Taş Ustası, Çoban, Mağaranın Yolcuları v ...

Ahmet Ersin Taşel
29

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Taş Ustası, Çoban, Mağaranın Yolcuları ve Peygamber Güneşi

Biz yalana davet etmeyiz
Sabrı tükenenler yoldan ayrılır...

Suskunluğumuzsa gizlenmek için değildir.
Makamından memnun olanların,
Makamlarında gözümüz olmaz.
Razı olmak, rızasını kazanmak makam sahibi olmak için yeterlidir.

********************************************************************
Zamandan kurtulan doğruluk 'Salihlerin' sözlerinde saklıdır.
Titreyen tek bir kalpte tek olanın ismi tekrarlanır.
********************************************************************
Allah Resulü bedeninden ayrılarak, Rabbine yürüdü.
Yüce dostuna kavuştu.
Ancak yaratanın işaretlerini koruyan kuran
ve elçilerinin sözleri dilimizde kıyamete kadar yaşayacak.
*************************************************************************
Gerçek, insanlara geldiğinde onu kabullenememelerinin nedeni, körleşmeleri ve yaşadıkları yalanlara kendilerini inandırmalarıdır.
*************************************************************************
Gönlün sahibi, onu işlemesini bilir.
Asıl gönül sahiplerinin yanında gönülsüz olmak gerekir.
Gerçek gönül sahiplerinin yanında gönüllü olmaya çalışmak.
Benlik hevesinden başka bir şey değildir.
*************************************************************************
Bir gönül sahibini incitmek kıyamet alametlerindendir.
*************************************************************************
Gerçek gönül sahipleri peygamberlerdir.
*************************************************************************

Taş ustası tüm heybetiyle kayaları parçalıyor
Parçaladığı kayalarla insanların yürüyeceği yolları yapıyordu.
Güneş gökyüzünde parıldıyor.
Rüzgâr dağların ardına çekilmiş bekliyordu.
Bulutlardansa henüz haber yoktu.
.......
İnsanlar sıcağın ve soğuğun altında, mevsim yaz kış demeden
soluk soluğa çalışıyorlar, ismi anıyorlar,
Çalışmalarının arasında uyanıncaya dek hayaller kuruyorlardı.
.......

Rüzgar esmeye başladı.

Efendi! geldi. Kan ter içinde çalışan taş ustasına işlerin nasıl gittiğini sordu.
Taş ustası bir kayayı daha parçalarken,
yere döşediği taşları, sütunları, duvarları,
kaleleri, kuleleri, kazıkları işaret etti.
Yılları yolları ve yüzleri gösterdi.

Efendi! taş ustasının yaptığı işi beğenmedi, böbürlendi.
Bir kaç şey söyleyerek çekip gitti.
.....
Ustabaşı! giden efendinin arkasından bakarken içinden
'Şimdi efendi olmak vardı.'
O zaman taş ustalarına nasıl taş döşeneceğini gösterirdim' diye geçirdi.

Efendi olmak nasıl olurdu acaba?
.....

Ustabaşının dileği bir zaman sonra gerçekleşti.
Ve efendi oldu. Artık taş ustasına,
taş ustalığını öğretebileceğini düşünüyordu.
Yere döşenen taşlar üzerinde dolaşırken
kralın elçisinden! haber geldi.
....
Kral! yapılan işleri beğenmiyor daha az taşla
daha çok iş yapılabileceğini söylüyordu.
....
Efendi içinden 'Kralın elçisi olmak vardı.
Böylece Efendiye nasıl iş yapılacağının haberini taşırdım' diye geçirdi.

Elçi olmak...
Elçi olmak nasıl olurdu acaba?
Kralın haberlerini taşımak
......

Bir süre sonra isteği gerçekleşti.
Kralın elçisi olarak krala hizmet ediyordu.

Çıraklardan, ustalardan efendilerden
oluşan bir topluluğa nasıl iş yapılacağının haberini taşıyor,

Onlardan hatalarını düzeltmeleri istiyordu.

......
Bir süre sonra kral, böylesine önemli haberleri,
gereğince taşımadığı için elçisine yakındı.
.....

İşte elçi o zaman tekrar içinden geçirdi 'Şimdi kral olmak vardı.' diye.

Kral olmak...

Yolun sonu mu acaba?
Kral olmak nasıl olurdu?

...........................................................................................................
Bir zaman sonra kral rahatsızlandı, elçisine görevini teslim etti.
Ardından hikâyeyi terk etti.
...........................................................................................................

