''ZEKİ NURÇİN’İNDEN MUHTEŞEM BİR ROMAN DAHA''
Selim Kizildak
‘TANRIYI ÜZDÜĞÜMÜ MELEKLERİN AĞLAMASINDAN ANLADIM’
Roman Analiz...
Bu başlık Zeki Nurçin’in bir kaç gün önce piyasaya çıkan romanının adı.Bilindiği gibi bir süre önce ‘Tanrılar Ülkesinde Aşk’ adlı romanı okurlarıyla buluşmuştu.Okurlar daha bu romanın sıcaklığını hissetmeye devam ederken Zeki Nurçin ‘Tanrıyı Üzdüğümü Meleklerin Ağlamasından Anladım’ romanı okurlarının ellerinde ve evlerindeki raflarında yerini aldı.
Zeki Nurçin’in diğer romanlarında olduğu gibi bu romanda da önce kitabın adı bizi büyülüyor. Hiç Birşeyim Vardı (şiir) ,Varzebau Rüzgarları (roman) ,Yüreğinizde Hala Işık Varsa (roman) ,Cesaretini Bana Bırak Ve Git (roman) ,Tanrılar Ülkesinde Aşk ve en son bu yep yeni romanı,Tanrıyı Üzdüğümü Meleklerin Ağlamasından Anladım romanı.
Zeki Nurçin,bir süre önce yayınlanan ’Tanrılar Ülkesinde Aşk’ adlı tarihi romanı gibi kitapseverlere yine harika bir roman sunarken tüm becerisini büyük bir ustalıkla sunuyor okuruna. Romanın konusu diğer romanlarında olduğu gibi yalın ama sadece kendisine benzeyen bir anlatımla başlıyor ve okur kendisini bir anda romanın büyülü evreninde buluveriyor.Roman Almanya’nın güney kentlerinden Ravensburg’ta geçiyor.İlginç bir konusu var.’Tanrıyı Üzdüğümü Meleklerin Ağlamasından Anladım’ romanında Bayan Gümüş’ün,kendisini sonsuz seven El Adam’ı (Yusuf) hırsına kurban edişini duygu yüklü bir uslupla betimliyor.Mavi Menekşenin çağdaş destanı sayılan romanda,Bayan Gümüş deliler gibi aşık olduğu eşi El Adam’ı 2006 yılının mayıs ayında bir gece yarısı evden kovması ile başlayan hüzünlü yılları betimleniyor.El Adam bu vakitsiz kovulma ile yaşadığı ruh kırılmasını kimselere anlatamıyor,kovulmayı içine sindiremiyor ve herşeyden elini çekiyor,kendisini benliği içinde yoketmeye mahkum ediyor.Kitap okundukça bir yerde kitabın yazarı Zeki Nurçin’in bildik suskunluğunun altında fokurdayıp duran hüzün ve yalnızlıktan beslendiğini,beslendiklerini bilgi ile şekillendirdiğini anlayabiliyoruz.Kitabın kahramanı adeta Zeki Nurçin’in ellerinde can verir bir noktada.Yazar kahramanlarıyla yaşıyor ama yazarı özellikli kılan bir şey de konu ettiği hayatların bir yerinde durması,yaşananların içinde bulunmasıdır.’Tanrıyı Üzdüğümü Meleklerin Ağlamasından Anladım’ romanında büyülenmeye devam ediyoruz.Romanın kahramanlarından El Adam’ın yaşadığı hüzün beynine (sonunu getirecek) dayanılmaz ağrılar sokar en sonunda.Sırılsıklam aşık olduğu ve uğruna herşeyinden vazgeçtiği sevgilisi,eşi,geçmişinden kopup gelen çığlıklara yenik düşen M.B Gümüş onun yokluğuna dayanamaz.Büyülü bir hüznün baskısı ve engin pişmalıklarla aramaya koyulur.Ancak hiç bir araması sonuç vermez.Kovulmak El Adam’ı derinden yaralamış,yaşama sevincini öldürmüştür.Karmaşanın ve kaosun büyümeye devam ettiği bir sırada hüzne yenik aşkları bir Alman yazarın dikkatini çektikten sonra aslında sıradan bir tutku gibi beliren sadakatlerinin derin bir geçmişi ve sonsuz bir aşkla kök salmış olduğu anlaşılır.Yazar Bayan Helenburg,El Adam ile M.B Gümüş’ün aşklarının mitolojik açısını keşfeder ve bununla ilgili araştırmalara başlar.Önce El Adam’ın yaşamını inceler.Onun yaralı olduğu halde bir düşünür gibi donanımlı olmasına hayran kalır.Daha sonra Bayan Gümüş’ün fotografları üzerinde en son teknolojik imkanlarla bir takım araştırmalar yapar.Bulgularını ‘Sadakat ve Mavi Menekşe’ adlı bir kitapta toplar.Romanın bu aşamasında üç bin yıl öncesine kadar kısa bir yolculuğumuz başlar.Yazarın burada bilgeliği,sabrı ve gizemi devreye girer.Bayan Gümüş’ün ruhunun derinliklerindeki sarsıntının DNA’sını resmeder adeta.M.B Gümüş’de aramalarını sürdürür; en sonunda El Adam’ı hiç ummadığı bir yerde,mavi menekşelerin kabul ettiği bir yerde bulur ama artık iş işten geçmiştir.Hüznün ve aşkın sonsuz yolculuğu bu çalışma,sonradan M.B Gümüş’ün sadakatsizliğinin tablosuna dönüşür; kendisini aşkla sınayan Tanrı’yı üzdüğünü derin acılarla anlar.Bunu yakınlarına da anlatır ama bir masum bir duygunun katili olduğunu bilmektedir.
