Gündüzün yorgunluğunu akşamdan çıkaramayacak kadar yorgundu. Canı hiçbir şey istemiyordu. Sabahın tekrar olmasını ise hiç, hiç istemiyordu. Kendisi kadar yorgun duran ahşap kapıyı ayağı ile iterek ön sofaya girdi. Sofada her zaman tatlı bir serinlik olurdu. Hele yaz akşamları üç sandalye atıp, ağaçların arasından gökyüzünü seyrederek sıcak çay içmek dünyâya bedeldi. İsmet, diğerlerine nispeten daha küçük olan sandalyeye oturur, hayâta dâir sorular sorar ve kendi serencâmını esrarengiz kılan tüm kelimeleri kullanırdı. Küçük İsmet, ablasını lösemiden kaybettiği günden beri daha derin konuşuyor, daha seyrek soru soruyordu. Ama ne sorular! Daha derin, daha yangınî... Bâzen cevaplaması bile güç oluyordu. İsmet, ablasını kaybettiği bir buçuk seneden beri neredeyse hiçbir şey istememişti. Ne annesinden ne de babasından... Hiçbir şey... susmak bile onun için daha heyecan vericiydi.
İşte böyle bir yorgunluğun ardından bu sofadan geçiyordu. Normalde bu tatlı serinlik onu rahatlatmalı ve hanımından üç sandalye isteyerek çayın demlenmesini beklemeliydi. Ama yapmadı. Başını bile kaldırmadan iç kapıya kadar yürüdü. Kapının önüne kadar geldiğinde elindeki poşetleri yere bıraktı. Zile bastı, bekledi...
Kapıyı açan hanımıydı. Gülümseyerek karşıladı erkeğini. Ama adamda gülümsemenin esâmesi yoktu. İçeri girerek ayakkabılarının bağını çözmeye başladı. Kadın;
- Hoşgeldin.
- Hoşbulduk, selâmun aleykum.
- Aleykum selâm. Nasıl geçti günün? Geç kaldın biraz.
- Çok yorgunum Sedâ, fazla sorma.
- Tamam canım, bir şey demedim. Ben alırım senin yorgunluğunu.
- Sedâ... Yorgunum. Gelme üstüme.
- İsmet uyudu. Belki dedim, biz......
- Yorgunum!
- Peki... Yemeğini hazırladım. Banyoya temiz havlu ve çamaşır koydum. Biraz da revani yapmıştım, seversin diye. O da mutfakta... Bir ihtiyacın olursa uyandırırsın.
Dedi... Ve gitti, gözyaşlarını göstermemek için, koşar adımlarla. Banyoya girdi ve musluğu açtı. Bozuk, gürültülü musluğun sesinde bastırmaya çalıştı hıçkırıklarını. Ve yaklaşık bir saatte yaptığı makyajı beş dakikada sildi. Daha sonra banyo için hazırladığı temiz çamaşırlardan kendisine ait olanları tekrar yerine koydu. Kızlarını, yavrularını kaybettikten sonra İsmet de kocası da susmuştu. Aslında kendisi de mutlu değildi ama İsmet... İsmet bu mutsuz tabloyu hak etmeyecek kadar küçüktü. O daha sekiz yaşındaydı ve böyle bir yerde büyümemeliydi. Ne olmuştu birden bire? Birikmiş tüm paralarını, kızlarının tedâvisi için harcamışlardı. Ve şimdi bir fabrikada ambar görevlisi olarak çalışan kocasının, emeğinin değerini dahi karşılamayan aldığı ücretle kıt kanaat yaşamaya çalışıyorlardı. Ve mutlu olmaya... Bilmiyordu, buna kaç gün daha dayanabilirdi...
İsmet uyanmıştı,
- Baba hoş geldin.
gözlerini ovuşturarak, babasının kenara koyduğu büyük siyah poşetlerin yanına gitti. Küçücük kafasını poşete sokarak bir deste kâğıt çıkardı ve yere oturup kâğıda bakmaya başladı. Babası, oğlunun sesini duymuştu. Yemeğini bırakarak İsmet'in yanına koştu. Minik İsmet'e sarıldı ve onu sımsıkı kavrayarak yanağına bir öpücük kondurdu;
- Hoşbulduk oğlum. Uyumadın mı sen?
- Uyudum ama kötü bir rüyâ gördüm. Sonra uyuyamadım.
