinden önce, yerliler semer ya da koşum kayışı vurulacak hiçbir binek hayvanı tanımıyorlardı. (Lamaların yaşadığı Güney Amerika’dan farklı olarak): ufak tefek malları taşımak için köpeklere çektirip koşturdukları üçgenler dışında. At, Kızılderililere 16 yüzyılda, De Soto, Corondao ya daJuan de Onate’nin seferleri sırasında, Meksika Körfezi çevresindeki temaslarda, İspanyollar tarafından tanıtıldı. Önce Missisipi’nin batısındaki ova ve yaylalarda yerleşmiş Kızılderiler arasında yayıldı ve bu yörelerde ancak 1750’lerden sonra yaygın biçimde kullanıldı. Doğuda atın kullanılması, daha geç bir zamana rastlıyor; bu da sömürgeci İngilizlerin başlangıçta Atlantik kıyısı boyunca gösterdikleri hızlı başarıyı açıklıyor.”
Asıl şaşırtıcı olan, Kızılderililerin bu yeni fetihlerine egemen olmakta gösterdikleri ustalık ve bunun kendilerine kazandırdığı ve geçmişte görülmemiş çabuk hareket yeteneğidir. At, hırsızlık da dahil, bütün imkanlardan yararlanarak sağlanması gereken bir araç haline geldi.Kızılderililer, vahşi atları kapıp götürüyor, konak yerlerindeki atları ele geçirmek içinde, hilelere başvuruyorlardı. Kullandıkları en gözde taktiklerden biri, kurt ve köpek sesleri taklidi yapmak ya da battaniye sallamaktı ve bu atları ürkütüyor, kaçmaya itiyordu. Kaçış yolları üzerinde pusuya yatan Kızılderililer de, atları yakalayıp üzerlerine binerek oradan uzaklaşıyorlardı. 17. yüzyıldan başlayarak atlar hayvan postuyla takas edilmeye başlamıştı; bir ata, Güneybatı at pazarlarında, özellikle Taos’ta(Yeni Meksika) 12 ile 15 arasında hayvan postu veriliyordu.”
“Kızılderililerle sömürgeciler arasındaki silahlı çatışmalar, 17. yüzyıldan 19. yüzyılın sonuna, silahlı direniş sona erene dek, tarihin sürekli akışını meydana getiriyor. Bu 300 yıl boyunca, özellikle bazı kanlı çatışmalara sahne olan dönemlerde, Kızılderililerin alın yazgıları çizildi.”
En amansızı da, İç Savaşı izleyen oldu. 1865 ile 1876 yılları arasında, Elise Marienstrass, 12 büyük muharebenin geçtiğini ve bunların hemen hepsinden Kızılderililerin üstün çıktıklarını ve Amerikan birliklerine kanlı kayıplar verdirmelerini vurguluyor ve Amerikan kayıplarının, Kızılderili kayıplarından çok daha ağır olduğuna dikkat çekiyor. Amerikalılar Güneye karşı verdikleri mücadelede, savaşmayı öğrenmişlerdi; ancak Jamini ve Clauswitz ekollerinde yetişen generaller, Kızılderili baskınlarıyla baş edecek çapta eğitilmemişlerdi. Custer’in anımsattığı gibi (Hiçbir insan ırkı, hatta kazaklar bile, at üstünde böylesine harika bir hareket becerisi gösterememişti.) Söz konusu Custer, Teton Siyukslar’ı ve Çeyenler’e karşı verdiği meşhır İtle Big Horn Muharebesi’nde, küçük düşürücü bir yenilgiye uğrayıp, sonra da ölmüştü.”
