“Ağla gözlerim ağla, zamanı ağlamanın..!
Kalmamış hiç cihanda derdinden anlayanın
Gönül tarumar olmuş nerde halin soranın
-Göz yaşlı, gönül yaslı kime sitem edersin
-Yalnız geldiğin yere, yine yalnız gidersin
Hangi öksüz davanın, hamisi çok olmuştur
Hangi çileli yolda, boş koltuklar dolmuştur
hangi aşk,aşk yolunda yeşermeden solmuştur
-El halsiz,diz mecalsiz, katmer katmer kedersin
-Yalnız geldiğin gibi, yine yalnız gidersin
Göz başka türlü bakar,dil ayrı kelâm söyler
Nefis, kalbur misali, türlü türlü un eler
Nedir bu bitmez inat,nedir bunca öfkeler
-Her gözlük ayrı bir renk, gönlünce seyredersin
-Yalnız geldiğin yere, yine yalnız gidersin
**
Saygıdeğer Dostlar, bu hafta şiirsel yolculuğunu ele alacağımız GÜLLER ve GÖNÜLLER DİYARI’mızın üyelerinden Oflu Hoca adı ile tanıdığımız, Ahmet Faruk TÜRKYILMAZ… Sözlerimize onun bir şiirini aktararak başladık…
Oflu Hoca’ mız da HAS ŞİİRE-KALICI ŞİİRE sevdalı şairlerimizden… Geçtiğimiz günlerde, Antalya’ da bir şiir meclisinde genç bir şairle karşılaştım. Bana, “has şiir- kalıcı şiir” deyip duruyorsunuz, bununla ne demek istiyorsunuz? Kısaca anlatır mısınız? ” diye bir soru yöneltti, o genç dostum. Elimden geldiğince genç şairimize anlatmaya çalıştım. Kalıcılık nedir? Hangi şiir, zamanla toz olup uçup gitmez. Zamanın gücünü yenen şiirin öncelikle DİL’ inin asla eskimeyen bir dil olduğunu öncelikle izah ettim. Kalıcılık, eskimemektir. Her dem yeni-taze ve pırıl pırıl olabilmektir. Her gönülde mısralardan çiçek açmaktır. Ve benzeri konuları genç şair dostuma yarım saatte peşpeşine sıralamışım. Nefesi kesilmiş, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Hipodrumda son çizgiye yaklaşan, koşan atlar gibi soluduğunu hissettim. Hızlı hızlı not alıyordu. Sarfettiğim cümlelerin bazılarının sadece baş harfini yazıyor, adeta doktor reçetesi gibi, sadece kendinin anlayacağı bir alfabeyle sayfalar dolduruyordu… Doğrusu, dinleyen ve ilgi duyan birini gördük mü, bizim de çenemiz düşüyor. Yakaladık mı mikrofonu, susmayı bilmiyoruz. Biz konuştuk, genç dostumuz dinledi, yazdı… Daha çok, şiir nedir sorusuna cevap vermek yerine, herkesin yaptığı gibi, ben de kolaya kaçarak, şiir ne değildir sorusuna cevaplar sıralayarak debelenip durdum…
O nefes nefese nutkum bitince genç dostumun gözlerinin içinin güldüğünü hissettim. Gözbebeklerinde menekşelerin dansı vardı. Kara bulutları kovalamış, gün- güneş açmıştı yüzünde… Öyle hissettim…
Sonra, şiire sevdalı genç arkadaşım-meraklı dinleyicim, şair kimdir demez mi? Aldık başımıza belâyı diye düşündüm. Başladım mı, tasavvufta ki kâmil adam motifi benzeri bir şair tasviri çizmeye… O gene, renkten renge giriyor ve notlarının harmanında savrula savrula yazıyordu… Cümlemi, ŞİİRDE BİRİNCİLİK MÜNHALDİR dedikten ve Macar Şairi Hultken’in karınca ve Dağ şiirinin sözlerini aktararak tamamladım. İyi ki genç dostumun cep telefonu çaldı da, yakamı bıraktı… Yoksa, benim konuşma – nutuk atma zafiyetimden istifade ederek, içimin cümle hazinelerini alacak, bulut memesi gibi sağacaktı beni… Bir başka gün gene buluşmak ve bu konularda daha geniş bir şekilde konuşmak sözlerimizle ayrıldık birbirimizden…
Bunları niye mi anlatıyorum? O genç dostuma, şair ve şiir konusunu izah ederken, öncelikle benim kafamda şekillenmiş ideal şairin altından siluetini çizme çabası içindeydim. Dost ve dostluk konusuna girmiş, birbirlerini hiç tanımayan kişilerin ŞİİR AKRABALIĞI’ ndan dem vurmuştum…
Oflu Hoca ismiyle tanıdığımız Ahmet Faruk TÜRKYILMAZ’ la ben, yüzyüze hiç karşılaşmadım. Aynı şiir sitelerinde birbirimizi resimlerden gördük, bildik. O’ nun sadece sesini duydum. Bazen insanların isimleri ve sesleri kişiliklerinin bende bir ön yansımasını meydana getirir. Aslında batıl bir anlayıştır bu, ama, varsın olsun, hoşuma da gidiyor hani… Adsı Ahmet Faruk Türkyılmaz, ses tok, mertçe ve zamanı kucaklayan bir ses diye düşünmüşümdür hep, sesini ilk kez telefonda duyduğumda… TGRT FM radyosunda benim “Geçilmez Çanakkale” başlıklı şiirimi yorumlamak için, benden izin istiyordu… Hem onunla konuşmaktan ve hem de bu ince-hassa davranışından duyduğum mutluluğu anlatamam… Evet, bir yılı aşkın zamandır, bu net dünyasından tanıyordum onu… Hem şiir anlayışı ve hem de olaylara bakış açısı bakımından kendime benzeyen bir yan vardı onda…. O da güzel olan-faydalı olan- milli olanlara tutkundu…
Benim ŞİİR AKRABALARIMIN İÇİNDE ÖNEMLİ BİR YERE SAHİPTİ Ahmet Faruk TÜRKYILMAZ…
Şiir akrabalığı, kan bağı kadar önemli bir akrabalıktır benim için.
Şimdi sözlerimin burasına şiir akrabam Oflu Hoca’ nın bir şiirini aktararak gülden bir virgül koyalım, olur mu?
