Şiirlerinde kendi şiirsel yolculuğundan kesitler de aktaran Reyhani, “Eyledi” başlıklı şiirinde;
“Daha ondört yaşındaydım
Bir kız bana el eyledi.
Yaklaştım derdini sordum
Bir tenhaya gel eyledi.
Doldu gözlerinin yaşı
Önüne eğildi başı
Ayrılırken son bakışı
Ömrüme bedel eyledi.
Pınarın yolunda durdu
Boynunu bir yana burdu
Bir kere gönlüme girdi
Gitti geldi yol eyledi
Bir dakka unutmaz oldum
Bir kez rahat etmez oldum
Geceleri yatmaz oldum
Aklım aldı del’eyledi.
Ben Reyhani olmaz idim
Ağlar idim gülmez idim
Konuşmayı bilmez idim
Yâr beni bülbül eyledi.”
İşte bu şiirden de görüleceği gibi; Reyhani daha küçük yaşlarda iken aşık olmuş, fakat aşık olduğu “Hatun” isimli kız, zorla bir başkasıyla evlendirilmiş ve bir yıl sonra da ölmüştür. Reyhani’yi sevda yolunda susmaz bülbül eden bu meseledir.
“Söyleyin” şiiri, kendisini tam olarak anlatan ve şiirinin köklerini daha çok ele veren bir şiirdir. O’ nda der ki.
“Beni sizden sorarlarsa dostlarım
Bir Reyhani geldi gitti söyleyin
Hayatı çileli muradı yarım
Heder etti ah tüketti söyleyin.
Aldı kırık sazı kapıdan çıktı
Ağlar gözler ile gülerek baktı
Dağın ufuğunda bir akşam vakti
Güneşle beraber battı söyleyin.
Ara sıra sazı verdik destine
Name yazdı yarenine dostuna
Ceketini yorgan ettik üstüne
Kolu yastık oldu yattı söyleyin.
Bir duvara yaslamıştı yanını
Sılasına çevirmişti yönünü
Gurbet elde hasret yaktı canını
Sitem vurdu dert çürüttü söyleyin.
Aşık Reyhani’ymiş kıldı ah u zâr
Dolaştı âlemi diyâr be diyâr
Parça parça etmiş bir deli rüzgâr
Yaşı yağmur göz buluttu söyleyin.”
Hayatı çileli, muradı yarım bir Reyhani… Kendi tanımına uygun yaşadı hep. Zengin ve ün-şan sahibi olmayı düşünmedi, düşünemedi. Bilip anlaşılması ve değerinin ortaya konmasını bekledi. Köyden kente göçün akın akın yaşandığı döneme rastlayan en verimli dönemlerinde, “ceketini yorgan, kolunu yastık ederek” yaşadı. Eğilmedi, el-etek öpmedi. Dik durdu. Mütevaziliğini elden bırakmadığından, yazdıkları, çığırdıklarına da “şiir” demedi ve “ara sıra sazı eline verildiğinde dostlarına name yazan” bir ruh halini sergiledi. Yer yer ezildi, oradan oraya kader rüzgârının önünde savruldu. “Karnımı doyuracak, namerde muhtaç olmayacak kadar kazanayım, çoluk çocuğumu geçindireyim yeter” diye düşündü. Yaylalar ve köyler boşalıp büyük kentlere akarken, onun içten, candan, samimi seslenişi, belki de zamanın bu büyük gürültüsü arasında çok az duyuldu. Sesinin az duyulması ve isminin afişe olmamasının sebeplerinden birisi de; milletine, devletine ve bayrağına bağlılığı idi. Büyük ve boyalı basının, medya tröstlerinin “kâr” a ve paraya dönük kulakları ve gözü, memleket sevdasıyla tutuşan bir ozanın sazından çıkanları duyamazdı. Köpeğin birisinin bir adamı ısırmasının haber sayılmadığı, bir adamın bir köpeği ısırması olayının manşetlik haber olduğu bir devirde yaşadı. Yani, demem odur ki, içinde yaşadığı topluma ters düşmedi, milli ve manevi değerlere küfretmedi, aksine sahip çıktı… isyankâr ve kutsal değerlete kafa tutan bir söylem tuttursa idi, adı ekranlardan, ezgileri de süper-starların dillerinden düşmezdi…
Reyhani kendisini kırık bir testiye, sevdiğini de ulu bir pınara benzetmiştir hep. Kırık testinin dolmayacağı, ulu bir pınarın suyu karşısında sıfır mertebesinde olacağı bir gerçektir. O’nu bu ruh haline sokan da zamandır, devrandır, ekonomik düzen ve memleketin genel gidişatıdır. Bir şiirinde;
“Bu zalim zamanın ne ise kastı
Nereye gittimse yolumu kesti
Sırtımda kırık saz elimde testi
Doldurmadım yarı kaldım sevdiğim.” Derken bir başka şiirinde ise;
“Aşık Reyhani’yim bu aşkın mesti
Gönlünden gönlüme bir rüzgâr esti
Sen bir ulu pınar ben kırık testi
Acı bu halime dol yârim yârim.” Demiştir. Devir-zaman zalimdir. Sırtında sazı köy köy, il il dolaşan ve geçimini sazının telleri arasından temin etmeye çalışan bir ozan düşünün. Halk, iş ve aş derdiyle yerinden, köyünden, yurdundan taşı toprağı altın kabul ettiği büyük kente göçerken; halkın, kırsalda - yaylada kalmış son nefesi gibidir Reyhani. Daha sonra “gecekondu” şiirinde de görüleceği gibi, o da, kente göç eylemiştir. Bu kez de, büyük kentin canavar dişlileri, varoşların acılı sancısıyla dolup taşmıştır yüreği.
