Bir taş var uzakta.
Gövdesi kalın ve uzun bir göl kıyısında.
Yuvarlak mı yuvarlak bir taş.
Üzerinde yosun tortuları.
Parlak ve ışıltılı,
Yüzdükçe eğlenen çocuklar gibi.
Masum aynı zamanda potansiyel bir kötülük abidesi.
Yosunun içinde yeşil kabarcıklar.
Eski insanlar gibi sürekli çoğalırlar.
Patlak, çatlak bir fantezi,
Tıpkı bir yosun fetişisti.
Dokundukça zevke gelen bir hile.
Kabarcığın etrafı tılsım.
Başka diyarlardan edilmiş sürgün.
Ağlamış bir yerlerde çocuklar.
Ondandır böyle hüzün.
Şimdi bir kelebek kondu taşın üzerine.
Vaat edilmiş kanat çizgisinin güzelliğine.
Taş mutlu ve yerinde.
Kelebek tedirgin ve kaygılı bir şekilde.
Belki az önce bir cinayet işlemişti.
Ya da ayrılık acısı çekiyordu.
Yoksa o, her canlıya mı vermiş bu vahşiliği.
Az önce taşın üzerinde.
Öldü vahşi kelebek.
Cesedi öylece kalarak,
Yumdu yumacağı yerlerİ bilerek.
Taşı bırakıp da gitti zavallı kelebek.
Taş hüzünlü ve dertli.
Üzerinde duruyor kelebeğin cesedi.
Cesedi ağırlığını bastırdı.
Taş olduğundan kat be kat ağırlaştı.
Kimse hissetmedi taşın acısını.
Ne soran,
Ne de teselli veren oldu.
Taş kaldı kalacağı yerinde.
Zaten hareket edemezdi de.
Bir fırtına bekliyordu beklide.
Ona aşık olduğundun değil.
Üzüntüsü ona acıdığındandır.
Taş için her acıma bir üstünlüktür.
Uzaktan bir kadın geliyordu.
Kırmızı saçlı mavi gözlü,
Uzun, dar ve tek parça elbisesiyle geliyordu.
Taş unuttu unutulan her şeyi.
Kalbi yerinden çıkacakmış gibi bekledi.
Kadın geldi.
Kendi açısını bilerek oturdu taşın üzerine.
Oynadı yosunlarıyla taşın.
Seviniyor ve gülümsüyordu.
İlk oyuncağı olan çocuklar gibi.
Taş kadını iyi karşılamıştı.
En güzel yerini ona vermişti.
İşini doğru yapmanın haklı gururu vardı yüzünde.
Göğsünü gere gere artık bahsedebilirdi bunu.
Kadın eğildi taşın altına.
Yeni açılmış bir çiçeğe baktı.
Aldı götürdü burnuna.
Kokusunu anlamaya çalıştı.
Çiçek üzgündür.
Kadın, kokusundan anlamıştı.
Çok fazla sevmiyor mu çıkarmıştı sevenlere.
Bir papatya neşelendirirdi oysaki.
Bütün hata sevenlere aitti.
Kadın bunu bildi.
Sonucu belirleyen nasıl işe başladığındır.
Papatyayı okşadı nazikçe.
Ufak ve zımparamsı elleriyle.
Taş söylendi kendi kendine.
Zülüm etmişlerdi hoyrat patronlar ve eşler.
Taş kızardı kızaramadığı yerleriyle.
Bir yerlere isyan etmek vardı içinde.
Sonra düşündü kendi kendine.
Kadınla aynı duyguyu paylaşmakta güzeldir.
Kadın güzeldi ancak,
Hırpalanmış ve sarkan yağları bir torbayı doldurabilir.
Az önce bir adam geldi.
Eli cebinde.
Hesap sorar gibi baktı yüzüne.
Sonra elini cebinden çıkararak,
Doldurdu mermileri tüfeğe.
Sıktı kadına tam beş kez.
Yığıldı kadın taşın üzerine.
Serildi kanlar içerisinde.
Adam hiç arkasına bakmadı bile.
Kahroldu taş ufalmak istercesine.
Kadının çığlıkları hala kulağında taşın.
Vücudu kanlarla yıkanmıştı.
Her hücresini doruğuna kadar hissediyordu.
Bu kadar zülümkar olunmaz diyordu.
Bugün çok ağırdı taş.
İki cesedi kaldıramıyordu yüreği.
Üstelik öldürülmüştü efendisi.
Çünkü o hizmetli kılınmıştı insanların yoluna.
Yetinmeyen ve rahat durmayan insan evladına.
Böyle düşünerek isyan etmişti belki.
Hemen af dilemeliydi.
Ancak istemedi.
Çünkü her af bir isyanı gerektiriyordu.
Kan kurumuştu.
Bir tabaka oluşturmuştu.
Taşın bir parçası olmuştu.
Artık daha rahat anlayabilirdi kadını.
Taş en sonunda anlamıştı.
İşte hayat bu,
Acımasız ve hilekâr.
Gözleri buğulanmıştı.
Olsun ama anlamıştı.
Kayıt Tarihi : 14.11.2016 20:13:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!