“Levh-i mahfuzda saklı kaderim, alın yazım
Yaşarsam, yarınımı görüp tanıyacağım
Sanma ki, gidişine isyanım, itirazım
Ben, kendime kırgınım, buna ağlayacağım
Beni ben yapan her şey, tükendi günden güne
Artık dönüş mümkün mü, geçmişe, eski düne
Mazimin hataları yığıldıkça önüme
Yangınımı, göz yaşı yapıp ağlayacağım
Siyahı seviyorum, o tüm renklerden farklı
Elâya düşman oldum, onda gözyaşın saklı
Maviye giden her yol, sanki bin bir tuzaklı
Koyduğun engellere çöküp ağlayacağım
Bu ay vuslattan uzak sanki hasretin ayı
Terk etmek çözüm değil şu yalancı dünyayı
Yüreğim, layığına vermediyse sevdayı
Aşkımı, zor sevdama katıp ağlayacağım”
Günümüz şiirinin değişmez konularından birisi AŞK’ tır. Üç harf bir noktadan ibaret olan bu TEK KELİME’ nin yüreklere ve dillere nice şiirler yazdırdığı bir hakikattir. Şiir akrabam Oflu Hoca’ nın da benim gibi bu kelime çevresinde fırdönüp durduğunu, şiirsel yolculuğunu incelemek maksadıyla, şiirleri arasında gezinirken gördüm… Renklerle, kelimeleri, mısralarla iç girdabının yansımalarını bir potada birleştirip, duygu yağmurunu yağdırmaya gayret eden bir şair…
Oflu Hocamı, maalesef kendisiyle aynı çizgide olduğunu bildiğim birkaç kişinin antoloji com’ da ki site-grup anlayışı sebebiyle çekiştirdiklerine ben de şahit olmuş ve derinden üzülmüştüm. Onu çekiştiren bazı dostlarımız ben “ayrılık ve tefrika” ya karşı bir duruş sergilemem sebebiyle, yollarını ayırdılar o dostlar. Şimdi aynı ses, aynı doku, aynı nefes çizgisiyle, bir başka istasyonda garip trenler gibi solumakta olduklarını biliyorum. Onlara da asla kırgın değilim. Fakat, beni üzen, milli meseleler de aynı düşünce ve hassasiyete sahip bu kişilerin, fedakârlık çizgisine bir türlü gelemeyişleri olmuştur. Ve dünyanın en büyük şairi olarak kendilerini görmeleri olmuştur. Daha çoook günler geçecek ve ham armut benzeri mısralar çöplüğüne düşüverdiklerini de göreceğim, o yol ayırımcı dostların. Bazen ters bir makas hareketi ardında büyük katarlar-vagonlar olan lokomotifleri bile toz eder, duman eder… Gidenlerin bizden oluşu, ayrılıkların bizim dallardan olması kadar beni üzen bir hadise yoktur. Vuslat bahçesinde hasreti bitirmek varken, yaraları kaşımaya tutkun olan dostları anlayamadım hep…
“O sadece 6 5 lik mısra yazabilir, başka hiçbir şey bilmez” diyen bugün ayrı bir istasyonda su ve yakıt ikmali yapmaya çalışan dostum, acaba Oflu Hocamızın şiirsel dünyasına gerçekten göz atmış, bakmış mıydı ki? Bir baksaydı şayet, Oflunun öyle olmadığını hecede her kalıp ve şekilde kalem oynatabildiği ve üstüne üstlük serbest vezin de de başarılı olduğunu görecekti… BAKMAMIŞ, GÖRMEMİŞTİ…
BEN-EGO gömleğini giyip, göz pençeresini görmek istediği manzaraya ayarlamış ve başka renklere, dost hareketlere ve kalemlere dahi kulaklarını kapamışlara ne diyebilirdim ki… Giderlerken, yollarını ayırırlarken, bir yaprağın kopuş hüznünü ve acısını canevime- gönül dalıma bıraka bıraka gittiler… Uğurlar olsun dedim ve diyorum da işte… Mevlam, onlara da yâr ve yardımcı olur inşallah diyorum…
Henüz 15-16 yaşlarında iken Ankara’ da ki şiir meclislerini kaçırmazdım. O meclislerde HECE’ nin üç gülü vardı bana göre. Halil SOYUER, Ayhan İNAL ve Cemal SAFİ… Bu üç gülün zaman içinde birbirlerine ne kadar sahip çıktıklarını ve şiir meclislerinde kendi şiirlerini okumak yerine, arkadaşının şiirinden övgü ile bahsettikten sonra, ondan örnekler verdiklerini görür, gıpta ile bakardım. Onları dinlemek ayrı bir zevkti… Birbirlerine yürekten bağlıydılar. Benim için de önemli bir örnektiler. Geçen ve hain zaman bir gün bu üç gülü birbirine düşürdü… Zaman değil bel ki de dost görünümlü düşmanlar yapmıştı. İşte onu da görünce üzüntüm müthiş olmuştu. Dağ çökmüştü genç omuzlarıma… Şiir evrenim kalbinden kurşunu yemiş, ilham balkonumda buz gibi kış ayazı eser olmuştu…
İşte sevgili dostlar, bu net dünyasında da şiir akrabalarımın bu tür durumları yaşamaları, benim içimi darmaduman etmekte… Çünkü ben, birlikten ve BİZ anlayışından asla ayrılınmaması gerektiği kanaat ve düşüncesindeyim. El ele ve aynı safta omuz omuza aydınlık yarınlara daha kolay ulaşılacağını gayet iyi biliyorum…
Şiir akrabam, Oflu Hoca Ahmet Faruk Türkyılmaz, bir şiirinde:
“Gün renksiz,gece sessiz
Yaşam, tatsız,
An, zevksiz..
___Zaman, Ahir zaman..
Kocamış dünya;
Ömrünün son demini
Demlerken,
İnsanlık;
Sanki tuttuğu dalı kesmekle meşgul..
Dostlukların menfaate
Vefa'nın ihanete
Kardeşliğin nefrete
Döndüğü zaman
___Zaman, Ahir zaman
Sevgiyi kirlettik, şehvetle
Tek derdi büyüttük, bin dertle
Vuslatı beklerken, hasretle
Değişti/..değiştirdi bizi zaman
___Zaman,Ahir zaman
Ne yaşanan günde; ömür tadı var
Ne doğan bebeğin; şansı, bahtı var
Ne artık insanın; soyu, adı var
Ne hale geldin/..getirdin bizi zaman
___Zaman,Ahir zaman”
Demektedir. Görüldüğü gibi akrabam da, dostluğun yerini menfaatin, vefanın yerini ihanetin, kardeşliğin yerini de nefretin almasına üzülmekte, insanlık elinde tuttuğu dalı kesmekte, sevgi şehvetle kirletildi, dertler büyütüldü, dolayısıyle ömrün tadı kalmadı, doğan bebeğin şansı kalmadı diye feryat etmektedir. Ona göre, bütün bu negatif gidişte zamanın “ahir zaman” olması bulunmaktadır. Özellikle Peygamber’imizin hadislerinde bulunan ahir zamanın tarifinin şiirleştirilmiş bir şeklidir bu…
Zaman, günümüz Türk şiirinin değişmez ve önemli konularından birisidir. Şairler, kendi psiko - sosyal yapıları ve moral değerleri nasılsa bu zamanı ona göre şekillendirmekte ve boyamaktadırlar. Su gibi akıp giden, yada bir ağaca benzetilen zaman, umut insanının amansız düşmanıdır. Her yeni gelen an, umutları bir kenarından törpülemiş, kısaca gelen gideni aratır hale gelmiştir. Milli şairimiz Mehmet Akif’ te “Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” diyordu ya, işte onun gibi, gelen zaman, aslında sana doğru atılan bir adımdır. Yeni bir gün, eskiyen ömür takviminin bir yaprak daha uçurduğunu simgeler. Tasavvuf felsefesinde ise, eskiyen zamanın hüznü, nefis muhasebesi yapıp da, Bir’ de BİR’ i BİRLEMEKTİR. Nefsin oyuncağı olarak, hayu huy ile geçen dün, gayri geçmiştir. Ve bu geçişle imtihan salonu dünyada bir negatif süreç daha eklenmiştir, hayat doruğuna. O yüzden, insan pişmanlık yağmurunda ıslanmalı, ezel-ebed sevgiliye sığınmalı, daim o’ nun aşkı ile yanmalıdır. Esas alem olan ahiretin sırlarla dolu güzellikleri varken, bu fani-geçici evrenin aldatıcılığına kanmamak lazımdır. Zaten ahir zamandır yaşanan.