Kızılderililerle sömürgeciler arasındaki alanın sınırlarını saptamaktaki imkansızlık, 18. yüzyılın büyük siması, Ottawalıların Reisi Pontiac oldu ve Amerkalı tarihçi Parkman onun için ünlü yapıtını, Pontiac Komplosu’nu yazdı. Bu ünlü Reis, 1763’te İngilizlerin tuttuğu Detroit Karakolu’nu bastı. Eylem öylesine ani gerçekleşmişti ki, İngiliz kaleleri peş peşe düştü. Sabrı taşan İngiliz Komutanlığı, düşmanların üzerine köpeklerin salınmasına ve suçiçeği mikropları ile salgın başlatılmasına karar verdi ve böylece ilk kez biyolojik savaşa başvuruldu. Doğru ya da yanlış, bu olay Kızılderili savaşlarındaki acımasızlığı ve sömürgecilerin Kızılderililere karşı sert kıyıcılığını çok iyi bir şekilde ortaya koyuyor. En sonunda İngilizler eski (böl ve yönet) ilkesini uygulayarak, diğer Kuzeybatı kabileleri ile ittifak kurup, Pontiacların Ottowalarını yalnız bırakmayı başardılar ve oda 1766’da görüşmelere razı oldu ve üç yıl sonra da karanlık koşullarda öldü.”
Pontiac’la anlaşma aslında 1637’de başlayıp, Pekotlar Savaşı diye adlandırılan bir dizinin son çırpınışıydı. Başlangıçta kıyı Kızılderilileriyle ilişkiler dostça gelişmiş, hatta yerliler ilk gelen sömürgecilere, karşılaştıkları güç koşullarda hayatta kalabilmeleri için, yardımcı bile olmuşlardı. Ancak dokuz sömürgeci boyun topluca öldürülmesi aralarında çatışmaları başlattı; yani Pekotlara karşı harekete geçilerek, hepsi batıya sürüldü. Sağ kalanlar, Mohavklar ve Mohikanlarla karıştılar; Pekotlar ise kabile olarak tamamen silindiler ve bu bir kabilenin yok edilmesinin ilk örneği. Bundan 30 yıl sonra, Yeni İngiltere’ye komşu bir bölgede, Kral Philippein Savaşı olayında, benzer bir girişim daha yineleniyordu. Olayın adı, Vampanoag Kabilesi’nin Reisi Philippe’den kaynaklanıyordu ve kendisi bölgedeki diğer kabilelerindesteğini aramış, Narragansetler’in desteğini de sağlamıştı. Yaygın bir uygulama uyarınca, İngilizler de onları yenmek üzere Pekotların Narragansetler’in düşmanlarına bel bağladılar ve çıkan savaş, aylarca sürdü. Ancak Philippe öldürüldükten ve Massahussets ile Rohode İsland’da 20 kasaba yerle bir edildikten sonra 1678’de Casco’da barış imzalandı. Bu savaş, sömürgecilerin zihninde Kızılderiliye karşı sürekli bir kin beslenmesine yol açan anılar bıraktı.”
Medeni Vahşet Amerika Kıtası’nda bitirilen Kızılderililer için son noktayı Amerikalı Senatör Hunt’un şu sözleriyle koyuyordu:
“Kızılderililer artık ne balık tutabilir ne de avlanabiliriler. Ya yaşam tarzlarını değiştirecekler ya da ölecekler. Alternatifleri bu, başka da yok.”(5)
Aslında son nokta konulmamıştır. Avrupalı kolay kolay bir mazlum milletin yakasını bırakmaz. İlerde örneklerini göreceğiniz gibi asil ve yiğit Kızılderililerin son kalıntılarının çilesi ve zulümler günümüzde de devam etmektedir.