Zeki Nurçin hiç kuşkusuz verimli ve akıllı bir yazar.Yazdıklarını hemen yayınlama ihtiyacı duymayan,herşeyin bir zamanı olduğuna inanan sabrıyla,derin bilgeliğiyle insanı kendisine hayran bırakan yazarlardan.Yazdığı kitaplardaki kahramalarıyla konuşuyor sürekli.Örneğin bu romanındaki Bayan Gümüş’le konuşuyor belli aralıklarla.Gümüş’ün ruhundaki kırılmaları yazarken kendisi de üzgündür.Yazdıklarının bir hayal ürünü olmadığını işte bu noktada daha iyi anlıyoruz.Onun roman kahramanları inanılmaz derecede birbirine benzer.Örneğin bu Bayan Gümüş örneği.Bu bayan kahraman sanki daha önce yayınlanmış diğer romanlarında geziyor gibi.Bana kalırsa Leo Tolstoy için Anna Karenina ne ise Zeki Nurçin için Bayan Gümüş’te öyle bir karater.
Tam emin olmasam ama içimde uhde kalmasın,bir önceki Tanrılar Ülkesinde Aşk romanındaki tüm kadın karakterler bu Gümüş’ün özellikleriye donatılmış öyleki romanın asıl tanrıça kahramanı da bu Gümüş sanki.Hayal mi gerçek mi ona okur karar veremez çünkü işin sırrını bir tek yazarı bilir.
Anna Karenina, Rusların kendi ülkelerini ve dönemin aristokratlarını en doğru yanlarıyla yansıtan bir romandır. Lev Tolstoy'un 1876-77 yılları arasında kaleme aldığı Anna Karenina'nın ana teması her şeyden önce Rus ailesidir. Bu romanda Tolstoy, dürüst bir evliliğin açık mutluluğuyla evlilik dışı bir aşkın yol açtığı düş kırıklıklarını ve düşüşleri karşılaştırmaktadır. Anna Karenina, dönemin üst kademedeki bir memurunun karısıdır. Onu, hovarda Vronski ile kurduğu ilişkide hazin bir son beklemektedir. Bunun karşısında Kiti ve Levin'in arasındaki sağlam temellere dayalı aşk, Anna Karenina'nın kendini beğenmişliğini ve temsil ettiği aristokrasinin köksüzlüğünü ortaya koymaktadır. Rus halkının Napolyon ile yaptığı harbin anlatıldığı Savaş ve Barış'ın yazarı Tolstoy'un Anna Karenina'sı, yaratıcısının aile hayatındaki huzur getirmeyen zevklerinden usandığı ve inanç buhranının kıskacına düştüğü zamanların ürünüdür.Buna karşın Zeki Nurçin’in en güzel romanıdır dediğim ‘Tanrıyı Üzdüğümü Meleklerin Ağlamasından Anladım’ romanındaki Bayan Gümüş aristokrat bir aileden değil aksine işsizlik sınırında yaşayan,mutsuz bir evlilikten sonra sıcak bir sevgi kucağı arayan bir zavallıdır aslında.Aristokrat değil aksine geçmişinde sarhoş babasından dehşet veren dayaklar yemiş,dağılmış bir ailenin kendini kurnaz sanan ama güzel bir kadındır.Derin düş ve hayal kırıklıkları yaşamasıyla benzeşir Anna Karenina’ya.