Ahir zaman, felaketlerin, acıların ve yıkılışların devri devranıdır. Nefsin gönül evlerinin duvarlarını bombaladığı zaman dilimleridir. Bu zamanda kurtuluş, HAKK ve hakikatin ipine sarılmakla mümkündür. İşte budur tasavvufi felsefemizin ana coğrafyasının şekli yapılarından birisi… “Benim ümmetim 72 fırkaya bölünecek ahir zamanda ve bunlardan ehli sünnete-kitaba inananlar kurtulacaktır” mealindeki hadisi şerifin de özü bu duygularla doludur…
Zaman, bir boyut… Bir süreç… Başı ve sonu insan aklıyla yada dini kural ve kaidelerle saptanmaya- işaret edilmeye çalışılmış bir olgu. Ama katı bir gerçek… Maddeyi ve evreni içinde sürükleyen bir döngü… ilk insan olan Hazreti Adem’le başlayıp, dünyamızın “karadelikten” süzülüp “öteki aleme” geçiş sürecine kadar, sıfır noktasından öteye ilerleyen, veya öteden sıfır noktasına atom hızıyla uçan bir boyut. Elle tutamaz, gözle göremezin. Fakat, içinde yaşarsın, kurtulamazsın da… Şekerin tadı, yaprağın ışıltısı gibi…
Zaman, en büyük güç… İçini doldurt tohumlarla ve sulu bir tarlaya at da gör hele… Nasıl birebin veriyormuş anla… Ama, ya verimsizse tarlan, ya tohumun direnme ve dirilme aşkı yoksa… İşte yandın demektir. Zamanın gücü balyoz gibi iner suratına da mahvolursun… Şiirle zaman iç içe, üst üstedir hep… Şiir çoğu kere zaman kalıbının şeklini ve resmini çizer. iç içelikten de şiirin sonsuzluğa yolculuğu başlar. Zaman şiirin kalp aynasıdır. Şiiri gelecek yüzyıllara şairinin ismiyle taşıyan da zaman olgusudur… Şiir, zaman kalıbı hangi şekilde olursa olsun içine girer ve onun şeklini alır… Ancaaak, bazen de zaman kalıbına şekil verir şiir, sıcaklığıyla, hararetiyle… Bana göre zamana şekil veren, o kalıbı dilediği renk, koku ve desene getiren şiir başarılıdır… Sanatkârın, ulusların – toplumların hayatında bayrak-lider-öncü olmasının temelinde bu vardır işte…
Zaman, en yakınlarımızı yanımızdan – yöremizden alıp götürür. Ölüm bir gerçek. Hayat-ömür toprakta noktalanmakta. Kabirden itibaren yeni bir alem başlamakta. Ötesi insan için bazen meçhul,ü ama inanan ve Hakk sevdalısı olan içinse esas düğün – esas sevgiliye kavuşmadır…
Şiir akrabam Oflu Hocamızda, annesinin Hakk’a yürümesi nedeniyle sarılmıştır ilham yüklü kalemine ve şu dizeleri yazmıştır.
“Ve gittin...
........................
Bilmem ardına bakmaya fırsatın oldu mu?
Ansızın, habersiz....
Bu kadar mı çabuk veda edecektik?
Henüz doyamadan birbirimize.
Ayrılık bu denli yakın mıydı?
Hasretin bu kadar yakıcı,
Yokluğun kahredici...
Herkes teselli vermişti bana;
Hayat devam ediyormuş,
Zaman en iyi ilaçmış,
Unuturmuşum..
Alışırmışım sensizliğe!
Ama;
Öyle olmadı..
Eğer sensiz bir hayat
Hayatsa,
Devam ettiği doğru! ..
Nedense;
Yok olmadı kahrolası bedenim,
İnatla yaşamaya,
Var olmaya çalışıyor..
Zamanın en iyi ilaç olduğu mu?
Belki;
Ama her gün öldüren,
Aynı acıyı yaşatmak için tekrar diriltip,
Bir kere,
Bin kere daha
Tekrar öldüren bir ilaç..
Unutmak mı;
Alışmak mı sensizliğe?
Bu mümkün mu anne!
Olabilir mi böyle bir şey..
Her anım,
Her yanım,
Bütün dünyam,
Rüyalarım,
Seninle ve hayalinle doluyken.
Bu mümkün mü?
Ne gülmeyi unutan yüzümde,
Ne pınarları kuruyan gözümde,
Bir ümit kaldı..
Umudum ve hayallerim,
Bu dünya için asla gelmeyecek,
Bir başka bahara kaldı..
Mutlu olmam için bir yol var,
Tek bir yol...
O da;
Sanırım senin yardımın
Ve beni yaratanın takdirine kalmış..
............................................................
Yerimi hazırla anne,
Kavuşmamız için.
Sen gelmeyeceğine,
Gelemeyeceğine göre,
Benim sana gelmem gerek.
Buna hazırım,
Bunu bekliyorum,
Bunu istiyorum.
Çünkü;
Seni çok özledim! .”
Evet, ölüm ve özlem şairin hassas yüreğine bu duyguları yazdırmıştır. Bu şiirde de görüleceği gibi, oflu Hoca, zamanla kavgalıdır gene. Annesi Hakk’a yürüyünce, şair, kendisinin de bir gün vefat edeceğini, aynı yere-toprağa gideceğini bilmektedir…
“Nedense;
Yok olmadı kahrolası bedenim,
İnatla yaşamaya,
Var olmaya çalışıyor…” dedikten sonra, zamanın- bu yalan ve geçici dünya ile insanı her gün öldürmekte olduğunu ve hergün de aynı acıyı yaşatmak için yeniden dirilten bir ilaç olduğunu;
”Zamanın en iyi ilaç olduğu mu?
Belki;
Ama her gün öldüren,
Aynı acıyı yaşatmak için tekrar diriltip,
Bir kere,
Bin kere daha
Tekrar öldüren bir ilaç...” diyerek vurgulamaktadır. Sevdikleri ve özlediklerini düşünen insan beyni, bu ayrılıklar kıskacında akrep zehrini önce kendi yüreğine akıtıverir. Bir gün kendisi de gidecektir ötelere… Öteler, sevdiklerinin gittiği yerdir. Öte ölümle – dünyadan ayrılışla başlar bir anlayışa göre… Madde kabından- nefis gömleğinden sıyrılmakla olur. Zaman, bir yelkenli gemi, öteler ufuk çizgisinden daha uzaktaki mutluluk noktası…
“Yerimi hazırla anne,
Kavuşmamız için.
Sen gelmeyeceğine,
Gelemeyeceğine göre,
Benim sana gelmem gerek.
Buna hazırım,
Bunu bekliyorum,
Bunu istiyorum.
Çünkü;
Seni çok özledim! .” diyen şairimiz, gerçekler karşısında boyun eğen-kaderci bir tutum ve anlayışa sahiptir. “hazırım /bunu bekliyorum /bunu istiyorum” deyişinde bu kaderci anlayış vardır.
“Umudum ve hayallerim,
Bu dünya için asla gelmeyecek,
Bir başka bahara kaldı..” derken, dünyanın – maddi hayatın kendisine mutluluk veremediğini anlatırken, anasına sığınan küçümen bir bebek gibidir şairimiz. Ölüm ve kader-yazı karşısında teslim bayrağını çekmiştir. Kadercilik budur. Ama, içindeki çocuk harekete geçmiş ve anne kucağına kendisini atıvermiştir. Çocuk hep annesinden almıştır ilk yardımı. Anne koruyan-beleyen-büyütendir. Ana kucağı ve yüreği kadar mukaddes olan bir de toprak vardır. Birisinin yüzü sımsıcak, birisinin buz gibi soğuk. İkisi de kucaklar, sarar. “Benim sadık yarim kara topraktır” diyen Veysel ‘ de bu böyleydi. Şairimizin annesi gitmiştir, içindeki bebek anne kucağı aramaktadır, limanını aramaktadır. Yardım ve imdat ondan beklenmekte… Şair, bir başka bahara kalan- ertelenen ve ulaşılamayan mutluluğuna ulaşabilmek için annesin yardımı ve Yüce Yaradan’ ın takdirini beklemektedir. Der Ki:
”Mutlu olmam için bir yol var,
Tek bir yol...
O da;
Sanırım senin yardımın
Ve beni Yaratan’ın takdirine kalmış…”
Sadece anne mi? Baba da ailenin temeli… Şairimiz için aile toplumun temel taşıdır. Aile saadeti her işin başıdır. Ailede de anne ve baba işin esası… Esas kaybedilince suretten mutlu olamaz şair… Babasının vefatı nedeniyle de duygulu kalemi döker hüznünü mısralara. Der kİ:
“Bir ömür tükettim kadrin bilmeden
Bu cahil oğluna ah etme babam
Nasıl asi oldum hiç düşünmeden
Kusurum çok büyük,sen affet BABAM
Akıl başta değil,demek yaştaymış
İnsan nefsi ile hep savaştaymış
Yazı boş geçiren şimdi kıştaymış
Kışlar nasıl geçer,sen anlat BABAM
Geçmiş mi ki bir an bizlersiz günün
Dünyada gülmedi talihin,yüzün
İnşallah Mahşerde çekmezsin hüzün
Rabbim Cennetini lutfetsin BABAM
Ne Çarşamba kaldı nede Akyazı
Berlin’de de geçti ömrün birazı
Her tanıyan senden hoşnut ve razı
İnşallah Rabb’im de hoşnuttur BABAM
Şimdi muhtaç mısın asi oğluna
İzin ver gireyim o pak koluna
Neyim varsa feda, olsun yoluna
Doğruluk timsali şerefli BABAM
Gönlümde çok farklı,çok yüce yerin
Dudağımda kalsın mübarek elin
Uğrunda fedadır yüzlerce gelin
Seni memnun etmek bir borçtur BABAM”
Saygıdeğer dostlar,
Sözümüzün burasında şairimizin bir şiirini daha okuyalım, olmaz mı?
“Aşk sanki bir okul, meçhul bilmece
Gördüm ki, bir başı, bir sonu vardır
'Bahar, güzel mevsim ve iki hece
Onunda bir ilki, bir sonu vardır.
İlkler çok güzel de, sonlar sevilmez
Güçleri zorlayan dertler çekilmez
Bir taş olan kalbe, değer verilmez
Belki 'mermer'inde bir yeri vardır.
Sevgisiz bir kalbe Ah etmen neden
Ruhsuz vücut sanki, heykelden beden
Mutlaka sevgiyi çıkar hak eden
Her şeyin bir vakti, zamanı vardır
Sakin mahzun olma, küsme dünyaya
Ne neşeyi terket, ne dal rüyaya
Bir gün yolun düşer, gerçek sevdaya
O zaman sevginin bir adı vardır
Tanıyanlar bilir çektiğim derdi
Bir dert ki, yıllardır ızdırap verdi
O beni yakan kor, artık küllendi
Gece sonsuz değil, sabahı vardır
Var mı ağlamayan, hep mutlu olan
Her fani göçerken, kim..baki kalan
Derler ki 'ölümden gayrisi yalan'
Sözlerin gerçekte bir payı vardır..”
İşte bu şiir de şairimizin şiirsel yolculuğunu ortaya koyan bir şiirdir. Şairimiz, mısra yapısında çok sağlamcıdır. Fakat, kafiye yapısına pek fazla önem vermez. Sadece (Derdi/verdi/küllendi) , (çekilmez/sevilmez/verilmez) gibi örnekler kafiyeye özen göstermediğini işaret eder.
Mısra yapısına gelince;
İlkler çok güzel de, sonlar sevilmez / Bir taş olan kalbe, değer verilmez/ Ruhsuz vücut sanki, heykelden beden/ Var mı ağlamayan, hep mutlu olan/ Her fani göçerken, kim..baki kalan/ Derler ki 'ölümden gayrisi yalan'” gibi örnekler bir çok şiirinde yer almaktadır. Mısra yapısı itibariyle sağlamcıdır şairimiz. Ve bu sağlamlığı da çoğu kere “ata sözleri” ile süslemesini bilmiştir. Kesin hükümlü ve tersi olmayan bu atasözleri ve vecizeler, şairin aile yapısından ve inançlarından-dünya görüşünden mülhem olmuştur. Sanatını-kalemini iyi bir toplumsal doku arzusu ile alabildiğine kullanmak, onda bir görevdir. Vaz geçilmez, ihmal edilmez bir vicdan görevi…
İnsanı insan yapan ruhudur. Fiziki yapı şairimize göre önemli değildir. Ruh önemlidir. “sakın ruhsuz olma/ heykelin tıpatıp aynısıdır. Heykel-taş olmamalı insan. Ruhu sevgiyle donatmalı. Sevgi ama, kararınca. Umut devamlı yaşamalı yürekte. İnsan neşeyi terk etmemeli ve hülyaya-dünyaya da fazla dalmamalıdır. Her şeyin bir başı ve sonu vardır. Mutlaka mutluluk da gelecektir. Sabırla koruk meyve olacaktır. Bunu der, bunu söyler şairimiz…
Aşk, zamanın efsunkâr kanatlarıyla er veya geç gelecektir yüreklere. Virane olmuş eşikler şenlenecektir elbet. İkinci bahar dönemi de olsa, gecikerek de olsa gelen aşk, güzeldir. Yaşanılasıdır…
Der ki;
“Doldur be güzelim büyük kadeh'i
Bu gece şaraptan başka içelim
Silme yanağıma konan bûseyi
Yıllar sonra doğan, aşk'a içelim
Aşk'ın yaşı olmaz derdi aşıklar
Haklılar, başladı gözde ışıklar
Şenlendi, virane olmuş eşikler
Beni, bana katan aşk'a içelim
Tam bitiyor derken ömrün baharı
Yüreğime değdi sevginin hâr'ı
Bunca yoktan sonra bulmuşken var'ı
Yüzümü güldüren aşk'a içelim
Kurumuş bedenim hasretken SU'ya
Vuruldum, sekerek koşan ahu'ya
Kim tutar ki beni kalsam da yaya
Beni, benden alan aşk'a içelim
İçelim güzelim, doldur içelim
Eski defterleri kaldır içelim
Bu gece şarab'ı başka içelim
Yıllar sonra doğan aşk'a içelim”
Evet işte Oflu Hoca…
Şairimize göre, her şair zamanının şiirini yazar. Geçmişin suçlusu bugün olamaz. Bazı şiirlerine farklı tenkitler yönelmiştir Yazsam mı yazmasam mı diye düşünürken, kalemini zaptedememiştir. Dün bir yanda Necip Fazıl Kısakürek, öte yanda Nazım Hikmet vardır. Ülkenin çiçekleridir cümle şairler. Fark ne kadar büyük olursa olsun. Gül başka kokar, nergis başka… Renkleri de değişiktir, bakışları da… Onların çektiklerinin hesabını şairimiz mi vermelidir yani?
Der ki:
“Bazı şiirlerime farklı tenkitler aldım
Ben bir tarafmışım da taraf mı oluyorlar
Yazsam mı, yazmasam mı,bir ikilimde kaldım
Seksen yıllık maziyi benden mi soruyorlar
Bu ülkede eksik mi, şairler ve yazanlar
Yada onlar yazmışta, kim onlara kızanlar
Çok şükür her cephede ses veriyor ozanlar
Kalemimin rengini benden mi soruyorlar
Geçmişteki yanlışlar irdelenirse eğer
Gözyaşıyla görülür, yok edilen çok değer
Her günahın vebali,bu boyundaymış meğer
Ellerin günahını, benden mi soruyorlar
Mazi; yaşanmış,geçmiş,günümüze bakalım
Haksızlıklara karşı hep beraber olalım
Nedir bu bitmez öfke,nedir bu saçma çalım
Duygumu,inancımı benden mi soruyorlar
Bahçeler yeşertelim,fidan,çiçek ekerek
Her çiçek,koklanmalı,dallarını severek
Bir yanda Nazım Hikmet,bir yanda Kısakürek
Onların çektiğini,benden mi soruyorlar
Tarih bize tecrübe,ders alınacak geçmiş
Herkes çok iyi bilir,kimler kime ne etmiş
Göçenler,bu diyardan başka diyara gitmiş
Onların sorgusunu benden mi soruyorlar”
İşte şiir akrabamın, şiir dünyamıza bakışıdır bu dizeler…
Bir de genç şairlerden aldığı mektuplara şiirle verdiği cevaplardan örnek verelim. Verelim ki şiir anlayışını daha iyi ortaya koyalım, olur mu? Şairimiz bir şiirinde:
“Dostum,mektubunu aldım okudum
Gönül zedeleyen kaleminiz var
Şiirinizden müteesir oldum
Ne kadar da sivri lisanınız var
Yazığım şiire farklı bir yorum
Getirdin,var sana küçük bir sorum
İncele,idrak et,nasılmış durum
Ondan sonra söyle hesabımız var.
Şiirde sözlerin, anlaşılmıyor
Heceler, ölçüde düzgün gelmiyor
Okuyan, meramı fark edemiyor
Vezinlerde bile noksanınız var
Daha gayret eyle düşünerek yaz
Redifli kafiyen olmalı biraz
Çift mısra kolaydır makbul sayılmaz
Çalış,kabiliyet hem zekanız var
Tutulan her hesap makbuldür bence
Elbet konuşuruz seni görünce
Senin gibi hırçın,fanatik gence
Bizim de iki çift kelamımız var
Bu acele niye,sonu hayrola
Gelince görüşmek o zaman ola
Bu ayın sonunda girerim yola
Kısmet ise böyle kararımız var
Mail adresinle seni bulamam
Unutamam,duyarsız da olamam
Artık bu diyarda fazla duramam
Bilmem acep nerde mekanınız var
Ben bir garip oflu,adımsa Faruk
Hazırlığa başla,hem çabuk çabuk
Yazdığın doğruysa,adınsa Yakup
Bekle bizi kardeş,sualimiz var “
Evet, görüyorsunuz Oflu Hoca’ yı… Görevini ne de güzel yapmış değil mi? Şaire şiirle cevap veriyor ve hece şiirinin nasıl olması gerektiğini anlatıyor…
Şiir akrabam bir başka şiirinde ise;
“Geceden arda kalan,güneşsiz günlerdeyim
Bir yanımda, mehtâbın terk-i diyar etmesi
Hazan'ı sayıklayan umarsız dillerdeyim
Diğer yanım,güneşin benden yüz çevirmesi
Ne İsa'ya yarandım,ne Musa'ya dost oldum *
Sol yanım kilise'de,sağ yanımsa havra'da
Beynimle boşalttığım dertli yüreğe doldum
Bir yüzüm hengâme'de,diğer yüzüm tafra'da
Kurşun,kurşun olalı, bu denli can yakmadı
Hangi yürek dayanır,sırtından vurulmaya
Ne canmış,gitti geldi, bir türlü çıkamadı
Dayanacak mı bilmem,bu kor'da kavrulmaya
Yüreğim,günâhlara keçe olan yüreğim
Üzerine bin türlü yaşanmaz dert geldikçe
Kırılıyor yavaşca, sen'i tutan direğim
Bitecek mi dertlerin,bu yol sona erince
Dostluklar,sözde kalan,lafda kalan dostluklar
Hani kardeşlik için verilen onca sözler
Gam deryası içinde,beni vuran puştluklar
Mazinin ezgisiyle,nasıl yaş dolmaz gözler
Yüreğim,depremlerde enkaz olan yüreğim
Afâkın bin belâsı,seni hedef almışken
Bükülürmüydü sandın,söz dinlemez bileğim
Nasıl dimdik kalsın ki,ihânete kalmışken
Mezarım; bekle beni son durağım, mezarım
Sana ulaşan yolda her engeli aştımda
Çilemi, şu çilekeş yüreğimle yazarım
Ecelle sürüp giden, niha-i yarışımda”
Şairimiz (abab) kafiye sistemi ile kaleme aldığı şiirlerde daha başarılı. İşte okuduğumuz şiir buna bir misaldir. Dostluğu, kardeşliği anlatan bu şiirde derin söylemler gene atasözleri-vecizelerle süslenerek takdim edilmiştir…
Antolojide “hece şiiri” yazan veya yazmak isteyen gençlerde gördüğüm önemli bir hususiyeti burada açık açık ortaya koymanın zamanı sanırım gelmiştir. Kafiye yapısına girmişken, bunu da söylemeden geçmeyelim. Koşma türü şiirlerde, kafiye yapısı (abab-cccb-dddb-eeeb) olan şiirlerde üçüncü mısra ile dördüncü mısranın anlam ve söylem bütünlüğünü sağlayamayan gençlerimizin şiirleri düşük doğmaktadır. Evet, uyak-ayak yada dördüncü mısraların birbirine paralelliği yapılmakta ise de, kıtalarda üçüncü mısra ile dördüncü mısra bağı yapılamamaktadır. Çoğu genç şairimizde bunu gördüm. Bu ise, şiirini zayıflatmakta genç şairin. Çünkü, şiir üzerinde kuyumcu titizliliğiyle durmamakta ve aceleci davranmaktadır gençlerimiz…
Sözümüzün burasında Oflu dostumuzdan bir şiirle gülden virgül atalım hele…
“Dönerim demiştin, kalkıp giderken,
Ne dönmekmiş(!) , bahar gittin kış oldun!
Bir sensizlik, dayanılmaz kederken,
Dinle dostum, şimdi başka iş oldun..!
Yokluğunda diken sardı gülleri,
Birden coştu, baykuşların dilleri,
Çok değişti, bizim diyar elleri,
Dost gözlerde, ayrı ayrı yaş oldun..!
Senin için, 'aşktan kaçmış' diyorlar,
'Korkaklık başına, taçmış' diyorlar,
'Sana, ayık değil, içmiş' diyorlar,
Sandılar ki, artık göçmen kuş oldun...!
Yerin hazır, baş köşede mert dostum,
Adamlıktan, taviz vermez sert dostum,
Sensiz olmak, yüreğime dert dostum,
Gerçeğe dön, tükenmeyen düş oldun...!
Bitsin hasret, aramıza dön artık,
Belli olsun, gidilecek yön artık,
Ya ışık ver, ya adınla sön artık,
Sanki dostum, ses vermeyen taş oldun..! ”
Şairimizin Erzincan’dan bir gönül dostu vardır. Şair Metin Yıldırım. Onunla dertleşir, söyleşir, atışır… Okuduğumuz bu şiir de ona yazılmıştır. Şiirin altına düşülen not ta: (Gidip te bir türlü dönemeyen Can Dostum Metin Yıldırım'a) deyişi de bu yüzdendir… Her iki dostun birbirlerine cevapları, nazireleri, atışmaları edebiyatımız için güzel birer numünedir. Dilerim bu tür dostluklar daha da çoğalır…
Dostluklar, kimi zaman kazaya uğrar. İşte o an duygulu yürek yeniden sarılır dört elle kaleme. Kalbinin yırtılmasını ve yol açılmasını arzular. On yıl süren bir hasretin sona eriş noktasıdır bu istenmeyen kaza… Şairimiz;
“Yırtıl göğsüm, yol aç kalbime çıksın
On yıllık hasreti çekemez oldu
Kavuşmak isterse,yarine gitsin
Açmamış goncalar nasılda soldu
Yüzüne bakmaya kıyamaz mıydın
Onu seyretmeye doyamaz mıydın
Bunca yıl nasılda onsuz yaşadın
Hani çok sevmiştin,sana ne oldu
Nerede verdiğin sözler,nerede
Nasıl dayandın sen bu kadar derde
Onun hatırası dolu her yerde
Ahdını tutmadın,sana ne oldu
Düşmanım bahara,düşmanım yaza
Tahammul edemem artık beyaza
Onu benden alan,vicdansız kaza
Beni sağ koydu da sanki ne oldu
Yaşarken ölümü tatmak çok acı
Bir dert ki,bulunmaz onun ilacı
Dilim yaratana her an duacı
Buluşma yerimiz mahşer mi oldu
Neyleyim insafsız,kahpe feleği
Ümitsiz yarını,boş geleceği
Gelsin artık bana,ölüm meleği
Bu kadar ağır yük taşınmaz oldu”
Evet, şairin yürek uçurumu ayrılıktır-terkedilmektir… Sevdiği ayrılmışsa, ne baharın, ne yazın önemi yoktur artık… Bahara ve yaza da düşmandır şair gayri… Beyaza tahammülü kalmamıştır. Yaşarken ölümdür ayrılık… Felek yapmıştır bunu.. Ve felek kahpeliğini- inanılmaz oluşunu bir defa daha ortaya koymuştur. Yarınlar boş ve ümitsizdir. Ölüm meleği beklenir…
Hep demişimdir bugünedeğin, asıl kahraman şair değil, şairin eşidir. Şair eşi olmak çok zordur. Herkes şairin eşi olamaz. Şair yağmur yüklü bulut gibidir, ona katlanmak ve onu avuçta tutup taşımak güçtür. Onu başaran da kahramandır. O da şairin eşidir. Bakmayın o, evli olduğu, hattâ benim gibi üç-dört torun sahibi olduğu halde halâ aşk şiiri yazanların efelenmelerine. Yiğit olan evdeki eşlerimizdir vallahi…
Şairimiz ve GÜLLÜK grubumuz üyesi Ahmet Faruk TÜRKYILMAZ’ ın aşk şiirleri de benimkiler gibi ince bir hüzün taşımaktadır. Eşya-doğa-çevre ve obje, özün-aşkın-hüznün tarifini yapan birer öğelerdir. Bu öğeler, şairin içiyle harman olur savrulur sırası geldiğinde…
Oflu’ muzun dilinden seslenir:
“Esme rüzgâr deli deli, bulunmaz derdime çâre..!
Yakıyor aşkın ateşi, ciğerlerim pâre pâre
Ben artık bende değilem, düşmüşem perîşan hale
Artık engeli kalmadı, tez müjdeyi verin yâre
Unuttum mu zannediyor, kulağımda hala sesi
Bir araya gelmesek de, tenimde ılık nefesi
Yaşanmış mı böyle bir aşk, bu bir sevda mûcizesi
Bana hatıralar yeter, onun yeri gül bahçesi
Bahçesinde olsun güller, her zaman ötsün bülbüller
Acılar hep bana kalsın, onu üzmesin gönüller
Etrafından eksilmesin, hoş nağmeler,tatlı diller
Bana fatihalar düşsün, ona kalsın mutlu günler
Neyleyim gülsüz bahçeyi, neyleyim bülbülsüz gülü..!
İster miyim günsüz ayı, sever miyim aysız günü
Yâre kutlu olsun bugün, ben hâla yaşarken dünü
Kendi dünyam bana kalsın, o'nun açık olsun önü”
“Anlıyorum....
........Seni anlıyorum bir tanem...!
karamsarlıklarını,
çekincelerini,
bakışlarındaki donukluğu
anlıyorum..
'Ne derler' diye düşünmeni,
çocuklarını/çocuklarımı,
eşini/eşimi,
yaşını/yaşımı,
........................
Hepsini anlıyorum/anlıyorum da;
Ondandır matemim, hüznüm
ondandır bakışlarımdaki kasâvet
ondandır her anımda efkâr
Ondandır
yürekten ağlamalarım/
.................Ağlıyorum..
Bazen;
koy gitsin diyorum hayatı,
Kim ne derse desin,
ne düşünürse düşünsün
biraz da kendimi yaşayayım..
...Unuttuğum yaşanmışlığımda..
..........Keşke;
Düzgün başlayabilseydik
ta başından..
.........Keşke;
zamanı çevirmek elimizde olsa da/
Kahrolası gururumuzun esiri olmasaydık..
.........Keşke;
Mutlu olmayı başarabilsek
.....Bunca mutsuzluğun ardından....”
Şairimizin antolojideki şiirlerini yeniden gözden geçirmesini ve bazı kelimelerin yazılış şekillerinin yanlışlığının farkına vararak düzeltmesi gerektiğini de buradan işaret etmek istiyorum. O’ nun gibi hassa ve duygulu, usta bir şairin biraz daha dikkatli olmasını mutlaka istiyorum. Karadenizli- Oflu olması yüzünden bazen (ı) yerine (i) yazdığı, (z) yerine de (s) yazdığını gördüm. Net dünyası bizim şairlerimiz için önemlidir. Bir dost olarak, birbirimize, şiir akrabalarımıza bu tür hatırlatmalar yapmamız da gerekmektedir.
