Öyle zırt pırt öğrencilerden gelen şikâyetlere kulak asmaz, kendi işimizi kendimizin yapmasını beklerdi.
Dersleri zayıf öğrencilere anlayışlı davranır; gururlarını rencide etmezdi. Anlattığı dersi anlamayanlar için usanmadan, bir daha bir daha anlatırdı.
Nurten öğretmen, Çiğdem öğretmen gibi bize elbebek gülbebek davranmadı. Herhalde yaşımız bir az ilerlemişti. Artık uçmaya hazırlana yavru kuşlar gibi davranıyordu. Nede olsa bunlarda yuvadan uçacak, şimdiden başlarının çaresine baksınlar!
Kış demiştik:
O zamanlar kış daha karlı daha soğuk geçerdi. Ya da bizler çocuktuk ta bize mi öyle gelirdi? Bilinmez.
Okul hadememiz; arada bir gelir elinde kahverengi emayeden, ince tel saplı, uzun kömür kovasıyla sobalara kömür doldurur, kapağı açık sobadan “Pof” diye yarı alev, yarı siyah bir duman sobanın ağzından çıkar, sınıfın ahşap tavanını yaladıktan sonra, tavan tahtaları arasında kaybolurdu. Elindeki uzun ucu sivri demirle sobanın kapağını “Küt” diye örter, geldiği gibi sesizce giderdi.
Arada birde yanan kömürler curuf yapmasın diye elindeki uzun, ucu sivri demirle gelir, yine sesizce sobanın kapağını açar yanan sobayı karıştırır yine sobadan “Pof” diye yarı alev, yarı duman siyah bir gölge; ejderha gibi sınıfın ahşap tavında yalayıp yutacak bir şey arar, bulamadığı gibi kendiliğinden kaybolurdu. O ise geldiği gibi yine sessice giderdi.
Teneffüs zili çaldı mı, okuldan boşalan talebeler ya kartopu oynar, ya birbirlerini karda yuvarlar ya da kardan adam yaparlardı. Her kış muhakkak okulumuzun bahçesinde bir kardan adam bulunurdu. Siyah kömürden gözler, yine siyah kömürden bir ağız, burnunda küçük bir sopa, mütemadiyen okulun bahçesinde talebelere bakar; ”O” bakışlarda sanki bizlere gülen gözler vardı. O bakışlarda “ne olacak san ki ömrümüz havalar ısınana kadar” der gibi gizli bir hüzün vardı. Okulumuzun fahri, kardan bekçisi.
Arada bir geceleri ne yapar bu kardan adam, üşümez mi diye düşünürdüm. Kardan adam yalnızdı. Çevresini saran çocuklar yoktu. Ya da etrafında oynayanlar. Gece oldu mu terk edilirdi. Bir başına kalırdı.
Nedendir bilmem? Terk edildiğimde hep garip bir üşüntü sarar bedenimi. Beni saracak, ısıtacak kollar aramışımdır.
Kardan adamın bu hali: Her halde boynunda ki atkı ve kolundaki okulun uzun saplı süpürgesi olacak, bana onun bir insanmış gibi hissi verirdi.
Sıcak bir annenin, şefkatli kollarından yoksun kardan adam. Anne mi? olmuştur, baba mı? olmuştur bilemem ama kardan adam bir başına bir kardan adamdı. Havalar ısındı mı da terk eder giderdi. Ardından bir iki kömür parçası, küçük bir sopa kalırdı.
Okul çıkışında yeniş olan yollara geldiğimizde Guduz Hacı, Sarı Halis, Yılmaz çantalarımızı birer kızak gibi üstüne biner öylece aşağı doğru kayarak inerdik. Sarı renkli, sarı kulplu meşinden çantam bu kayışlar sırasında yırtıldı. Bir daha da çantam olmadı. Bundan sonraki çantalarım; düz, beyaz makarna torbaları oldu.
Akşamdan kitaplarımı, makarna torbasına koyar, uzun gelen ağzını katlar küçük bir paket yapar, sabah kalktığım gibi koltuğuma koyar, okulun yolunu tutardım.
Kalemimi, silgimi kaybettiğim zamanlar annem yeni aldığı kalemi ikiye böler öyle verirdi. Silgiyi ise iğneyle deler ortasından bir ip geçirir boynuma asardı.
Akşamlar: Çocukluğumun garip akşamları. Annemle beraber ders yaptığımız akşamlar. Annemin okuma yazması yoktu.
Nerden olacak ki?
İkici Dünya savaşının kasvetli, karanlık yıllarında; babasız geçen bir çocukluk.
Kız çocuklarını kim okula gönderiyormuş ki?
Yer sinisini seren, annem; on dört numara gaz lambasının ışığında beraberce derslerimizi yapardık, bu arada annemde okur, yazar olmuştu.
Altından çıkamadığımız dersler oldu mu? Akşamdan Guduz Hacılara giderdik. Yılmaz bizden bir iki sınıf üstte olduğu için bize yardım ederdi.
Arada birde Öznurlara giderdik.
O bizden hep ilerdeydi, hep bilgiliydi. “O” kitaplarını karıştırır, ödevimizi bulur sonra kendi dersine bakardı.
Onda; çocukluğun saf tebessümü yanında, olgunluğun ağırbaşlılığı da vardı. Arada birde içimi ısıtan sıcak bakışlarıyla, gözlerimizin içinden girer, kalbimizin en derin yerini görebilecek şekilde, tebessümlerini bizden esirgemezdi.
Bu arada şunu da belirteyim ki; ilk dolma kalemimi “O” bana vermişti.
Altın sarısı kapağı olan, Sheaffer bir dolma kalem.
O gün dolma kalemle ödevimiz vardı.
Annemle beraber, Öznurlara gittik. Öznur’un annesi Refika Teyze bizleri karşıladı. Annemin ahretliği idi.
Aradılar taradılar; sonuçta bir fazla dolma kalem buldular. Artık Güven ağabeyinin mi idi, yoksa Öznur’un mu idi bunu hiçbir zaman bilemedim. Sonuçta bir dolma kalemim olmuştu. Güven ağabeyi Öznur’un abisidir. Naim Amcanın çocukları.
Naim amca bankada çalışır, arada bir banka Promosyonları olan defter, kalem, madeni kumbara getirirdi. Tabi bunlardan bizlerde payımızı alırdık. İlk kumbaramı da Naim amcadan almışımdır.
Okulumuza birde dışardan bir beden eğitim öğretmeni gelirdi. Ortaokuldan. Şükrü hoca.
Şükrü hoca; oldukça ağır başlı, iri yarı, babayiğit bir hocaydı. Son sınıfta olduğumuzdan, “Çocuklar kısmetse, sizlerle bundan sonra; Ortaokulun sıralarında birlikte olacağız.” Derdi.
Bizse; hep merak ederdik acaba bu “Ortaokul” dediği okul; zor mu, kolay mı, öğretmenleri nasıl?
Zira; o zamanlar Ortaokul talebeleri kafalarına şapka takarlardı. Herhalde bu şapkadan olacak, ortaokul bize hep büyük ve yüksek bir okulmuş hissi verirdi.
Biz ortaokula başladığımız zaman şapka kaldırılmıştı.
Hep merak ettiğim “O” şapkayı hiç takamadım.
Okulumuzda bunlardan başka birde Nihat öğretmen vardı. Bir bahar günü; okulun bahçesinde beyaz bir Renault taksi duruyordu. Teneffüs olduğunda bütün talebeler, taksiyi çepeçevre sardık. Nihat öğretmen hep fötr şapka takar, takım elbise giyer ve her zaman kravatlı gezerdi. Arabayı acenteden sıfır almıştı.
O gün bu gündür; Nihat öğretmen bu arabayı biner, fötr şapka takar.
Birde Bahattin öğretmenimiz vardı. Müzik derslerimize gelirdi. Müzikle ilk kez onunla tanıştık. Müzik denen büyülü notaların ritmiyle ilk onun mandoliniyle merhaba demiştik.
Usta bir mandolinciydi. Hala kulaklarımdadır mandolinin ince çocuksu nağmeleri.
O mandolinin çocuksu nağmeleri daha ilerisinde sanat müziğine olan merakımın ilk başlangıç nağmeleri olmuştur.
Onu da tez kaybettik! ! !
Daha ilerisine bakarsak, kaybettiklerimize Çiğdem öğretmenle başlamıştık. Ardından Kemal ŞAKAR emekli olmuştu. Ardından Bahattin öğretmeni kaybettik, ardından diğerlerini….
Yıllar sonra Çiğdem öğretmenimizi evlerinin önünde gördüm. Hiç değişmemişti. Yine gözlüklü ve dalgalı uzun saçlar…
Ama bende o medeni cesaret yoktu. “Öğretmenim: Ben yıllar önce okuttuğun “O, vasat öğrenciyim.” Diyemedim.
Hala pişmanımdır, hala kendimle yaslıyımdır.
Aradan yıllar geçti.
Bir daha da göremedim Çiğdem öğretmenimi!
O yaz okulda tatlı bir rehavet vardı.
Güller bile bir başka kokuyordu. Yapraklarında sanki ayrılık hüzünleri varmış gibiydi. Kafalarını hep bir yana bükmüş, artık misafir olan “bizlere” hüzünle veda ediyorlardı. “Bir kafile daha uğurluyoruz.” Der gibi. “ Bir kafileyi daha hayatın acımasız kollarına bırakıyoruz.” Der gibi.
O hayat ki kimilerini acımasız dişlilerinin arasına alacak, ağır bir değirmende öğütecek, ince bir elekten eleyecek, çuvaldızının deliğinden geçirecekti.
İnsan çuvaldızının deliğinden geçer mi? Ama hayat geçirir, hatta iğnenin deliğinden bile geçirir. O dişliye takılan, “Ben geçmiyorum” diyemez. İster istemez kendini “O” dişlilerin arasına bırakır.”O ise” istediği gibi öğütür, istediği gibi şekillendirir. Hiç kimse ben şekle şemaile girmem diyemez.
Her birimizin apayrı bir kaderi vardır. Ve gelecek günler, ufuktaki kaderin cilvesine gebedir.
Her sabah apayrı bir cilveyle başlar. Kimse “O” sabah yaşanacakları bilemez. Yalnız akşamlar garantidir. O gün akşama kavuşanlar, gecenin sesiz karanlığını saracaklardır.
Bir kısmımız; Ortaokula kayıt yaptıracak, tahsilini buradan devam edecektir.
Bir kısmımız ise; İlk Mektepten diploma alacak, ya bir ustanın yanında bir meslek öğrenecek, ya da boşta gezecektir. Ya da bir usta yanında kaza geçirecek ömür boyu sakat kalacaktır. Ya da o kazanın hatırasını ömür boyu vücudunda acı bir hatıra olarak taşıyacaktır.
O acı hatıraları hala taşıyanlar vardır. Hala hüzünlü gözlerle maziye bakanlar vardır, ezik suçlular gibi.
Hala O günlerin hatıralarıyla avunanlar vardır. Serin bir bahçede uyuklar gibi.
Biz ise Orta Mektebin, ilk sınıfına kayıt olduk. Orta Mektebin ilkyazı ise bizim için hayatın başlangıcı oldu. İlk kez para denen “elin kiri, padişahın hazinesiyle” tanışacaktık.
İlk kez zoru, kolayı, varı, yoku tanıyacaktık. Hala tanıdığımız gibi.
Arkadaşlara ne mi? Oldu diyeceksiniz.
Guduz Hacı, Gılık İsmail, Kını Veysel, Cefo Mustafa, küçük İbo ve diğerleri….
Guduz Hacı; Guduz Hacının artık “Guduz’luğu” kalmadı. Büyüydü, serpildi, koca adam oldu, çoluk çocuğa karıştı.
Gılık İsmail; ilkokuldan sonra hiç görmedim dersem yalan olmaz. Doğru olan buraları terk ettiğidir.
Kını Veysel; yıllardır yurt dışında, hiç bir haber alamadım.
Cefo Mustafa; uzun süredir bir haber alamadım. Öldü diyorlar!
Küçük İbo; ebediyen aramızdan ayrıldı!
Her birimiz bir yerlere dağıldık. Rüzgâr da savrulan güz yaprakları gibi.
Bazılarımız bu günlere gelemedik. Ömrü vefa vermedi!
Her biri bir tarafa terk etti gitti.
Kalakala elimizde bir Öznur Kaldı. Vefalı dost.
Nihat ve şükrü Hocalar. Onlarda mazideki hatırlarla avunuyorlar.
Okulumuza gelince:
Oda kaderden nasibini aldı!
Babamın verdiği bir lirayla iki bisküvi, bir lokum aldığım, o lokumu iki bisküvinin arasına iyice yapıştırıp lokumlu sandviç yaptığım, ya da küçük poşetlerde şekerliymiş gibi gelen leblebi tozlarını yediğim. Duvarlarında Dişbudak ağaçlarından kopardığımız, dişbudakları aşağı atıp bir pervane gibi döndürdüğümüz, barakadan yapılmış malzemeliğinin etrafında kovboyculuk oynadığımız, gülleriyle, çamlarıyla, akasyalarıyla donatılmış; tek katlı, ahşap çatılı okulumuz temelinden söküldü
Yerine betondan yenisi yapıldı.
O eski okuldan geriye; ne sarı dökümden iri saplı, iri tokmaklı zili kaldı!
Nede ağaçları ve gülleri!
Vasfi OKUR
(2)
Kayıt Tarihi : 21.11.2010 15:21:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Vasfi Okur](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/11/21/terkedenler-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!