Hani derler ya (Bunun böyle olacağı baştan belliydi) diye işte Kızılderililerin kaderi de böyle bir şeydi. Ta başlarda 1513’lerde İspanyollar icaplar başlığını taşıyan bir ferman düzenleyip Kızılderililere ilan etmemişler miydi? Ferman padişahın değil kralındı, o halde zulümname olmalıydı ve de öyle oldu. Ferman denilen zulümnamede şöyle yazılıyordu:
“Kadınlarınız ve çocuklarınız bizim kölelerimizdir, eğer Majesteleri İspanya Kralı ya da Kraliçesi arzu ederse onları hem satarız hem atarız. Mallarınız bizimdir size verebilecek her zararı vereceğiz, isyankâr kölelere yapıldığı gibi…”(6)
“Amerika’nın kıta bölümünde, Massasoit ve Kral Pihilip’in Wampanoaglar’ı ve onların yanı sıra büyük 38. Powhatan İttifakı’nın Chesapeakeler, Chickahominyler ve Potomaclar yok olmuştu. Bunların ezgili adları Amerika topraklarında hiçbir zaman eksik olmadı, ama kemikleri, yakılan binlerce köyde unutulup gitti, 20 milyon istilacının baltalarıyla yıkılan ormanda kayboldu. Bir zamanlar içinden tatlı sular akan, Kızılderili adları taşıyan ırmaklar çamur ve çöplere bulandı; topraklar ise bozuldu,altüst edildi. Kızılderililerin gözünde, Avrupalılar, doğadaki her şeyden, canlı ormanlardan, ormanlardaki kuşlardan, hayvanlardan, ormanların içinden geçen çayırlık yollardan, sudan topraktan, havadan nefret ediyordu.”
20. yüzyıla gelindiğinde, Amerikan Kızılderilileri her şeyleriyle yok edilmişti. Son kalıntılarının çileleri de bitmemişti. Yakın tarihte Kızılderililere reva görülen bazı şöyledir:
“Güney Meto Grosso Eyaleti’nde bulunan, oldukça geniş rezervlere sahip maden yatakları, Kızılderili avcısı bir çete tarafından işletilmektedir. 1963’ten beri bu çete tarafından devam ettirilen katliam Brezilyalılar tarafından ancak son yıllarda duyulmuştur. Bu beyaz avcıların kurbanları Cintas Large(Long Ribbon) kabilesine mensupturlar ki, bu kabile öküz arabalarıyla 9 yıl sonra Cuiaba Kasabası’na vardıkları zaman yerli memurlara ancak hikayelerini anlatabilmişlerdir. Buralarda bulunan bazı köylerin tüm halkı makineli tüfeklerle taranarak katledilmiştir. Bir defasında Kızılderili bir genç kız, iki ağaç arasına baş aşağı bağlanmış, karnı yarılarak öldürülmüştür. Bu kız karnı yarılırken büyük ıstıraplar içinde bağıra bağıra can vermiştir. Beyazlar daha önce de kollarında salladığı bebeği kafasını parçalayarak öldürmüşlerdir. 1968’de yapılan meşhur duruşmada bu hizmet kurumunun bozukluğu dünya kamuoyuna açıklanır. Kızılderilileri yok etmek için dinamit ve makineli tüfekler kullanıldığı gibi, Kızılderililerin dayanamayacağı bir hastalık olan çiçek hastalığına yakalanmış olanların mikroplu elbiseleri onlara giydirilmiştir. Nehirler zehirlenmiş, halk parça parça doğranmış ve bu parçalar dev karıncalara yedirilmiştir.”(7)
1967 senesinde bir Bolivya gazetesi, bazı çiftçilerin yaptıkları bir takım iğrenç işlerden şikayetçi oldu. Bunlar, ürünlerini çalmaya gelen, karınları aç Siroyonos Kızılderililerinin saldırılarına karşı, tarlalarına iştah açıcı fakat zehirli yiyecekler koydular. Bu yiyecekleri yiyen Kızılderililerden pek çoğu öldü.”(8)
“500. yıl kutlamaları için hazırlık çalışmalarına başlanılmasından birkaç yıl önce(1980’li yıllar) , Güney Amerika’da Huanta Dağları’nda yaşayan İqichanes Kızılderililerinin, trajik bir yanlış anlama sonunda 8 gazeteciyi öldürmeleri üzerine, hiçbir uluslar arası tepki ile karşılanmaksızın, bu dağlarda yaşayan yüzlerce Kızılderili köylüsü katledilir.”
