Bir varmış, bir yokmuş...
Zamanlardan bir zamandayız.
Mevsimlerden ilk bahardayız.
Günlerden bir gün Teloğlan'ın anası,
Elinde kocaman sopası ile dikilip oğlunun başına,
Yumup gözünü, açmış ağzını:
'Bre Tel oğlum,' demiş.
Ne bir mesleğin, ne de evde bir emeğin var.
Sen de eller gibi çıkıp dışarı, bir iş ara kendine.
Bu tembellikle aç kalacağız bir gün. Sonra demedi deme.'
Bunun üzerine bizim Teloğlan:
'Ya Allah! ' deyip vurmuş yollara.
Az gitmiş, uz gitmiş.
Dere, tepe düz gitmiş.
Altı ay bir güz gitmiş.
Dönüp bakmış ardına...
Meğerse bir arpacık yol gitmiş.
Ne ise masal buya...
Biz bakmayalım buğdaya, arpaya.
Hiçbir vakit dönmeyelim arkaya.
Teloğlan'ı takip edelim.
O nereye gidese biz de gidelim.
Vara vara varmış Tel'in yolu bir sarayın önüne.
Demiş bizimki kendi kendine:
'Akşam olmak üzere.
Yatayım burada bu gece.
Sağ salim ulaşayım gündüze.'
Bu karar üzerine Teloğlan atmış adımını.
Burası kocaman bir salonmuş.
Tabanı halı kaplıymış.
Som mermerdenmiş dört yanı.
Teloğlan'ın ardı sıra
Kapanmış girdiği demir kapı.
Kilitlenen kapıyı zorlamış bizimki.
Ama açamamış bir türlü.
Nasıl açsın ki?
Kapı kapı değilmiş sanki.
Ne menteşe varmış, ne de bir kol.
Demiş kendi kendine:
'Teloğlan kaderine razı ol!
Unut geriyi ileri yürü.'
Bu kararın ardından üç beş adım atmış.
O sırada açılmış gizli bir kapak.
Bir kuyu ayağının altında...
'Ne oluyor? ' demeden yuvarlanmış boşluğa.
'Tutunayım,' diye sağa sola saldırmış.
Ama ne sağ varmış, ne de sol.
'Teloğlan kaderine razı ol! '
Bir süre düşmüş ve çakılmış sert tabana.
Gözleri karanlığa alışınca doğrulmuş.
'Burası ne büyük böyle? ' diye düşünmüş.
Yuvarlak bir taş oda imiş burası.
Ortasında kendisi.
Çevrede ne bir in, ne de bir cin varmış.
Oda, ova kadarmış.
Odanın duvarlarında bir sürü kol ve tokmak...
Tehlikeli olur mu bu kollara dokunmak?
Teloğlan bu korkar mı hiç?
Asılmış kolun birine: Fooş!
Aaa ne hoş, demeyin.
Sanki delinmiş gökyüzü, başlamış yağmaya.
Ama ne yağmur! Şarıl şurul...
Teloğlan şaşırmış:
'Yağmuru durdurmak gerek. Ama nasıl? '
'Eğer şu kolsa yağdıran bu seli,'
'Durduran da o olmalı...' demiş.
Tekrar asılmış kola ama nafile tabiî.
O olmadı, belki bir başkası...
Teloğlan öteki kolu indirmiş aşağıya.
Yağmur durmuş ama başlamış kar yağmaya.
Ama bir kar ki lapa lapa...
Şiddeti zemheri kadar...
Bir kış ki sormayın, dondurucu ayaz var.
İlikleri üşümüş, bizim zavallı Teloğlan'ın
Takırdamış dişleri:
'Bu işleri nereden sardım başıma? ' demiş
Ve pişmanlıkla hayıflanmış.
Kışı durdurmak için yerinden fırlamış.
'Olur mu, olmaz mı? ' dememiş.
Birer birer tüm kolları denemiş.
Bu olmamış. Öteki. O olmamış. Beriki derken...
'Şak! ' diye kolun biri kesivermiş tipiyi.
Ama aksilik bu ya.
Asılmışmış meğerse bir başka yanlış kola.
Bu sefer de başlamış gök gürlemeye.
Başlamış şiddetli şimşekler çakmaya.
Başlamış yıldırıcı yıldırımlar düşmeye.
Gök, gök olalı görmemiş imiş böyle bir olay.
Söylemesi kolay. Ama yaşaması çok zormuş.
Teloğlan zıpır zıpır zıplamaya.
Köşe bucak hoplamaya başlamış.
Ama çok sürmemiş, yorulmuş bu gidişle.
Demiş kendi kendine:
'Bir kol daha çekeyim, şimşekten kurtulayım.'
Yapmış hemen kafasından geçeni.
Gitmiş kolun birine eli.
Bununla birlikte kesilivermiş toz duman.
Aman aman! O sırada ne olmuş bakın.
Bir güneş, bir aydınlık, sanki ilkbahar ortalık.
Karlar erimiş, çekilivermiş tabana.
Sular buharlaşmış, çıkıvermiş tavana.
Kuruyan topraktan otlar fışkırmış.
Çiçekler çıkmış üç tane.
Ortalık olmuş gülistan.
Teloğlan baygın, Teloğlan mestan
Oda olmuş bağ, bostan.
Çiçekler öyle güzel öyle renkliymiş ki...
Dünyada yokmuş benzerleri.
Çiçekler öyle kokuluymuş ki...
Bayıltırmış herkesi.
Teloğlancık sevinçle koparmış birini.
Burnuna götürmek üzereymiş.
'Dur ey yiğit.' demiş çiçek ona.
Teloğlan demiş şaşırarak:
'Bak şu konuşana! Sen canlısın.
Hem de Konuşuyorsun benimle...
Bu ne iştir söylesene.'
Çiçek kızda bir cilve, bir işve:
'Ay Teloğlan Teloğlan! Hepimiz sana kurban...
Biz biz idik, biz idik. Üç kız kardeş idik.
Bu sarayın sahibi yeşil dev kaçırdı bizi.
Hepimizi tohum yapıp ekti yerin altına.
Bekliyorduk yıllardır bizi kurtaracak yiğidi.
İşte geldin sonunda sen buraya.
Tabiî ki bizi yeşil devden kurtarmaya.'
Teloğlan hindi gibi kabarmış:
'Tabiî ki geldim gelmesine de...
Sizleri de kurtaracağım ama...
Şimdi bu karanlık kuyudan kim kurtaracak beni? '
Çiçek kızlar demişler:
'Korkma yiğit, hele sarıl boynumuza.'
Teloğlan yapmış deneni.
`Ne oluyor? ' demeye kalmadan,
Hızlıca uzamış çiçeklerin gövdesi.
Yukarı çıkmış gül kızların bedeni.
Olan olmuş, bulmuş kendini bizimki yer yüzünde.
Çırpmış ellerini şaşkınlık ve sevinçle
Ama... İşte aması var her işin.
Duyulmuş bir ses ki sayın ki boru.
Kaplamış sağı solu:
'Kimsin sen? Ne arıyorsun sarayımda? '
Teloğlan öyle bir korkmuş ki görünce yeşil devi.
Demiş kendi kendine:
'Hemen kaçmaktır kurtuluşun yolu.'
Ama dev bu kocaman parmağıyla enselemiş bizimkini.
Demiş ki titreterek dağları:
'Söyle bakalım insanoğlu.
Kırk katır mı ister canın?
Yoksa kırk keskin satır mı? '
Teloğlan yalvar yakar olarak:
'Dev dayı israf etme de sende kalsın.
Bir gün belki gerekli olur o katırlar.
Bir gün belki lâzım olur o güzelim satırlar.
Ben gideyim buradan ufak ufak...
Anam beni hatırlar. Üzülür kadıncağız.'
O sırada unutulan sarmaşık boylu kızlar,
Uzatıp ince dallarını yeşil devi dolamışlar.
'Ne oluyor? ' dedirtmeden sütunlara bağlamışlar.
Sonra dönüp Teloğlan'a demişler:
'Şimdi bizi kopar dalımızdan.'
Emir kulu Teloğlan...
Kızlar ne diyorsa o olmalı.
Hak yerini bulmalı.
Kopan çiçekler bir bir dünya güzeli olmuşlar.
Yitirdikleri yaşamı yeniden bulmuşlar.
Bu sırada tutsak olan dev, başlamış yalvarmaya:
Teloğlan bu, kıyar mı hiç bir canlıya.
Tövbe ettirmiş deve. Çözmüş bağlayan dalları.
Sonra yanına almış dünya güzeli kızları.
Ve de torba torba altınları...
Veda etmiş yeşil deve.
Sağ salim dönmek için eve,
İzine basa basa vurmuş yola.
Uzaklaşmış güzellerle kol kola.
Bazen mola vererek,
Bazen saatlerce yürüyerek
Az gitmiş, uz gitmiş.
Masal masal matitas...
Tas tas soğuk sular içmiş yolda.
Çayırla çimen biçmiş sağda solda.
Teloğlan ermek için amaca,
Yolu sardırmış dik bir yamaca.
Altı ay, bir güz daha gitmiş.
Var varadan vararak, sür süreden sürerek...
Asya'dan, Amasya'dan, Tire'den sürünerek...
Ben deyim uzunca bir süre.
Siz deyin göz açıp kapayana kadar
Bir zamanmış geçen aradan.
Başladığı gibi bitense işte bu masalmış.
Yaşam gerçek, masallarsa yalanmış.
Ermiş onlar murada, biz çıkalım kerevete.
Şişmanlamamak için başlayalım diyete.
Hareketlenmiş masalın sonu.
Başlamış masalcının en tatlı oyunu.
'Pat! ' demiş. Bir elma düşmüş gökten.
Teloğlan kapmış onu.
Bir elma daha düşmüş. Onu da ben kapayım.
Sanırım bir tane daha düşecek yukarıdan.
Burada bekleyin, onu da siz kapın.
Kayıt Tarihi : 20.2.2006 16:26:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ahmet Yozgat](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/02/20/teloglan-ile-cicek-kizlar.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!