FARKLI BİR SERGİ ÖRNEĞİ
Antalya’da, Tahir Güngör’ün 12- 18 Mayıs tarihleri arasında, Ansan Sergi Salonunda açmış olduğu serginin, klasikleşmiş sergi kavramlarını alt-üst eden özelliklerini fark etmemek olanaksızdı. Gördüm ki bu sergi, sanatsal ve estetik veya her hangi bir alanda bir değer ifade eden her şeyin sergilenebileceğine ve hatta farklı değerlerin, birbiri ile uyum içinde bir arada sunumuyla, farklı ve ilginç sergiler yaratılabileceğine çok güzel bir örnek oluşturmuş. Öyle ki kapıdan girer girmez kendinizi, beklediğinizin ötesinde bir çeşitlilik, bir zenginlik ve çok sesliliğin ortasında buluyorsunuz.
Sergi, girişte sağ duvardaki tablolarla başlıyor. Ama bunlar resim tablosu değil. Şiirin anlamını çağrıştıran ve fotoğraf sanatının inceliklerini içeren, siyah beyaz bir fotoğrafın üzerinde şiirin mısraları, yalnızca şiir değil, aynı zamanda görsel boyutu ve sunumu ile de gerçek bir tablodan farksız.
Örneğin: “Dünya” şiiri, küresel bir dünya haritasının üzerine yazılmış. Bir gök cisminin kanatlarında yol alan bir tablonun üstüne ise “Zaman” şiiri işlenmiş. “Yoksun” adlı şiir: kenar süsü olarak kullanılan büyükçe bir L harfinin içinde yer alırken, L harfi kübik biçimlerle süslenmiş. “Dönüş” bir valizin üzerinde, “Talih” bir düğün gecesi gelinle damadın mutluluğunda dile getirilmiş. “Sülerya” nostaljik bir manzara, bir özlem doğduğun topraklara. Ama bu sıla özleminin devamında, özlenen insan ve toplum da şöyle dile getirilmiş “Özlüyorum” şiirinde.
Köyü amirsiz ayansız
Kulu zararsız ziyansız
Dilleri yalan beyansız
Bir belde özlüyorum.
Başlar takkesiz külahsız
Eller kamasız silahsız
Kulu kullara ilahsız
Bir diyar özlüyorum
Dersiniz ki; şiir ya okunur, ya yazılır ya da dinlenir. Fakat bu kadar değil. Tahir Güngör ve Eşi Nilgün Hanımdan öğreniyoruz ki, şiir aynı zamanda sergilenirmiş. Ve görüyorum ki, serginin de şiire katabileceği değişik tadlar, farklı güzellikler varmış.
Bir kere şiirlerin anlamına uygun bir fon oluşturan siyah beyaz fotoğraflar ve her türlü anlam ve inceliğin düşünüldüğü kenar süslemeleri, şiirin gerçek anlamını güçlendirmekten öte, ona farklı anlam ve estetik değerler ekleyen ve okumadan geçecek olsanız bile, bunu engelleyip, çeken çağıran ve o şiirden alabileceğiniz keyfi maksimum seviyeye çıkaran bir özellik kazandırmış.
Anşoyad çatısı altında, şairliği ve şiir kitaplarıyla tanıdığım, değerli dostum Tahir Güngör’ün resimle ilgisini de, bu sergi vesilesiyle öğrenmiş oldum. İki şiir sergisinin arasında yer alan resimler, kırsala özlem, geçmişe özlem ve geçmişte bir arayış, bir anımsayış gibi. Ama sıcak, ama çekici ve samimi. Hepsi desen, ama hepsine de, çok sağlam bir desen ve çok güçlü bir çizgi tekniği egemen.
Kırsal yaşamı gelenekleri, yaşam tarzı ve değişik özellikleriyle aktaran bu desenler de konu ön plana çıkıyor. Örneğin düğünler, oyunlar, harman gibi. Doğal ve otantik ortamlar, derede çamaşır yıkayan kadınlar.
Özellikle de iki resim beni çok etkiledi. Birincisi köy evi. Anadolu’daki köy evlerinden çok Avrupa’nın çiftlik evleri gibi. Yani geniş bir avlunun etrafında, ev, ahır ve samanlıklar, ağıl, fırın ve ortada kağnı.
İkincisi ise, şairin kendi köyünde yaptırmış olduğu, “Tahir’in Çeşmesi” resmi oldu. Yanında fotoğrafı da bulunan çeşme, anıtsal büyüklükte, bir sanat ve estetik harikası.
