TANRIDAN ÇALINAN SES
Kurbağanın bacağı koptu: hıçkırıklarla örtülü bu sesin vicdanımı yükselten duvarların inşasındaki rolünü anlatmak istedim sadece.
Kurbağanın bacağı koptu abi diyerek hıçkırıklarına, gövdesini ve kendi talihsizliğini kapatmış kız kardeşim benden çaresizliğiyle umutlanıyordu. Çiçek bahçesinin toprağını kazarken kurbağanın bacağına kazmayla vurmuş, bacağı neredeyse kopartmıştı. Kurbağanın ince derisine tutunan kopuk bacak Tanrının biçimini biçimsizliğiyle lekelercesine gövdeden sarkıyordu.
Kardeşime bir bez parçası ve tentürdiyot getirmesini söyledim, ben de kurbağayı düz bir zemine alıp sırtını okşayarak tüm vücudunda beliren yürek atışlarını biraz hafifletmeyi umdum.
Kardeşim ağlamasını ertelemiş, tedavi için istediklerimi getirmişti.
Kurbağanın kopuk bacağını tentürdiyotla temizleyip ince bir çubukla birlikte sargıya aldım. Kardeşimin Tanrısal bir olaya şahit olurmuşçasına şaşkın ve bir günahkarın affolunan günahlarının hafifliğine ermişçesine olayı izlemesi bana onun bu yaşadıklarını anlamlandırmaya başlayan bilincinin harıl harıl çalıştığı izlenimini verdi.
Ve bir sesin bu taze bilince yardımcı olacağı kesinliğiyle “ağlamak vicdanını yatıştırır oysa kurbağanın acısı senin nerende acıyor” diyerek, bakışını kurbağadan bana aldım.
Ağlamak vicdanın ezilmişliğini sergileyen gösterişli bir eylemdir ancak bu aynı zamanda kurbanın varoluşuna ters etki yapmış bir etkenin eylemi sonucunda çalınmış bir hakkı/acıyı kurbana karşı kullanmaktır da.
Zira bize, Ademoğullarına ve Havvakızlarına bu acıyan acıda tartılan vicdanın tepkisini kendi okşantımızla büyütmek bencilliğin hazzını verir ki bu edilgen bir bencillikten öte geçemez.
Kurbağa yaralanmıştır ve varoluşu aksatmakla suçlanan özne kurbağanın acısından önce acı çekerek kurbağanın bu haklı hakkını da kendi çıkarına çevirme yüzsüzlüğünü bulmadan acının öznesinin kopuk bacağına varoluşsal döngüyü onarmak umudunu sarma öncelikliğine sahip olarak bencilliğini etkenleştirmelidir.
Senin tek düşüncen döngüde açılan hasarı giderebilme çabasından başka ne olabilir ki!
İşte orada varoluşun hasara uğramış öznesi ve senin sorumluluğunda döngünün uyumundan parazit haline gelişi.
Ya öldür ya onar! İkisi de varoluşun çarklarına hükmetmektir.
Ertesi gün kurbağa aynı yerinde duruyordu, sonraki birkaç gün de sanki hala şoktaymışçasına aynı heykelsilikte sabitti ve bütün aile varoluşun bu asil kurbanını bir an önce döngünün rotasına sokma umuduyla uslarını ve kalplerinin atışını kurbana sunuyordu.
Ve fakat sonraki bir gün kurbağanın yerinde olmadığını yine kız kardeşim, bu kez umutla haber verdi ve herkes kurbağanın iyileştiğine, varoluş döngüsüne yeniden dahil olduğuna ortak bir bilinçle kanaat getirdi. Ancak benim hikayem bundan sonrasında başlıyordu.
Kurbağanın yaşadığı kanısına kolektif bir bilinçle varılması kardeşimin günahkar bilincinin arınmasıyla onu huzura ulaştırmış ayrıca onu vicdan tartımının kurbandan alınmış bir hak olduğunun ve öncelikliğimizin varoluş döngüsünü sekteye uğratan etkenin etkisini kaldırmakla/onarmakla mümkün olması gerektiğinin bilinçliliğine, etken bencilliğin erdemine kavuşturmuştu.
Peki ya kurbağanın sonluluğu!
Kurbağayı bir yılan yutmuş ve varoluş döngüsünün bu hasarlı zaman dilimini kendi varoluş döngüsünü idame ettirme adına yine kendi zaman uzamına katmış olabilirdi! Ki bu benim kurbağaya bahşettiğim yaşamın yaşam sonluluğu hakkını benden çalmış olması anlamına gelmekle birlikte benim vicdan duvarlarımı sağlamlaştıran bu tedavinin vicdanımın esiri olmamdaki bengi dönüşün oluşumunda da yılanı tek zanlı yapıyordu.
Yılan benim bir daha yıkamayacağım vicdan duvarımı böyle etki etmekle benim kurbağanın sonluluğuna karar vermemi elimden çalmıştı.
O gün yapacağım iki şey vardı; kardeşime varoluşta oluşan hasarın onarılabilirliğinin öncelikliğini gösterdikten sonra kurbağanın sonluluğunun saklanmasıyla olmalıydı ki bu ancak kurbağayı gözden uzak bir yere bırakmamla mümkündü.
Diğeri de kurbağayı sonsuza dek sonluluktan korumalıydım, bu da kurbağayı öldürmemle olurdu ki bu onun varoluş zamanını zaman uzamıma katarak yani kurbağayı yılan gibi yutup sindirerek de mümkün olabilirdi ya da doğa kendi zaman uzamını ihtiyaçlarınca paydalayabilirdi.
Kurbanın varoluşunu olumsuz etkileyen etkenin karşıtı olarak, olumsuz etkilenen varoluşu olumlayan/onaran etken kurbanın sonluluğunu elinde tutma hakkına da sahiptir.
İkinci eylem vicdanımın duvarını daha yapmadan yıkıp varoluşu varoluşuma indirgememi sağlamış olabilirdi.
Ancak ben kurbağanın bilinmezliğini bilincime hapsetmiş ve bengi dönüşümde güçlü bir vicdana varoluştaki hasarın onarımını bizzat üstlenerek esir olmuştum.
Bu benim sırtımdaki kırbaç yaralarının iyileşmemesindeki rolcü bir vicdanın doğumudur ki ben kırbacın sapını elimde tutup varoluşumdaki vicdansızlığı (bu kavram ahlak dozunda ölçeklendirilmemelidir ki ilkel varoluş kökeninin saflığıyla yer değiştirsin) kırbacıma akıtarak vicdanları yaralayabilirdim.
Böylece onlar ancak benim vicdanımın acısını acımakla vicdanlarının gösterişçi araklayıcıları olmayı göze alamayacaklardı!
28.10.2008
Seraceddin ÇelebiKayıt Tarihi : 28.10.2008 16:20:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Nedir ki sizin hikayeniz?
![Seraceddin Çelebi](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/10/28/tanri-dan-calinan-ses.jpg)
bak ben neye benzettim?
Kurbağayı bir asker yaptım.
çiçek tarlasını mayınlı yol.
Bence.
TÜM YORUMLAR (4)