Uyku tutmadı dün:
Tam ortasındaydım kâbuslu bir düşün.
Uyanık da değildim, uykulu da:
Kızıl karanfiller vardı sağ yanımda
sol yanımda kördüğüm.
Hallacı Mansur da aralarındaydı
Pir Sultan da:
Tebessüm vardı yüzlerinde,
boyunlarında yağlı bir sicim!..
İki temmuz 1993’ü gösteriyordu takvim:
“Saatli Maarif Takvimi.”
Bütün yaprakları iki temmuzdu
kaçırıyorum sandım aklımı!
Üstündeki resimler;
anamız,
bacımız,
oğlumuzdu.
Bir kez daha
kanıtlanmak istenmişti cehennemin varlığı!
Bir kez daha
yüceltilmek istenmişti yobazların barbarlığı!
Bir kez daha
yakılmak istenmişti mazlumların insanlığı!
İlk kez
düşümde düş gördüm!
İlk kez
dalga dalga diriliş gördüm!
İlk kez
tüm bedende gülüş gördüm!
Omzunda yüzülmüş derisi
ve elinde meşale;
çağırdı yanına beni Seyyid-i Nesimi.
Çağırdı ve tek tek gösterdi:
Maraşı, Çorumu, Dersimi...
“Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartanlar.
Gül alırlar, gül satarlar
Çarşı pazarı güldür, gül.”dedi.
Büyümemiş
hâlâ 14 yaşında Menekşe Kaya.
Orda da annelik yapıyor
12 yaşındaki yaramaz kardeşi Koraya.
Tek bir saz çalıyorlar.
Sarılmışlar birbirlerine, vücutları da tek.
Rengi altın sarısı
mis kokan tap taze iki çiçek.
“Annemizi özledik: Kucağını.
Haber veremedik yanarken
biliyorduk bırakmayacağını!”
“Hediye almıştık babamıza, cebimizdeydi.
İnanır mısınız?
Kapkara olmuş deseni
bembeyaz ve kare kareydi!”
“Cebimizdeki ekmek de yandı!
Açtık yanarken
susuzluğumuz dağlandı!”
“Büyüklerimize hep inandık:
biz de büyüyecektik.
Çocukluğumuz muydu suçumuz?
Nerde kaldı insanlık?”
dediler
gözlerini gözlerime dikerek!
Yutkundum!
Konuşmalarını balla kesti Edibe Sulari:
“Güneş altında eriyen
Görüp ileri yürüyen;
Çalışıp işe yarayan
İnsanlara canım kurban.”
Sazı eşliğinde sordu Aşık Mahzuni:
“ Bir dikili taştan gayrı nem kaldı?” diye.
Nutkum tutuldu:
“ Bağdat’ta savaş
Anadolu’mda sıkma baş
çığlığı var!” diyemedim.
“ Kara duman çökmüş yurda
Onun için düştük derde.
Dosta giden yolun nerde
İzin ize benzemiyor.” dedi Muhlis Akarsu.
Tam ortalarındaydı Aşık Veysel:
Açıktı gözleri.
O düşündü, ben yazdım
söyleyeceği sözleri:
“Sermayem sazımdı, gözlerim âmâ,
Tıkıldım beşimde tek gözlü dama.
Çok zor isim bulmak insan yakana,
Kara toprak aklayamaz sizleri.”
“Pişirirdi anam yeşil madımak
Kör olsun, tadını unutmaz damak.
Neydi günahı da söndü kırk ocak
Yeşil yaprak saklayamaz sizleri.”
“Kabahati neydi ilim Sıvasın?
Aklını kullan ki insan olasın.
Taşıyor beyninden kirin ve pasın
Kızılırmak paklayamaz sizleri.”
Kulağıma fısıldadı
içlerinden en tıfılı:
“Saklambaç oynanıyor sandık!
Tarumar olduk
sine sine saklandık.
Ali, Haydar, Ayşe;
sobe
diyemedik hiçbirimiz
çok kurnazmış ebe:
Yandık !”
Soyadına benzeyen sesiyle;
“Ağaç demiş ki baltaya:
‘Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden.
Bak şu ağacın bilincine sen!
Ölen ben, öldüren benden.” dedi Ruhi Su.
Gür bir ses duyuldu korodan:
Söyleyeni çok,
sesleri tek,
sözleri tok:
“Dildik biz:
Sazda, sözde, dürüm dürüm acı yiyen...
Gül’dük biz:
Bülbüle aşık, kendi dikeniyle büyüyen...
Gönüldük biz:
Hak ve halk aşkı için eriyen...
Öldük biz:
Sağ olsun yakanlar,
seyredenler şen!”
Duruşu da heybetliydi sesi de:
“Şah’ı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Han’a.
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır.”
“Ben Musayım sen Firavun
İkrarsız Şeytan’ı lain.
Üçüncü ölmem bu hayın
Pir Sultan ölür dirilir.”
Yükselirken semaya yanık kokusu ve duman;
biz de yükseldik
ve seyrettik 33 metre yukarıdan:
Yüreği
Kan,
teni kan kokan
kan emicileri.
Dedik ki hep bir ağızdan:
“Rüyalarımız vardı:
Kül olduk düşlerimize,
ödül olduk gençlerimize,
savrulduk bilinçlerinize!”
Sırtımızda kambur İki temmuz1993.
Ey evlat,
insanlık için söz ver ve ant iç.
“Geliyorum!” demez,
“acaba gelir mi?” diye beklenmez
şeriat.
Görebildiğin herkese tek tek anlat:
İçin sızlar
çarşafa zorla sokulduğu zaman
anan, bacın ve kızlar.
Ne güneş kurtarabilir seni
ne de karanlıkta seyrettiğin şu yıldızlar.
Ben uyandım.
Ya sizler?
“Yanında dağılmış kağıtlar
Ve tütün tabakası var.
Bir bez parçasıyla
Ağzını tıkamışlar,
Cesetini sırt üstü
Boyunca uzatmışlar.
Bir deniz kabuğunda
Dalgaları duyanlar;
Boş bir mermi kovanı
Sizce nasıl uğuldar?”
Metin Altıoktu bu soruyu soran.
Durur mu
hemen yanıtladı Dr. Behçet Aysan:
“Kana boyandı kirmenimde yün
kuşmarlara, tuzaklara düştüm:
menevişlendi durgun sularım.
sedef
bir bıçak aldım dostlar;
güneşi yiyorlar
aç kuşlar!”
Ve devam etti:
“İndirdi kepengini üstümüze
kara böğürtlen bir gece.
Ne yapsam
pirinç şamdan taşısam.
Geçirdi hevengini yağlı urgan
boynumuzda bir kiraz dalı.
Ne yapsam
çatal dirgen kullansam!
Bindirdi dengini bir katara:
Bal rengi kömür gibi acıdan
açlık, gözyaşı, kan.
Bindallı fistanı gül
işliği mavi çelik tül
savrulsa külleri harman.
Yaralı ve yayan yürümektedir yaşam.
Ne yapsam ne yapsam;
bir çatal dirgen, bir pirinç şamdan!”
Birlikte yeniden yaşadık 2 Temmuz 1993’ü.
Birlikte yeniden seyrettik:
Kılların bile kıpırdamadığı
külleşen “Madımağı!”
Kayıt Tarihi : 19.9.2008 09:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiir, 2008 yılında İZMİR-DİKİLİ'DE Madımak olaylarını anmak amacıyla yapılan etkinlikte halka okunmuştur
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!