Rüzgar bu, kumdan kaleleri darmadağın ediyor.
Kayıp koyunlar gibi olsalar da bulutları toparlıyor, onları dilediği yere sürüyordu.
........

Kral taç giyme töreninden sonra halka seslenmek için
elçisine halkın toplanması emrini verdi.
Bu zamana kadar yaptıklarından,
gelecekte yapabileceklerinden ve
asıl gitmeleri gereken yerden bahsedecekti.

...
Öğle vakti halk toplandı.
Kral yüksekçe bir yere çıkarak, halka seslenmeye başladı.
Konuşmasına daha yeni başlamıştı ki.

Güneş bulutların arasından sıyrılarak yüzünü gösterdi.
Halktan sıcağa dayanamayanlar.
Topluluğu birer ikişer terk etmeye başladılar.

.......................................................................................................................
Kara balçık, çıplak yuvası demeden
Gönlümüze doğan, gönüllerde batan, aydınlatan güneşimiz.
Dağların koynundaki barınağımız,sırrımız,
ıssız vadilerdeki, çöllerdeki yolumuz.
Başımız ve sonumuz.
........................................................................................................................

Kral o anda başka ülkeleri,
onların halklarını idarecilerini,
efendilerini, şahları, padişahları düşündü.
Başını gökyüzüne kaldırarak kısa bir süre güneşe baktı.
Gözleri ışıktan yanarken güneşi düşündü...

-'Şu kendisine çıplak gözle bakmaya dayanamadığımız güneş,
sadece körlere ve soğuktan üşüyenlere karşı mı merhametli?

Karanlığın derinliklerinden parıldıyor,
yer yüzüne ışık saçıyor ve bir kralı bile etkileyebiliyor.'

Güneş olmak nasıl olurdu acaba?
Güneş olmak...

.......
Bir süre sonra güneşin ışığı ve sıcaklığı kayboldu.
Çünkü rüzgârın sürüklediği bulutlar güneşin görünmesini engelliyordu.
Ve güneşin ışıkları yerine yeryüzüne bulutların gölgesi düşüyordu.
.......

Bulut gibi olmak, gökyüzünü kaplamak, nasıl olurdu acaba?
Güneşe perde olmak...
Rüzgârlarla dağıtılabilecekken mi?
......
Rüzgâr olmak var...
Alabildiğine esmek, yağmurların habercisi olmak
Bulutları, yeşilliklerin ve ekinli, ekinsiz vadilerin üstüne sürerek sağmak,
ardından toprak kokusu ile insanların ciğerlerine dolmak

Rüzgâr olmak,
Rüzgâr gibi alabildiğine esmek
Fırtınalar koparmak,
........

Rüzgâr
Ova, dere, tepe demeden esiyordu.

Koş gözünün gördüğü yere, gökyüzü bile olsa...
Göz yorgun olarak sana geri dönecektir.
......

Rüzgârdan kaçış var mı?
Yaprakların hışırtısı
Denizdeki dalgalar...
Aldığın her nefeste bir payı var
Seher vakti yalnızlığında,
Kapı aralığından gelen uğultular...

Rüzgârdan kaçış var mı?
Rüzgâr böylesine eserken?

Alabildiğine esmek...

Rüzgâr böylece eserken
Bir vadiyi terk etti.
ve dağa doğru yol aldı
Dağa doğru esti, esti, esti.

Denizden gelen ılık bir meltem gibi,
Ağaçları deviren
Şehirleri yıkan bir kasırga gibi

Uğultudan başka bir ses yok

Gücünü toplayarak tekrar, tekrar esti.

Kulaklardaki çınlamalar
Anlayamadıkları bir ses var
Kapalı kapılar...
Bir rüzgar var.

Rüzgar olup dağa doğru esmek mi?
Yoksa esen rüzgara karşı dağ gibi durmak mı?
Dağ ise sesini sadece sana geri duyurur

Yankılanan sözler...

Hangisi?
Hangisi olmak?
Hangisi olmak daha iyi?

En doğru olan hangisi?

Eğer dağ olup zulme karşı durmaksa

Hayır
Hayır uyanmalı.

Yorulmamalı...

...........................................
Görüntü berraklaşıyordu.
............................................

Hayaller insanı ne kadar büyültüyor
Nasıl da küçültüyor.

Büyüklük ancak tek olan ve diri kalan için.

Büyük bir kaya daha parçalanarak yere yuvarlandı
Taş kanadı.
.......................................................................................

Şimdi...

Taş ustası olmak var.

İşe devam etmeli.

Ahmet Ersin Taşel
Kayıt Tarihi : 7.5.2007 09:28:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Ersin Taşel