Yukarıda okuduğumuz şiir de gene şairin “zamanı gönlünce çevirmek” isteyişinin şiiridir. Gururun kahrolmasını ve sevenlerin bir araya gelmesini isteyen duygu yüklü mısralarla örülü serbest şiirdir bu…
Şairimizin gene iç girdabını ve aşk çıkmazını anlatan bir şiirine daha göz atalım, olur mu? Diyor ki:
“Seni bilmem ama ben kararlıyım
Bu garip sevdadan cayalım gitsin
Bu aşkta senden çok ben zararlıyım
Bir kumar oynadık diyelim gitsin...
Seninle burcumuz tutsaydı keşke
Terazi bir başka, akrep bir başka
Yarını olmayan hayırsız aşka
Ayrılık nikahı kıyalım gitsin..
İçimde bir his var benden pes diyor
Olmadık duadan ümit kes diyor
Madem ki bahtımız böyle istiyor
Kaderin hükmüne uyalım gitsin..
Marifet feleğin elinden çıkmış
Dünyada başka terzisi yokmuş
Adını ananı narına yakmış
Ateşten gömleği giyelim gitsin..
Tiryaki gönlümden olmasın kuşkun
Zannetme müptela, zannetme düşkün
Ardından bir ağıt yakalım aşkın
Adını elveda koyalım gitsin...
C.Safi..
Bir aşk ki,kin,nefret,hüzün doluysa
Mutluluk yolunun,çıkmaz yoluysa
verilecek karar,acı da olsa
Artık şu kararı verelim gitsin
Farketmez, burc tutsa,yıldızlar farklı
Merih'in esrarı kendinde saklı
Akrep adaletli,terazi haklı
Kibirli kalpleri kıralım gitsin
Hisler hiç yanıltmaz,hedefi bulur
Vaktinde dualar hep kabul olur
Değmeyen sevgiyse,bir gün kaybolur
Gönülden prangayı sökelim gitsin
Marifet felekte,nerde hakikat
Kendi yasamayan verir nasihat
İster kıymeti bil,ister isen at
Artık ileriye bakalım gitsin
Tiryaki; bir kavram,bir alışkanlık
Muptela; bir tutku,bir bağışkanlık
Şimdi vefa yok ki,hep değişkenlik
Yeniye merhaba diyelim gitsin “
Evet, görüldüğü gibi üstad Cemal Safi’ nin şiirine “nazire” yapmaya çalışmış Oflu Hoca… Usta Cemal safi (diyelim-kıyalım-uyalım-giyelim-koyalım) uyak ve (Y) ağırlıklı kelimeyle ustaca dans ederken şairimize bakalım. O da (verelim /kıralım/sökelim/bakalım/ diyelim) kelimeleriyle dokusunu oluşturmaya çalışmıştır. Ama, ona benzemeye çalışırken, bana göre hata yapmıştır. Bu uyak-ses uyumları Cemal Safi’ ninkiler yanında çok zayıf kalmıştır.
Zaten, yazıldığı tarihten – üzerinden yüzyıl geçmemiş-anonim hale gelmemiş ve herkes tarafından ezbere bilinmeyen- edebiyat tarihine geçmemiş bir şiire, nazire yamak da bana göre yanlıştır. Bu düşünceme katılmayabilirsiniz, ama, usta malı söyleyen –çalan-çığıran ozanlarımız bile bu nakli yaparlarken, ustayı yakalamak telaşı ile kıvranırlarda, ustanın eserinin etrafında dolanır dururlar da tek mısra dahi ekleyemezler. Oflu da eklememiş, yeni bir şiir yazayım derken, gücünü indirgemiş burada… Ustaya bir cevap olsun diye kaleme alınan bu şiiri de eleştirirken, dostumuzun hoşluk olsun diye, şiirin-ustanın güçlü söylemine-karşı tarafın bir yanıtını sunma gayretine girdiğini müşahade ediyoruz…Demir dövüle dövüle, mengenede sıkışıp çekile çekile hamur olurmuş. Yana-yakıla hizaya gelirmiş demir atomları. Ofluda hecenin ustasının mengenesine düşmüş burada… Dilerim şiirde birincilik münhal ya, ustayı yakalar bu çabasıyla…
Evet sevgili dostlar Oflu Hoca olarak tanıdığım, bir kere sesini telefonla duyduğum, bu mert sözlü, inançlı, şuurlu ve şiir sevdalısı dost için ne yazılsa azdır, ne söylense azdır. Milli ve manevi değerlere yürekten bağlı, özellikle “hece” şiirinde başarılı olduğuna inandığım dost şairimiz için ileride daha çok söylenecek ve yazılacaktır.
Mehmet Akif ile Necip Fazıl arasındaki bir çizgide kendi şiirinin yolunu çizmeye çalışan Ahmet Faruk Türkyılmaz kardeşimize, başarılarının devamını diliyorum. İlhamı bol olsun.
Mustafa CEYLAN
Mustafa CeylanKayıt Tarihi : 20.4.2006 03:42:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
BÜTÜN ŞİİRLER TARTIŞILIR
TARTIŞILMALIDIR
EN İYİYE ULAŞMAK AÇISINDAN
UYGUN KİŞİLER TARAFINDAN
(((ŞİİRİN ŞEKLİ,ESTETİĞİ,BİÇİMİ,ÖLÇÜSÜ,KONUSU
TAHLİLİ, İNCELEMESİ,HATTA ŞİİRİN KENDİSİ)))
DİKKAT EDİN AMA KESİNLİKLE'' ŞAİRİ ''DEMİYORUM
KUR'AN MI BU?
DEĞİL
HAKKINDA VAHİY Mİ VAR?
HAYIR
KİM YAZMIŞ?
SENİN,BENİM GİBİ BİR İNSAN
EEE ÖYLEYSE...
İNSAN ÇALIŞIP UĞRAŞIRSA
BİRAZ DA DOĞUŞTAN BİR YETENEĞİ VARSA
NEDEN ONDAN DAHA BAŞARILI OLAMASIN
BU ÇEKEMEMEZLİK NİYE?
SON BİR SÖZ
***AYNI TARAFTA YER ALANLARIN KAVGASINDA****
************** YÜZDE YÜZ HAKLI TARAF OLMAZ *******
*****************************************************************
bu bir gerçek..
alttaki yorumların hepsini okudum..
yazılanların hiçbiri beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor..
bir şairin kendine göre seçtiğin şiirlerini ele almış ve zihin yormuşsun..
Şairin belki daha güzel eserleri de vardır, belki daha kötüleri de..
ve belki bazı durumlarda sanat adına olmadık rütbelendirmelerin de vardır şiir ve şairin tahlil mevzusuyla alakalı..
ama ortamı -bir de senin olduğun yerde- karşılıklı sloganlaşmalara, kahve edebiyatına götürenlere baktıkça senin adına üzülüyorum..
burada benim alakadar olduğum senin gayretindir, çabandır, emeğindir... ötesi boş..
Allah gayretini zay'etmesin..
ve tabii tahlilin yapıldığı şairimizin emeklerini de..
başarılar, selamlar, sevgiler..
Ne zaman ki sabit fikir ve ön yargılardan kurtulup objektif bakmayı öğreniriz o zaman gerçek anlamda yapmaya çalıştığımız işi yapmayı başarırız diye umut ediyorum..