Zeki Nurçin’in romanları derinine incelendiği zaman aslında Varzebau Rüzgarları’daki Nesrin,Cesaretini Bana Bırak ve Git romanındaki hayal kadın Zehra,Tanrılar Ülkesinde Aşk romanındaki Peri Kızı Zellos,Srimara,Nazya,Geşa,Ziveda ve en son romanın ana kahramanı Tanrıça Kubaba aynı kadındır ve doğrudan Bayan Gümüş’ü işaret eder.Tasvirleri hemen hemen aynıdır hatta aynı kahramanları tasvir ederken bir şifreymiş gibi bu kadın kahramanların bedenlerindeki iki ben’den söz eder.Burnun sol deliği altında ve gögsündeki benlerdir bunlar ve bu benler için güzelliğini onaylayan tanrısal mühür benzetmesi yapar.Yazarın kitaplarında kadınlar yok,tek kadın var ve o da bu kitapta yine hata yapandır.Öyleki bu kadın kahraman romanlarının dişi objesi,yalnızlığın ve hüznün dişi yüzüdür.İmgelerinin dişi hırsıdır.Yazarın bu hayal kadının karşısına diktiği de muhakkak hayattan biridir ama nerdedir? Sanırım bundan sonraki romanlarından en son karşımıza Gümüş olarak çıkan kadını daha sık sık göreceğiz ki bir yazar için ideal edebiyatın ölçüsü budur.Diyebiliriz ki Zeki Nurçin’in hepmize tanıştırdığı bir Anna Karenina var. Bu bayan yazarın hüznünün ve yalnızlığının ve içindeki derin bilgi aşkının eseridir.Yazara çok acılar yaşattığı aşinadır.Aksine bu kadar muhteşem ve kusursuz eserler ortaya çıkmazdı.Kitaptaki zekice sözler,aforizmaların da bir büyüsü var ve okuduğumuzda bu sözleri illede kendimizle taşıma isteği kabarır içimizde.
Romanın bir yerinde yazar,’’İlk çocukluk yıllarını ve Almanya'da devam eden yaşamının onaltı yılını kabuslar,irkilmeler,dayak ve işkencelerle kurban edilerek geçirmişti.Özlediği hayat ve erkek önüne çıktıktan sonra bu geçmişi üzerine bir daha gitmeyecek bir gölge gibi çökmeye devam etmişti aynı kabuslar.Merih ileride kendisine sunulacak aşkı bu gölgede kaybedeceğini düşünmemiş hatta aşkı katledeceği yazgısına eklendiğini,Tanrı'nın çocuklukluğunu,babasının eliyle cezalandırdığını düşünmüştü.Ama sonra,evreni bir çırpıda yaratan o sonsuz kudret sahibinin bana acı çektirmeye neden ihtiyacı olsun diye devam etmişti düşünmeye.Bu onun zevklerinden olamaz,demişti Marksist Mustafa ve eşi Aynur'a.''Tanrı bana aşkla kendisine hizmet etmemi istemişti...'' diye söylenmişti,''...Bense bunu anlamadım.Aşkın serin gölgesi üzerime çöktüğünde,beni anlam veremediğim bir kaygı ve huzursuzluk iç içe geçerek takip etmişti.Bu,geçmişimden de öteden gelen bir sadakatsizlikti,bilemiyorum.Sanki eski zaman tanrılarının saldırısına uğramış gibiyim.'' diye yazıyor ve Gümüş’ün ruh halini resmediyor.Bu yazılanlar aynı Gümüş’ün zamanla bozulacağını ve o kutsal,ulvi aşkı üç-beş dul kadın avcısına ve zaafına kurban edeceğini haber veriyor.Romanın içindeki hüznün kan revan saçar gibi patlamasının noktasıdır bu.Okur da yazarın ve kitabın hüznüne daha bir ortak olmaya başlıyor.Roman okundukça Bayan Gümüş’teki bozulma aslında El Adam’a bir tepki olarak gelişmeye başlıyor.Gümüş bir keresinde,’’Seninle yaşamak istiyorum,seninim’’ dediği aşkı El Adam’a nasıl oluyorsa bir kaç gün sonra,’’Sana da on yılımı veremem’’ dedikten sonra nedeninin ne olduğunu kendisi de bilmeden hırsına kurban ediyor.El Adam son günlerine kadar bu aşka tıpkı mavi menekşe efsanesindeki mitolojik kahraman Yeka gibi sadık kalırken Bayan Gümüş birilerine yaranmak için hayatın kendisine reva gördüğü tüm kepazelikleri kabul edercesine bu sonsuz aşka ihanet ediyor.Ama yazar ısrarla buna ihanet adını vermez romanda.Fakat cümle aralarında Gümüş’e tokat vurmayı da ihmal etmez.Saki bir yerden sonra yazar kendini romanın kahramanı El Adam’ın yerine koymaya başlar ve Bayan Gümüş’ün acı çekmesini ister gibidir.Düşünürün dediği gibi,’’İnsan önce sevdiğini öldürür.’’ Bayan Gümüş bu sözü ilahi bir emir kabul edercesine aşkına en zor zamanlarında ilk darbeyi vurarak onu perişan eder ve sonraki günlerde baş gösteren pişmanlığının da parçalanan esiri olur.Herşeye rağmen roman için Leyla ile Mecnun’un çağdaş hali dememiz için bir neden var çünkü romana konu olmuş gerçek aşkın mavi menekşenin sadık kalma hikayesi olması Leyla ile Mecnun aşkından da öncedir...Ortada,ister bizi üzsün ister kızdırsın yaşanmış ama Bayan Gümüş’ün hırsına kurban olmuş eşsiz bir aşk var.Bayan Gümüş romanda samimi bir aşıktır ama sona doğru yalnızlığından sorumlu tuttuğu,kovduğu El Adam’ı bilerek incitmesine karşın El Adam,ondan ayrıldığı güne kadar kalbine kimseleri sokmaz.Sevecekse insan El Adam Yusuf gibi sevmeli,onun gibi aşkı uğruna ölebilmeli.Bu anlamda çağın temiz yüreklileri El Adam gibi dürüst Mecnunlar değil mi?