Anadolu insanı böyledir. Koptuğunda dalından, düştüğünde gurbete köysü köysü olup çıkıverir. Köysülükte hüzün ve gözyaşı vardır. Gariplik mahzunluk vardır. Yabancıdır dönen dolaplara, çarpışan otalara, fırdöndülere.. Yabansıldır, öksüz yetim sanır kendisini, bisiklete binen, top oynayan, kolalı gömlek giyen arkadaşları karşısında. Büzülür kalır köşe başlarında, bahçe diplerinde. Umutları, sevdası, düşleri yayla yolunda açan çiçekte, türküleri yayla çeşmelerinin durmaksızın akan şırıltısında, hayâlleri de azgın derelerin ve ormanların gümbürtüsünde kalmıştır. Nitekim Reyhani “Yârim Yârim” şiirinin bir kıtasında;
“Ben koyun olayım sen de bir yayla
Her gün gel kaval çal gönlümü eyle
Bana derler âşık derdini söyle
Tahammül eder mi dil yârim yârim.” Demektedir.
Bana göre Reyhani, Bursa’ da rahat değildi. Kahrından ölüp gitti. Erzurum ve Erzurumlulara hasreti onu eritti… Bazı şiirlerinde Erzurum tutkusunu açık açık haykırması, bazılarında da açıktan Erzurum mahalli şivesine yer vermesi sılaya özlemdendir hep..
Bizim Anadolu aşıklarının temel gıdalarından birisi de gurbet ve sıla ikilisi değil midir? Hele sıladakiler gurbettekini unuttu ise, dokunmayın aşık yüreğine… Duman duman yükselir, turna kanadına koyar kalbini, dolanır sıla semalarında vefalı bir dost arar…
Sonra döner, mazisine, çocukluk ve gençlik dönemlerine. İlk aşkını hatırlar. İlk sevdayı… Anasını, babasını, atalarını getirir gözünün önüne…
Hepsine harman eder gönlünde. Eder de, sevdası ucu yanık mektup benzeri kaldığından gönül teli orada takılı kalır. Aşkını ve hep kavuşamadığı o ilk aşkını aklına getirir. Çalar, söyler…
Reyhani, beşeri aşk ile ilâhi aşkı birlikte dokuyan bir ozanımızdı. “Sevdiğim” diye hitap ettiği, çoğu zaman Yüce Mevlâ idi. “Reyhani’yim rumuzludur” dillerim derken, “zamanı gelir de bir sezen olur bizi” de derken, işte bu kutlu sevdayı anlatmaya çalışmıştır. Bakınız “Çok Seviyorum” başlıklı şiirine;
“Sevdiceğim gel çürütme canımı
Ben seni ondan da çok seviyorum.
Yusuf Züleyha’nın aşkına yanmış
Ben seni ondan da çok seviyorum.
Yavru kuş anayı anaysa dalı
Tabiat yeşili yeşilse alı
Çiçekler arıyı arıysa balı
Ben seni ondan da çok seviyorum.
Kanun vardır şehitlerin kanında
Bu sevgi dünyanın dört bir yanında
Mürit mürşidinin arzumanında
Ben seni ondan da çok seviyorum.
Asuman’ı Zeycan Aslı’ yı Kerem
Garibini candan sevdi Şahsenem
Selvi’nin hasreti Emrah’a elem
Ben seni ondan da çok seviyorum.
Reyhani’yim rumuzludur dillerim
Dilim söyler kayıt eder ellerim
Gurbet elde dert ortağım tellerim
Ben seni ondan da çok seviyorum.”
DEVAM EDECEK…
Mustafa CeylanKayıt Tarihi : 12.1.2007 13:33:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mustafa Ceylan](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/01/12/tahlil-asik-yasar-reyhani-nin-siirsel-dunyasinin-kokleri-2.jpg)
Güzel araştırmanızı beğeniyle okudum. Bütün Reyhani sevenler adına kutluyor tşk. ediyorum
TÜM YORUMLAR (3)