Kilisenin önüne geldiğimde saat neredeyse onbir olmuştu. Osmanlı tarihinin tek yönlü aynası gibi karşıma dikilen bu muhteşem yapıtın beni etkisi altına alması uzun sürmemişti.
Yüksek avlu duvarları, yüksekliği yaklaşık üç metreye varan demir kapısı ve kapıdan içeriye girildiğinde her iki tarafı mermer sütünlarla bezenmiş ve yine bu sütunların yanında bulunan minik melek heykelciklerinin muhteşem varlığını sergilediği mermer basamaklar bu yapının ustasına olan hayranlığımı şaşılacak derecede arttırıyordu.
Kilisenin asıl girişi olan ikinci kapı ise bir sanatçının elinden çıktığını ilk kez görenlere haykırıyordu sanki mağrur bir şekilde ve kapının üzerindeki taş oymayı okuduğunuzda (ki bunun yakın bir zamanda ileve olduğu belliydi) bu kilisenin bir ermeni kilisesi olduğunu hemen anlıyordunuz.
Günlerden pazar olması nedeniyle kilise açıktı. Kilisenin köşe bucak sayılabilecek yerlerinde, o kilisede görmemiş olsam bile ermeni olduklarını anlayabileceğim ellili yaşlarının üzerinde dört adam oturuyor, hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Garip bir şekilde, sanki bilinmeyen bir gücün etkisiyle kiliseye girme itiyadı duymuştum. Onların arasına karışmak ve ayini izlemek istiyordum ve izleyecektim de...
Köşede oturan ihtiyarların ve yavaş yavaş kiliseye giren cemaatin sergilediği hareketler ayinin başlaması için zaman olduğu izlenimini yaratmıştı bende. Avlu kapısından içeri girenleri rahatlıkla görebileceğim bir yeri, kilise duvarının dibini seçmiştim oturmak için sigaramı cebimden çıkarırken. Mevsim sonbahardı ve hava serindi. Ceketimi bedenimi sımsıkı saracak şekilde çekiştirip çömelirken sigaramı yakmıştım. Elimde ise bir sahaf dükkanından aldığım kitabı tutuyordum.
Gayri ihtiyari, rasgele bir sayfasını açıp okumaya başladım kitabı. Kitabı bazen başından bazen de herhangi bir yerinden okumaya başlamak, bir başka deyişle gözatmak, o kitap hakkında fikir edinmek veya kitabı tanımak açısından etüd anlamı taşır benim için. İşte, öylesine açtığım bir sayfada gördüklerim, o kitabı okumak babında yeni bir heyecan oluşturmuştu içimde.
Hani kendinizi tanımak için düzinelerce kitap okursunuz ya da yazı yazarsınız, kimliğinizin düsturunu değişik zamanlarda yaşamış, bilmediğiniz, tanımadığınız insanların hayatlarında yaşamaya çalışır, çoğu zaman da bu isteğiniz hayal kırıklığıyla noktalanır ya veya herhangibir kitabın herhangibir sayfasında rastladığınız bir yazı, tek bir cümle tüm hayatınızı özetleyiverir birden...
İşte okuduğum o sayfanın içeriği de benim batnımda öyle bir anlam uyandırmıştı.
Kitaba dalmış, elimdeki sigaranın bittiğini fark edememiştim bile. Önümden geçen bir kaç kişinin, köşede oturan ihtiyarlar olduğunu ise başımı kaldırdığımda anlamıştım ancak. Yüksek avlu kapısından hızlı adımlarla içeri giren orta boylu, kumral ve muhteşem bir vücut yapısına sahip kadının aceleci tavırlar sergileyerek yürümesi ayinin başlama saatinin geldiğine dair izlenim uyandırmıştı bende. Kitabı kapatıp kiliseye girdim. Biraz önce önümden geçen kadın arka saflarda oturan, biri erkek biri kadın olmak üzere orta yaşlarda iki kişinin yanında ayakta duruyordu.
Başımı çevirip etrafa bakacak olsam, kilisenin iç yapısındaki ihtişamı görmem içten bile olmayacaktı belki.
Fakat ben garip bir şekilde o muhteşem güzelliğe odaklamış ve içimde birden bire belireveren sevişme isteği ile kendimi o kadının yanında vaaz dinlerken bulmuştum. Hayat beni renklerine boyuyordu.
Caldion marka parfümün kokusunu nerde duysam tanırım... Onda da tanıdım.
Bir koku bu kadar mı yakışırdı bir kadına... Bir kadına bu kadar mı güzel eşlik ederdi...
Rahip açılış duasını yaptıktan sonra, meşe ağacından yapılma uzun ve sıralı dizilmiş bank şeklindeki yerlerimize oturmuştuk. Başımın bir an için dönmesi yanımda oturan kadının kokusundan mı, yoksa güzelliğinden mi, anlayamamıştım.
Türk asıllı ermenilerin gittiği bir kilise olmasından dolayı ayin Türkçe yapılıyordu. Kilisede bulunan herkes vaaz veren rahibi izliyor ve dikkatli bir şekilde dinliyorlardı. Arasıra 'amen' diyen kişilerin dışında rahipten başka kimsenin sesini duymak mümkün olmuyordu. Ben ise herkesten farklı olarak başımı ona çevirdiğimin farkında bile olmaksızın yanımdaki kumral kadına bakıyordum. Bakışlarımı görmüş veya hissetmiş olmalı ki, başını bana doğru çevirip birden bire yüz yüze geldiğimizde, bir süre önce gözlerimin kararması şeklinde hissettiğim baş dönmesini çok kısa sayılabilecek bir zaman sürecinde tekrar yaşadım. Hafif çekik kaşları, ince fakat bir erkeği rahatlıkla tahrik edecek güzellikte dudakları ve yüzünün ön kısmına hafif düşen kumral saçlarıyla güzelliği yeniden keşfediyordum. Yüzünü kapatan saçlarını sol avucunun içerisine alarak geriye, omuzlarına atması ve rahibe dönerken gülümsemesi asla dikkatimden kaçmamıştı.
Güneş yüzünü bu sefer kilisenin penceresinden içeriye giren ışınlarıyla değil, kilisenin içinden dünyama yansıyan harikulade güzelliği ile göstermişti.
Aşık olmuştum...
Kayıt Tarihi : 23.9.2005 17:54:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!