“1975’te de, Güney Dakota’da, bir çift kovboy çizmesi çalan bir yerlinin peşine düşen 2 FBI ajanının kurşunlara hedef olması, Federal Hükümet için haklı bir katliam bahanesi olarak kullanılır. Cins ve yaş ayrımı yapılmaksızın bütün yerli nüfusu işkenceden geçirilir. Tam 67 Kızılderili ölü ele geçirilme operasyonunun kurbanı olur.”(9)
ABD’de FBI devlete yönelik ve organize suçlarla ilgili olaylara müdahale etmek için vardır ve bu konuda da yetkilidir. Konu vatanlarını işkal ettikleri Kızılderililer olunca her FBI ajanı bir tek kovboy çizmesi etmektedir.
“Brezilya’da altın madencilerinin 73 yerliyi öldürmesi üzerine, Devlet Başkanı Itamar Franco, Ulusal Savunma Konseyi’ni acil önlem için toplantıya çağırdı; ordudan katillerin bulunması için yardım istedi. Askeri ve sivil yetkililerden oluşan konsey, ulusal savunma konusunda Devlet Başkanı’na bilgi vermekle yükümlü.”
“Ağustos ayının 15’inde altın arayan madencilerin Venezüela sınırı yakınlarında Yanomami bölgesinde gerçekleştirdiği toplu kıyımlarda ölenlerin sayısı büyük güçlüklerle belirlenebildi. Brezilya Yerlilerini Koruma Örgütü’nde görevli, Yanomami yerli dilini konuşan Francisco Bezerra Di Lima, öldürülen 73 kişinin arasında 34 çocuk ve 2 hamile kadının olduğunu belirtiyor. Di Lima, sağ kalan 4 kişiyi sorgulayarak ölenlerin kimliklerini saptaya bildi. Tanıklar, olaydan hemen sonra çevrede gördükleri cesetlerin yok olduğunu belirttiler. Yerlileri Korum Örgütü, madencilerin olaydan hemen sonra geri gelerek cesetleri yakınlardaki bir nehre attıklarını tahmin ettiğinden, nehrin dalgıç tarafından aranmasını istedi.”
“Bölgede yapılan araştırma ve incelemeler, Yanomami yerlilerinin gelenek ve görenekleri yüzünden sürekli engelleniyor. Dış dünya ile çok kısıtlı ilişkiler içinde olan yerliler ölülerinin isimlerini vermeye pek istekli görünmüyor.”
“Ölülerini yakmaları ve ikiden fazla sayı saymayı bilmemeleri, araştırmacıların işlerini güçleştiriyor.”
“1980 yılında altın arayıcılarının, Yanomami yerlilerinin bulunduğu ormanlık araziye el koyması, yerlilerin sonunun başlangıcı oldu. Brezilya’da ve Venezüela’da yaşayan 20 bin Yanomami yerlisi, 1987 yılından sonra dış dünyayla ilişkiye girmeleri sonucu, sıtma ve verem başta olmak üzere, çeşitli hastalıklardan yaşamını yitirdi.”
“…Brezilyalı madenciler, aralarından bazılarının kayrılmasına kızarak misilleme yapıyor ve bölgedeki yerlilerin hemen hemen tümünün kökünü kazıyor.”