Soluk soluğa okuyacağınız bu roman edebiyatın kilometre taşlarından biri olmaya adaydır kuşkusuz.Sonuç olarak şunu diyebiliriz,yine bilgece kurgulanmış,hüzün ve yalnızlığın,ayrılığın ve katledilmiş bir aşkın tarihini okurken yazarın edebiyatta yeni bir soluk olduğunu farkedeceksiniz.Bir önceki romanında,okurunun dediği gibi tarihin,bu romanında ise aşkın kadim dostu Zeki Nurçin okuyacağımız baş yazarlardan biridir.Yazarın güçlü bir analiz yeteneği var.Dış dünyanın görmediğimiz yanlarını bize betimliyor.Dış dünyanı anlatırken kahramanların yaşadıkları ortamlara uyumunu yazarken sıradan davranmıyor yazar ve bu farklılık onun romanının odak noktası.Bu romanda aynı şey göze çarpıyor ancak kahramanlarının iç dünyasını,iç yıkımlarını anlatırken edebiyatının kuramlarından da söz ediyor aslında.Bu son romanındaki Bayan Gümüş’ün aşk savaşındaki başarısızlığı ona nasıl bir mutsuzluğu getirdiğini ve Bayan Gümüş’ün ısrarla hata yaptığını ve hatta evli erkeklere çektiği acılara nispet yaparcasına açık kapı bırakmasını işlerken çok realist davranan yazar bir yerde kenisine hakim olamayıp onu,onun algılayacağı şekilde uyarabiliyor.Bu iletişim her yazarın romanında farklıdır.Zeki nurçin’de ise bu bir hüzün sanatıdır.Yalnızlığın aşk içindeki genetiği üzerinde oynamadır; kuraldır.En son tahlilde edebiyatta roman adına gizli ve gizemli bir başarıdır.El Adam gibi seven bir insanla bir daha karşılaşmayacağını bilen Gümüş,güzelliğini pavyon şarkıcılarına sunacak kadar işi çığrığından çıkarmasının sanatsal açısı romanın aslında gövdesi demektir.Gümüş,kovduğu halde kovulduğunu sanan gizli bir aptalıdır roman boyunca ama bunu farketmek imkansızdır yazarın cümlelere yerleştirdiği büyü sayesinde.İlginç olansa aptallığı da romanda sanatın kendisi...okunduğunda onun benliğine dokunacak ve ne demek istediğimizi de çok iyi anlamış olacaksınız ama bir de üzülecek ve ilk defa bir hüznü sevmiş olacaksınız.Romanın sonuna doğru Gümüş’ün bir ara bozulmaya mehil etmesi bu aşkın kutsallığına değil Gümüş’ün yaşamına gölge düşürmektedir.El Adam aşkı başladığı ilk gün gibi berrak bir sudur ve akıp yatağını bulur.Oysa Gümüş’ün hayatı bir mummaya dönüşür ve okurun onunla bağı kesilir.Sanırım yazarın bir sonraki romanında bu Gümüş’ü başka bir kadın olarak karşımızda gördüğümüzde ona şu soruyu soracağız.Sen,uğruna ölecek kadar seni seven El Adam’ın hayatla bağını kopardın.Onun yerini dolduran oldu mu? Bu aşkı incittin diye sana ödüller sundular mı yoksa,yazarın dediği gibi,ucuz bir fahişe olarak bir yerlerde güzelliğinin ölçüsünü mü anlamaya çalışıyorsun.?
Selim Kizildak
(Selim Kizildak'a ait bu yazi facebook'tan alinmistir)
Kayıt Tarihi : 3.6.2011 01:56:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!