TAHTA BAVUL
Sanki gökyüzü delinmişti. Bunca yağmur, bu kadar uzun süre yağar mıymış? Anlamış değillerdi. Gece gündüz hiç durmaksızın yağıyor, şuradan şuraya gidip gelmelerine izin bile vermiyordu. Mesudiye’ye de yağardı ama insanı bu denli canından bezdirmezdi. Ara sıra durur, hafiften şöyle bir güneş şavkır, insanlar günlük işlerini görebilecek kadar zaman bulabilirlerdi. Giresun’a geleli yedi gün olmuştu da, güneşi bir kez bile görememişlerdi. Zaten otel odasına sıkışmışlar, bir başlarına kalakalmışlardı. Sadece Devlet Hastanesinde işleri olduğunda dışarı çıkıyorlar, işleri bitince de kaçar gibi gelip otel odasına sığınıyorlardı. Her gidiş gelişlerinde yarı bellerine kadar ıslanıyorlar, çıkardıkları ıslak elbiselerini otel odasındaki karyolanın demirlerine sererek kurutmaya çalışıyorlardı. Zaten tek kişilik karyolası bulunan küçücük bir odada baba oğul birlikte yatıp kalkıyorlardı. Çoğu kez girişteki kahvehaneden, Cemile Cevher’in sesi kemençe eşliğinde otelin hemen her yerine yayılıyor, az da olsa yalnızlıklarına ortak oluyordu…
“Giresun’un içinde iki sokak arası
“Altı kurşun attılar, üç de bıçak yarası…”
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta