Aşka küflü bir nefesle bulaşan
geceyi ininden sıyırıp güneşe çıkaran
tarihsiz bir yalnızlığın iklim değiştirdiği bahçelerde
sana adanmış kuşlarımın kafataslarını topluyorum
şimdi onlarca böcek var içinde.
Su hemen akmıyor çıldırdığında nehirler,
ateş kendini bile ısıtmıyor.
Umudun heyacansız bekleyişinde yüzüyor periler
Kanlı oraklarla yaşamı biçiyor
ağzında kirli umut kokusuyla zebaniler.
Kulakları yırtan bir sesle mermerin üstüne yayılan yüzüm
gerçeğin dümdüz ettiği beynime vuruyor.
Vurdukça ölü kuşların kanatlarına yapışıyor özüm
sana yapışkan bir nefesle adıyorum kendimi
böcekler tabutuma sarılınca ağlıyor ölüm.
Duvarlar içe doğru nem tutar
bir deniz kazasında martılar vurur açığa
beynime yığılan kumun ardında kertenkeleler
kuyruklarını bırakıp kaçar boşluğun ağzına
ardımdan gölgeler alınır, gölgem bana yas tutar.
Göğsündeki ıslaklığımla ısıtıyorum saçlarımı
bir ip saklıyorum koynumda geçmişin uzantısı
aslında bir darağacına asılı cinayet tanığım onlar
çeksem bir dizi ceset toplanır kırgınlığıma
saklansam yok olur önümde kısır bir tay gibi yaşam.
Bir yol bulur kendine parmak uçlarım
akrepleri zehirleyen dizeler bırakır siyah aynalara
şafak kızarırken utancından, coşkuyla akar kanım
delirir şeytanlarım ruhumda açan zambak kokusuna
delirir ruhum, ışıktan kan gelir.
Ölüler evinde mezarlar açılır yaşama
Başkaldırır korku yokluğa
ve kırılır tomurcuk erken gelen soğuğa
damarlarında topraktan emdiği tuz kalır
geçince unutulur içinde aşk kopan fırtına.
Sana şehvetin sunağında yanan çiçekler veremedim
olmadı ten kokusu bulaşmış gece yarılarımız
korkmadan sarılsam da çıldırtan bir hevesle
sırtımdaki soğuk yardı eskinin çıbanını
yüzüm yoktu kasıklarım ağrıdığında sana sokulmaya.
Senin için yara değil, korku, acı değil
senin için kızaran bir gök biriktiriyorum
bozulmamış düşlerimi, atılmamış tarihleri
biriktiriyorum aklımın saçtığı güneşli tohumları
açacaklar deniz yiterken günün yamaçlarında.
Sana sonsuzun kısrağıyla koşuyorum
demir bir yürek taşıyorum ayağa kalkınca ışıyan
donmuş resimlerden siliyorum adını
sana dudaklarıma dokununca içime açan
soluğumla yanan bir gül sunuyorum.
Kanamıyor sesimde açılan kurşun yaralar
pişmanlıklar vuruyor kendini uzağımda
seninle dağılıyor korkunun zehirli saçları
ateş seninle ısınıyor gece sana açıyor yalnız kanatlarını
şimdi yaşamın bir anlamı var diyor yaralı martı.
Tanrıya sarılır gibi sarılırken sana
aşktan ve mutluluktan çıldırırken
iç sesimle konuşmayı öğrendim.
(Temmuz 2001)
Ay KalabalığıKayıt Tarihi : 22.1.2002 12:48:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ay Kalabalığı](https://www.antoloji.com/i/siir/2002/01/22/tanricanin-ic-sesi.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)