- Ne görmüş bakalım benim kocaman oğlum?
- Söylemem
- Tamam bitânem. Sonra konuşuruz.
- Baba bu ne?
- Talep formu oğlum.
- Talep formu ne?
- Benim çalıştığım yerde insanlar bir şey istedikleri zaman bu kâğıda yazarlar. Ne istediklerini, kaç tâne istediklerini ve nasıl bir şey istediklerini bu satırlara yazarlar ve patronun masasına koyarlar. Patron da isteyene istediği şeyi alır.
- Ne isteseler mi?
- Ne isteseler...
- Anladım.
- Afferim oğluma. Haydi koş yatağa bakalım.
İsmet'in arkasından baktı bir süre. Seslere hanımı da uyanmıştı. Hanımına baktı, kadın başını öne eğdi. Dağılan saçları gözlerini örtüyordu. Kadınının gözlerine bakamadı adam. Hiçbir şey konuşmadan işlerine geri döndüler.
...
Bir sonraki gün, aynı yorgunluk, aynı isteksizlik, aynı mutsuzluk... Belki de daha fazlası... Kapıyı çaldı adam. Kapıyı gene karısı açtı ve gene gülümsüyordu. Ama bu kez süslenmemişti.
- Selâmun aleykum, İsmet uyudu mu?
- Aleukum selâm, uyudu. Bu son mesâin mi? İsmet seni sorup duruyor.
- Evet, son...
- Her şey hazır. Dünkü gibi...
Dünkü gibiydi...
Adam odasına, üzerini değiştirmeye gitti. Kadını yatmış, uyumaya çalışıyordu. Usulca yanına uzandı. Hanımının saçını okşamamak için kendini zor tutuyordu. Gözleri doldu, dişlerini sıktı ve ağlamaya başladı. Kadın kocasının hıçkırığına döndü. Adamın yapamadığını yaptı ve kocasının saçlarını okşadı. Adam sertçe kadına arkasını döndü ve uyuma pozisyonu aldı. Elini yastığın altına soktuğunda, bir kâğıt değdi eline. Kâğıdı aldı, dışarı çıktı, mutfağın lambasını yaktı ve okudu.
Bu bir talep formuydu. Yazılar da oğlunun ellerinden çıkmaydı. O kadar kötü yazısı vardı ki 'işte benim oğlum' dedirtecek kadar babasınınkine benziyordu.
Talep eden birim: İSMET
Talep edilen mal: PASTA
Talep miktârı : KOCAMAN
Özellikler : ÇİLEKLİ VE GÜZEL
Adam hızlıca giyindi. Karısının şaşkın bakışları arasında fırladı sokağa. Saatlerce yürüyüp açık bir pastane buldu ve İsmet'in talebini yerine getirdi. Çilekli, büyük bir pasta... Koşarak eve geldi. Pastayı dolaba koydu ve bir kâğıda 'TELEBİNİZ ONAYLANMIŞTIR. AFİYET OLSUN CANIM OĞLUM! ' yazıp oğlunun yastığının altına koydu.
Bir süre saati izleyerek oturdu. Saat 02:30’du ve İsmet bir buçuk seneden sonra ilk kez bir şey istemişti. Çok mutluydu ve ağlıyordu. Gözyaşları dindikten sonra yatak odasına doğru gitti. Sessizce kapıyı açtı. Kadını, yıllardır olduğu gibi yatağın kenarında hiç yer kaplamıyor gibi yatıyordu. Öyle kenarda yatıyordu ki sanki yatağın büyük kısmını kocasına ikrâm eder gibiydi. Aslında O çok vefâlı bir kadındı. Karısının yanına uzandı. Beline sarıldı. Yatağın kenarına kaymış vücudunu yatağın ortasına kadar çekti. Ve sarıldı;
- Canım karım benim... Sedâsız Sedâm... Üzgün yüreklim, melek yüzlüm, can ağacım... Çok ama çok teşekkür ederim...
- Niçin?
- İsmet için, dünkü ve bugünkü güzel yemekler için, benimle evlendiğin için...
Kadın yüzünü kocasının yüzüne yaklaştırdı. Sarıldılar ve sarıldılar...
Ve o gece uyumadılar...
20.10.2006
Ayhan Yavuz AçıkgözKayıt Tarihi : 14.11.2006 12:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)