“İstanbul’un taşı toprağı altındır” dediler..
Anadolu’dan koparak geldiler
Siyasilere, rantçılara avuçlarındaki verdiler
Bütün umutlarını sel ile süpürüp yas ettiler
Kendi miyarlarının kıymetini bilmediler
Bir arabesk ağıt, bir türküyle yetindiler
Yaşadıkları yerleri talan edenler
Alıp geriye hiç bir şey vermeyenler
Umutlarla oradan oraya gezenler
Ağaçları kesip fidanlarını dikmeyenler
Terlerini, emeklerini verip yeşertmeyenler
Kuru taşa, kuru toprağa ağıtlarını diktiler
Kara asfaltlara umutlarını kurban ettiler
Rantçı kim, aydan, uzaydan mı geldi?
Sahtekâr, yalancı siyasetçi kim, düşman mı gönderdi?
İçimizdeler her gün yüzümüze gülenler değil mi?
Oy verip, alkış tutarak onur verdiklerimiz değil mi?
İyi zamanda yanlarında, koltuk altlarında yüz bulmadık mı?
Kötü zamanlarda, ağıtlar dökerek tekme tokat kovulmadık mı?
Buna rağmen sürekli arkalarından giderek yorulmadık mı?
Bu gerçek, bizim gerçeğimiz değil mi?
Çıkarcıları başköşeye oturtan çıkarlarımız değil mi?
Büyük küçük her fırsatı değerlendirenler değil miyiz?
Çıkarcılıkta birbirimizle yarış edenler değil miyiz?
Baş çıkarcıları besleyenler, yüz verenler değil miyiz?
Ağla artık düşlerim, düşüncelerim gerçeğimiz bu!
Anlamaz aklım, duymaz kulağım, söylemez dilim halim bu!
Sökün ettik toplandık bir yere umutlar ile
Alkış tuttuk çıkara coşkun umutlar ile
Umutlarımız süpürüldü onulmaz yaralar ile
Altın yaldızlı davetiyeler çağırdığımız felaketler ile
Oynamak zamanı şimdi, davullu, zurnalı atılan göbeklerle
Garibana ağıtlar dökülmeli riyakârca tavırlar ile
Basın özgürlüğüyle ajitasyon edilmiş duygular ile
El birliği ilan ettik suçludur devlet diye
“Devlet kadar taş düşe çıkarlarımız üzerine”
Suçu aramadık yaptıklarımızda bilmem niye?
Türkülerimiz var geleceğe
İçten içe yakılan ezgilerle
“Altın için geldik büyük şehre
Talan edildik nutku zevk ile
Felaketler özgürlüğe kelepçe
Bağlanmasaydık kelepçelerle
Talanımız sürecekti her yerde
Tokatlansak da felaketlerle
Çıkarız / çıkacağız talana yine
Felaketim, felaketzedeye
Vurur geçerim bir tekme”
15.09.2009 - İzmir
Mehmet ÇobanKayıt Tarihi : 15.9.2009 00:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Geçen sene idi. İşim gereği, İzmir’den Gaziantep’e ve Samsun’a gündüz uçak yolculuğu yaptım. Uçaktan yeryüzünü seyretmeyi çok severim. Yolculuk boyunca Anadolu’yu uçak bakışı seyrettim. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde “Bir sincap Manisa’dan Erzurum’a daldan dala atlayarak giderdi” diye tarif ettiği Anadolu’dan eser yoktu. Yeryüzü yeşilliğiyle değil, kara, sarı, boz topraklarıyla gökyüzüne yansıyordu. Anadolu’da bin yılı aşkındır yaşayan bizler değil miydik? Hükümranı olan bizler değil miydik? Evliya Çelebi 1611 yılında doğmuş biri olarak, 17.yüzyılda Anadolu’yu böyle tarif ediyordu. Yemyeşil. Ormanlarıyla, dereleriyle, nehirleriyle, cennetti. Peki, kim bu hale getirdi? Uzaylılar mı? Yoksa düşmanın işgali mi? Ha bir iki yıllık işgal var… 1900’lü yıllarda. Onlar yaksa, yıksa, tüketse nereye kadar yapabileceklerdi ki? Bir ülkeye en büyük ihaneti o ülkede yaşayanlar yapabilir. Anadolu’da bin yılı aşkın yaşayanlar bizleriz. Anadolu’da kurduğumuz devletler bizim devletlerimiz. Halkları bizim halklarımız… Fikir adamları bizim adamlarımız… Sorumsuz, çıkarcı, riyakâr siyasetçiler bizim siyasetçilerimiz. Çağrılara cevap vermeyen yetkililer bizim yetkililerimiz. Çağrıya gelseler de görevlerini yapmayanlar bizim yetkilendirdiklerimiz. Gözleri çıkardan başka bir şey görmeyen çıkarcılarımız bizim çıkarcılarımız. Her felakette suçladığımız devlet bizim devletimiz. Ellerine kamerayı, mikrofonu alarak habercilik yapan, ne kadar çok ajitasyon yaparak devlete düşmanlık yaparsa kahraman