“Yerlilerin şefi Antonio Yanomami, madencilerin, köyü kuşatarak yerlileri öldürdüğünü bildiriyor ve (Kadınları karınlarından, göğüslerinden ve boynundan bıçaklayarak parçalanmış vücutlarını üst üste yığdılar.) diyor. Ormana kaçanları da kovalayarak orada öldürdüklerini ileri sürüyor”(10)
“20. asrın sonlarına yaklaşıldığı bir sırada, Meksika’da İnsan Avı turları düzenlenmektedir. Çiftlik sahibi zengin efendiler, helikopterler kiralayarak, Amazon Nehri etrafındaki bakir ormanlara sığınmış olarak yaşamaya çalışan yerlileri zevk için avlamaktadırlar.”(11)
Günümüzde son nüfus sayımlarına göre ABD’de iki milyon Kanada’da bir milyona yakın Kızılderili vardır.(12) Herhalde ABD’li beyazlar bütün katliamlarına rağmen Kızılderilileri tamamen yok edemedikleri için koskoca bir maalesef çekmektedirler.
Bu arada kaşfedilen bir başka kıta vardır. Bu kıta da Avrupalı Medeni Vahşiler’den nasibini almıştır. Avrupalıların Yeni Dünya dedikleri aslında yeni kana buladıkları dünya demektir. Medeni Vahşiler’in Yeni Dünya’sı Avusturalya’ya ödettikleri fatura şöyledir:
“Son derece sağlıklı ve çevre bilinç ve kültürüne sahip olan Avusturalya’ya binlerce yıl önce Güney Asya’dan geldikleri sanılan Tasmaya Yerlilerinin tamamı, Avrupa kolonizasyonundan sonra katledilir. Kaptan Cook Avusturalya topraklarına ayak bastığı zaman burada yaşayan 300 bin yerlinin üçte biri, Avrupalıların taşıdığı hastalıklarla kısa sürede ölür.”(13)
(1) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(2) Yaşayanlara Çağrı (Prof. Dr. Roger Garaudy)
(3) Kızılderililer (Claude Fohlen)
(4) Medeniyet Tarihi 2. Cilt (Dr. Ali Şeriati)
(5) Kızılderililer (Claude Fohlen)
(6) Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Kolu (Edward Said)
(7) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(8) Esaretin Karanlığından İslam’ın Aydınlığına (Ahmed Bin Bella)
(9) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
(10) Cumhuriyet Gazetesi 25/08/1993
(11) Batı’nın Doğu Politikasının Ahlaken İflası (Ahmet Rıza)
(12) Kızılderililer (Claude Fohlen)
(13) Vahşi Batı (Dr. Sedat Cereci)
Fikret Oğuztürk
Ne deyim sevgili İshak bey kardeşim ne deyim yüreğimizde derin bir yara sızladıkça kanıyor
Atatürk Dünya yüzeyinde eşi benzeri bulunmayan tek liderdir birkez daha saygıyla anıyorum
selam ve duam ile
Yapam gözünü seveyim İshak kardeşim.
ABD=AB=BOP=BİP=Medeniyet(!)=Küresel Emperyalizm
Yoksa kameraya aldırılar seni.
Tıpkı şehit cenazelerinde olduğu gibi.
amerika ah amarika
o cellat emperyalizmin devi
gardaş bu düzen amerikanın düzeni
gerçekçi olalım imkansızı isteyelim
ve dolayısıyla iyi amcalarını teröristlerini tecrittekiler kendi emperyal değerleriyle belirliyor amerikaya yakın olan her ülke de bunu yapıyor biz de dahil ne yazık
önce kendimize bakalım derim ben
yazan yüreğinize sağlık
Kalemin ve yüreğin her daim kavi olsun kardeş.Kutlarım.Saadet bacım doğru diyor biz anlıyoruz görüyoroz ama birilerinin abileri görmüyor işte
Acaba diyorum... bizler Amerikanın oyunlarının farkındayız da... neden büyüklerimiz! bunların farkında değiller... ya da farkındalar da... eee?
Saygılarımla
Bütün bahsettiğiniz konular çok doğru hocam.
Bu oyunlar,güçlü millet olma yoluyla anca bertaraf edilebilir..
Kaleminize,yüreğinize sağlık.=:))))
____________________________
Bu şiir ile ilgili 21 tane yorum bulunmakta