Antolojideki kısır tartışmaların altına girmeyi hiç istemiyorum.Adım anılmadıktan sonra hiç kimseye cevap vermeyeceğim.
Benim için siz Türkiyenin en iyi tahlilcilerinden birisiniz..Bu fikrimi kabul edenler ve etmeyenler olacaktır muhakkak. Ben sizi tanımadan önce bir Radyo programında (Yürüyen Merdiven) Zehra Birsen Yamak hanımın bu konudaki sözünü hatırlıyorum. Ayne şöyle diyoru.'Mustafa Ceylan hoca Mehmet kaplan'dan sonra Türkiyede en iyi tahlilci(veya tahlilcilerinden) olarak kabul ediliyor.' Bu söz bana ait bir söz değil ama benim kabul ettiğim bir söz..İsteyen katılır isteyen katılmaz.
Şimdi;
Başarılı çalışmalar yapan herkesi takdir ederim ve alkışlarım. Beğendiğim ve sevdiğim insanları birilerinin hatırı için sevmem yada birilerinin hatırı için beğenmemezlik yapmam..Benim fikrimi beni ikna etmeden hiç kimse değiştiremez..Yaptıklarımı ve söylediklerimi beğenmeyenler tabiki olacaktır.Bu onların özgür görüşleridir.Esasen insanların başkalarıyla uğraşacakları yerde kendi çalışmalarını ortaya koyarak kendi başarılarıyla model olmalarını arzu ederdim.Sadece muhalif olmak ve çözüm üretememek insanı başarılı yapmaz.Ortaya bir eser koymak bir çalışma sunmak gerekir.Bunu yaparlarsa eğer insanlar onları ciddiye alırlar..
Sayın Toksoy'un benim sözlerimi abartılı yada gereksiz bulmasını haddini aşmak olarak görüyorum..Hayatımda bir defa gördüğüm(Antalya'da), on dakka görüştüğüm ve bir telefon konuşması yaptığım sayın Toksoy'un şiir konusunda neleri bilip bilmediğini, ne kadar yeterli olup olmadığını bilmiyorum ve beni de ilgilendirmiyor.Ona kendi alanında başarılar diliyorum ve şunu eklemek istiyorum.
'Kendi işine baksın'
Onun fikirlerine ihtiyacım olursa eğer, sorarım.
Alah herkesin yolunu açık etsin.
Tekrar teşekkür ediyorum hocam.
Selam ve saygılar
Sizinle bu konuyu daha fazla bu zeminde tartışmak istemiyorum. Zira, bugüne kadar çok sayıda tahlil kitabı (tabi bana göre tahlil-siz bunun sonuna sel-sal eklerle yeni bir 'söylem' de bulursunuz. Neyse): evet çok sayıda her biri kendi alanında 'tek olan tahlil kitapları' yayınlamış birisiyim. Siz hiç merak edip bir tekini dahi okudunuz mu ki?
Burada GÜLLÜK grubumuzda üyelerimizden bazılarını ele aldığımız çalışmaları yayınlıyorum; bunu da bilmiyorsunuz. Özelden sorabilirdiniz bana.
Bunları ele alıp; tahlil konusundaki yolum-yordamıma söz ediyorsunuz. yapmayın! İsterseniz sizinle bu konuda saatlerce konuşabilirim.
Bakınız, ben bana övgüler yapılmasından asla hoşnut olmayan birisiyim ve beni tanıyan dostlarımda bilirler bunu.
Zira, sizden çook uzaklarda olduğum yada sizin alanınız dışındaki bir alanda-ki bana göre HAS ŞİİR alanı bizim alanımızdır-bulunan dostlarım, bana hep 'karıncanın gölgesi ve yunusun odunu' demişlerdir. Ve ben de bu yakıştırmadan mutluyum.
Yayınladığım tahlil eserlerim hakkında çeşitli edebiyat dergilerinde-ki siz onları da okumazsınız sanırım- Hocam Mehmet Kaplan' dan sonra bu sahada eserler yayınlayan(her biri en az 300 sahifedir) , bakanlığın yapmadığını yapan vb... cümlelerle lâflar edilmiştir. Hem de çoğu sizin de tanıdığınız üstadlar tarafından. Ama ben bunları bu zeminlere taşımaktan hep imtina ettim.
Şimdi GÜLLÜK grubumuzun bir çalışması olan bu OF'lu Hocamız hakkındaki yazı meselenin sadece bir başlangıcı, giriş bölümüdür dostum.
Çünkü, benim metodumda bir şairin tek bir şiiri değil, bütün şiirlerini objektif altına alma, hattâ doğduğu yere gidip araştırma yapma, yakın çevresiyle röportajar yapma ve en az 'on gün' süreyle o şairle gün geçirme de var. Bunu da biliyor musunuz?
Bir Tahir Kutsi Makal'ı, bir Abdullah Satoğlu' nu, Halil Soyuer'i duydunuz mu hiç?
Ben onlar hakkında tahlil kitabımı yayınlamadan evvel her birine en az 3 yıl zaman harcadım kardeşim.
Kendisini ele almaya başlamışız of'lu kardeşimizin. O da bize öyle demiş. Bu sizi niye rahatsız ediyor? Hani hoş görünüz nerde?
Bahsettiğiniz hocaları ben de okurum ve bazılarıyla yakın dostluğumda var. Onları geçtim mi dedim. Ama geçmek elbette hedefimdir.
Yazdığımız metinde, grupta bulunan genç şairlere de ne mesajlar var onu görebilmeniz için size sıralayayımburada isterseniz..
Size göre ciddilik soğuk-şekilsiz-bazı lâf kalabalıkları yapmak ve anlaşılmaz olmak mıdır?
Bakınız;
İnsanlar sağ iken ve yaşarlarken yapmalıyız ne yapacaksak. Ben, hep bunu yapmaya çalıştım ve çalışmaktayım tahlil çalışmalarımda. Ki varsa itiraz ve yanlışlıkyapılsın-edilsin diye.
Ben de sizi sever ve saygı duyarım. Hele hele, analizci yönünüzü metodunuzu beğenmememe rağmen-takdir etmiş ve desteklemişimdir; ama sizin gibi davranış sergilemedim.En sonunda dayanamdım ve sizin bu sitedeki bir incelemenizin altına hiç yapmayacağım bir olayı yaptım ve ben de yazdım.Buna mecbur ettiniz.Kusura bakma e mi.!
Şayet istiyorsanız buyurun böyle uzaktan uzağa değil, düzenleyin bir sempozyum yada bu konuda bir açık oturum; konuşalım; anlatayım size... Lütfen...
Şimdi bak kardeşim-değerli hocam;
Biz daha iyiyi ve daha faydalıyı; şu şair bolluğu olan yerde nasıl yaparız, KALICI ŞİİRİ-1000 yıl sonra da kalacak şiirin yazılması için neler yapabilirizi tartışacağımız yerde; gereksiz bir konuya girmiş oluyoruz. Öyle değil mi?
Ve lütfen beni, hangi kaynaklardan ve kimlerin rahle-i tedrisinden geçerek geldiğimi bilmeden, tanımadan da; aynen hani şiirlerin altına yazılan YÜREĞİNE SAĞLIK,...vb ifadeler benzeri bir not ile de bu konuya girmeyiniz.
Selamlar, saygılar Recep Hocam...
TÜM YORUMLAR (16)