olacağını sanan haberciler bizim habercilerimiz. Hele son yüzyıl, modernlikte, çağdaşlıkta, özgürlükte, eşitlilikte, gelişmişlikte överek bitiremediğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti bizim devletimiz. Lütfen biraz gerçekçi olalım… İşimize gelince, modernlikle, çağdaşlıkla dünyayı kıskandıracak bir devletimiz var diye övüneceğiz… İşimize gelince bütün suçların hedefi olarak göstereceğiz… Sormak lazım… Asıl suçlu kim? Asıl sahtekâr kim? Asıl riyakâr kim? İktidarıyla, muhalefetiyle işin edebiyatını yapan siyasetçiler mi? Çıkarlarıyla köşeyi dönen kürkleri kabarık zenginler mi? Yoksa her ikisini çıkarına göre alkışlayan, onları görünce önlerinde eli bağlı duran halk mı? İnanıyorum ki, gerçeğimizle yüzleşmeden asla Anadolu bizim elimizden kurtulamaz. Bizler Anadolu’da bin yılı aşkındır yaşıyoruz… Bizler Anadolu’yu, ormanlarını keserek, yakarak, talan ederek, kurutarak, çölleştirerek bu hale getirdik. Üstelik kestiğimiz, yaktığımız, talan ettiğimiz, kuruttuğumuz yerlere hiçbir şey vermeyerek… Sadece aldık… Aldık… Aldık… Aldık. Mağduriyetiyle öne çıkmış bir doğu, güneydoğu… Geçmişine bakınız… Medeniyetlerin kurulduğu yerler… Peki, şimdi niye böyle? Kimler bu hale getirdi? Uzaylılar mı? Almasını bilen ama vermesini bilmeyenler mi? Almasını bilmek vermesini bilmemek sadece günümüze mi has… Yoksa geçmişten beri böyle mi sürüp geliyor? İki büyük nehrin suladığı mümbit topraklar... Peki, halkı ne diyor? Buralarda iş yok… Niçin? Ağalarının, törelerinin kurbanı olduğu için mi? Ağalığı, törelerini kendilerine din yaparak, gerçeklerden saptıkları için mi? Yoksa herkese, her şeye meydan okurlarken, kendilerini tanımadıkları için mi? Duygusallıkları bir kenara bırakarak, Anadolu halkları kendileriyle yüzleşmelidir. Bu halklar cennet Anadolu’yu, hırslarıyla, çıkarlarıyla, kendini bilmezlikleriyle çölleştiren bir toplum olarak, yarınlarda kendine başka yerler aramak zorunda kalacaktır. Göçebe ruhlu bütün toplumlar, bulundukları yere bağlanarak orayı mamur etmezler… Bu millet göçebe ruhunu terk etmedikçe asla abat olamaz. Bana öyle geliyor ki, herhalde Orta Asyalardan buralara talan için geldik… İşte Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi… Geldiğimiz yıllarda Anadolu cennet… Şimdi ise, ormanları yakılmış, kesilmiş, talan edilmiş… Çölleşmek üzere… Nehirleri kurumaya yüz tutmuş, yok olmak üzere… İnsanları köylerini, kasabalarını, şehirlerini tüketmiş, çıkarları için göçlerde… Gittikleri yerleri talan etmekte… Arazi mafyaları… Emlak mafyaları… Talan mafyaları… Uzaydan gelerek ülkemizi işgal etmediler… Onlar içimizden birileri… Onlar bizlerden birileri… Ve biz istiyoruz onları yaşatan / yaşatacak devleti… Sosyolojinin kuralı belli… Devletler toplumun simgesi… Topluma rağmen devlet, devlete rağmen toplum olmaz ki? Toplumdur devletin ederi… Devletidir toplumun ederi… Her toplum kendine layık olan devlette yaşar.
Duyarlılığınıza ve engin gönlünüze sonsuz teşekkürler.Saygılarımla...
İçten içe yakılan ezgilerle
O türküler ki
Duyulur en uzaklardan bile
Kutlarım yazan güzel yüreğinizi kaleminiz her daim yazsın.......hep yazsın.saygılarımla
Bağ bozuldu.
Bağban öldü.
Has bahçe de talan var
Mor menekşe kinli bakar
Lale..!
Adını bir devre vermiş,
Nazlı değil artık lale, dik başlı
Bükük boynunu kaldırmış
El yakar.yürek yakar
Gül ağacı safi diken
Ne tomurcuğu kalmış
Ne yedi veren
Gül bahçesi kan kokar
Şakımıyor gayri bülbül
Muhabbeti kesmiş kuşlar
Martılar çöplüklerde
Sevişmiyor kumrular
Hadi,Zümrüdü Anka masal
Ya, atmaca nerede?
Kartallar ağıt yakar
Şahin göz yaşı döker
Olacak iş değil bu.
İşin için de iş var
Sadece değişmeyen
Kan emen yarasalar…
Leş yiyen,akbabalar…
TÜM YORUMLAR (16)