Ahmet Karaoğlu - Taşta Aranan Şefkat Şii ...

Ahmet Karaoğlu
105

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Onunla ilkokul dördüncü sınıfı aynı sırada okumuştum. Evleri okulumuzun yolu üzerinde idi. Kapılarının önünden geçeceğim zaman sanki ikimiz içinde saatler karşılaşabileceğimize ayarlanmışçasına buluşup, okula giderdik. Sınıfta ise, derste pek gözümüz olmazdı. Okul saati dışında o demir atölyesine gittiği için yalnızca pazar günleri eski belediye binasının yıkılan arsasında buluşup, en çok sevdiğimiz oyunu,’çın çın’ oynardık. Toprakta üst üste dizilen madeni paraları, elimizdeki parayla sırasıyla vurarak çevrileni kazanma oyunuydu. Ellerimizde hep çamur olurdu. Ama onun elleri çamurdan başka ayrıca siyah isli ve çatlaklarla doluydu. Ellerinin çatlak ve isli oluşunu zamanla fark edip, sorup öğrenmiştim. Onun annesi öldükten sonra henüz bir yaşlarında iken babası tekrar evlenmiş, çok küçüklüğünden beri de babasının sanayide bulunan demir atölyesinde çalışmak zorunda kalmıştı. O sene dördüncü sınıfı ikimizde geçememiştik. Ertesi yıl onun iki yaş küçüğü diğer anneden olan kardeşi, bizi tekrarladığımız dördüncü sınıfta yakaladı. Seneyi beraber okumaya başlamıştık. Onun yine hafta içersi okul saatleri dışında babasının demir atölyesine gidip çalıştığından; elleri kirli, çatlak ve yüzü hiç gülmezdi. Diğer anneden olan iki yaş küçük kardeşinin eli ayağı temiz ve düzgün bir şekilde okula devam ediyordu. Zaten kardeş olduklarını pek bilen yoktu. Arada sohbetleştiğimizde; çok küçük yaşta annesini kaybettikten sonra yeniden evlenen babası, ilgi ve şefkatini tamamen azaltarak kesmiş, yaz, kış demir atölyesinde sürekli çalıştırmıştı. Diğer anneden olan çocuklarla babası daha fazla alakadar olup, tamamen ayrımcı bir tutum gösteriyormuş. Babamın mevcut olan maddi imkânın vermiş olduğu ve beynime yerleşmiş rahatlatıcı hayal avuntusu yanı sıra; yedi kardeş, aile büyükleri, köyden gelen yatılı misafirler ve kışın ancak ısıtılabilinen oturma odasındaki sevgi saygının olduğu ama hissedilemeyen bir ortamda yaşadım. Kalabalık bir aile içersinde fark edilebilsen de kayıt dışı kalabilme ihtimali ile bütün olumsuzluklara açık ve suça yönelebilme potansiyeli ihtimalleri içersinde tesadüfen ve kazasızca atlatılan çocukluk dönemimin sonrası; lisedeki bazı arkadaşlarımın sayesinde düşe kalka liseyi bitirip, askerden sonra memuriyete başlamıştım. Eskisi gibi olmayıp, işimi ve hayatı artık önemsiyordum. Arada karşılaştığım o arkadaşımın yaşamında hiç değişişlik olmadığı gibi; her gördüğümde daha dertli, bezgin daha gönlü kırık ve acılıydı.
Babasının ona karşı ilgisizliği, ezici tutumu, diğer kardeşlerinden yapmış olduğu ayrımcılığı ve atölyenin kiri, pisi onu biraz daha hayattan küstürmüştü. Babasının tutumundan dolayı her ne kadar eziklik yaşadığını, gönlünün kırıldığını ve baba şefkatini hiç görmediğini söylemesine rağmen, babasına karşı kin ve nefret ifadesini hiçbir zaman ondan duymadım. Artık elli yaşını aşmıştı. Ne evi vardı ne çoluk çocuğu, nede düzenli yaşamı. O seneler babası da Hakkın rahmetine kavuşmuştu. Bu seferde, babasının ölümü ile bambaşka yalnızlık, düzensiz ve acılı bir yaşamı meydana getirmişti.
Bir gün yine ekseri yaptığı gibi; yoğunluluğu olan ana caddenin kaldırım taşına oturup, iki elini dizlerinin arasına alarak, dalgın ve don bir vaziyette durduğunu gördüğümde hemen yanına yanaşıp, ilgilenmek istemiştim. Yerinden kalkamayacak kadar alkollü idi. Ne hikmetse; hep akşama doğru aynı caddenin aynı kaldırım taşına bir kaç günde bir gelirdi. Üvey annesinden alamadığı sevgiyi, babanın göstermediği şefkati kaldırım taşında bulacakmışçasına kaldırım taşına oturup, oturup vaktini geçirip binlerce insan selinin gözü önünde hiç fark edilmez bir şekilde tekrar gözden kaybolur giderdi. Babasının ölümünden sonra şimdi daha çok ilgiye ve en azından konuşabileceği birilerine ihtiyacı vardı. Özellikle o sıralar sürekli ilgilenip, takip etmeye çalışıyordum. Yakınlık gösterip ilgilenmemden memnun olduğunu ve mutlu olduğunu belirtirdi. Hatta bir daha alkol almayacağını, kendini toparlamaya çalışacağına söz vermişti. Aynı evde yıllarca şefkat ve sevgiden yoksun dışlanmış ve ezilmişliğin acısı yanında ayakta kalıp yaşamaya çalışmak ve mutsuzda olsa var olma mücadelesine karşın; vermiş olduğu söze gerçekten inanmıştım. İnanmak istiyordum. Son iki üç haftadır yine akşama doğru bu sefer; alkol almadan aynı yerdeki aynı kaldırım taşına gelip, oturup vaktini tamamlayıp, giderdi. Artık en azından şimdilik alkollü olmadığını son haftalarda görüyor, umutlanıp, seviniyordum. Bakışları düzelmeye, konuşması anlaşılır ve yüzünün rengi yerine gelmeye başlamıştı. Yaşı elliyi geçmiş olsa da; evlilik yapıp, şayet çocuğu olacak olursa onu sevip, koklayacağını, çektikleri acıları ona vereceği sevgi ve şefkatle unutmaya çalışacağından bile bahsetmeye başlamıştı.
Çok eskiden beri onu tanıdığım için; bir gün muhakkak bütün sıkıntı acı ve üzüntüleri aşacağına inanıp, umutlanıyordum. Şimdileri şükürler olsun artık onun yaşamındaki farklılığı görebiliyordum.
Birkaç gündür caddede o kaldırım taşındaki yerine gelmiyordu. Son zamanlarda yaşamındaki düzelmenin bana vermiş olduğu rahatlıktan mı bilemem; kendisine hem inanmış, hem de rahat hareket edebilmesini düşündüğümden, takip etmek istememiştim. Aradan iki gün daha geçince; kalmış olduğu mezbelelik, yıkık, ev bile denmeyecek yere gittiğimde kapısının kapalı olduğunu gördüm. Az ileride bulunan mahalle bakkalına sorduğumda; Belediye tarafından sahipsizler mezarlığına kaldırıldığı söyleyince, beni soğuk bir ter bastı. Dizlerimin bağının çözüldüğünü fark ettim. “Erzurum

Tamamını Oku