Tabii ki geçmiş insanın bir parçası, bütünün mayası. Ne denli yokluklar, güçlükler ve olumsuzluklar içerse de, olanaksız insanın geçmişinden kopması. İşte “Döngelim” şiirinde Tahir Güngör’ün geriye bakışı.
Anamın türküleri ağıt gibi,
Yankılanır da gelir yanıt gibi,
Bu azap cehenneme kanıt gibi,
Hep başımı,
Eğer, eğer uyurdum.
Sabah ayazda tarlaya giderdim,
İki inek, üç de keçi güderdim,
Hiç sevmezdim, koca yaz buydu derdim,
Hep yalnızca,
Oynar oynar uyurdum.
Tahir Güngör’ün resimlerinden sonra, eşi Nilgün Güngör’ün, insanı farklı zamanların, farklı estetik değerleriyle, farklı duygu dünyalarında dolaştıran, giysi ve takılar sergisi var. Sergilenen her şey, seçkin bir zevk ve estetik duygusu kadar, iyi işleyen sağlam bir beyin faaliyetinin izlerini taşımaktalar. Ve onları izleyen fotoğraf sergisinde, hayvanlar âleminden ve doğadan el değmemiş güzellikte sahneler. Sonra da estetik değeri yüksek, kap-kacak, vazo ve süs eşyalarının sergilendiği bölümler.
Sergide aslında sergilenen her şey, bir bakıma zamanın sergilenmesi gibi bir şey. Takılar, seramik süs eşyaları, giysiler, şiirler ve resimler yüz yıllık bir süreç içinde gidip gelmeler biçiminde bir zaman sergisi. Ve tam da bunları tamamlar nitelikte, 1918, 1921 ve 1922 yıllarına ait, orijinal Arap Alfabesiyle basılmış üç tane “Vakit” gazetesi. Devamında da, Osmanlıdan günümüze Türk paralarıyla, yabancı paralardan oluşan ayrı bir çeşni, paralar sergisi.
“Bence bu sergiye damgasını vuran temel etmen sunumudur” dersem; eminim ki abartmış olmam. Çünkü kişiselliğin ötesinde, öteki özellikleri başka sergilerde de bulabilirsiniz. Fakat bu çeşit ve bu sunum zenginliği zor bulunur. İnsanın duygularına, beğeni merkezlerine hitap eden; zevkli, ilginç ve farklı bir sunumu var bu serginin. Maalesef bizde sunum hiç önemsenmiyor. Oysa sunum, bazen farkına varamadan, yüzüne bakmadan geçtiğimiz bir değeri fark etmemizi ve gerçek bir duyarlılık içinde algılamamızı sağlıyor. Sergilenenle ziyaretçi arasındaki köprüyü kuruyor.
Bu sunum zenginliği, Güngör çiftinin: ince zekâ ve zevklerinin eseri olduğu kadar, Avrupa’da yaşamalarıyla da ilgili bir durumdur diye düşünüyorum. Çünkü, bu konuda biz ne kadar geri isek, Avrupa o oranda ileridir. Üç beş tane arkeolojik eserle kocaman bir müze oluşturup, albenisi yüksek ilginç şeylerle süsleyerek ve teknolojiyi kullanarak, ziyaretçiden geçilmez ve darphane gibi çalışırlar.
Bizde ise tüm Benalüx ülkelerindeki arkeolojik eserlerden fazlası yalnızca Burdur müzesinde vardır. Ama, çoğu depolarda hapsolmakta, sergilenenleri gezen yıllık insan sayısı da, Amsterdam’daki müzelerin bir günlük ziyaretçi sayısından azdır. Amsterdam’da, Antalya İl Halk Kütüphanesi gibi onlarca kütüphane olup, bunların günlük ziyaretçi sayısı Antalya’dakinin yıllık sayısına bedeldir. Çünkü ilgi, tanıtım ve sunum sıfırdır bizde. Ve bir de, kişisel sergilerde olmasa da, kamusal alanlarda gelene: “Niye geliyorsun, başka işin mi yok? ” gibi bakılır.
Bu yüzden “Yaban” şiirinde, gurbet acıları dile getirilse de, Güngör çifti: Avrupa’da zamanlarını boşa geçirmemiş olup, sahip oldukları Anadolu kültürünü, Batı kültürünün pozitif değerleriyle zenginleştirerek, bu sergi ile ülkemize bir sergileme çeşitliği ve sunum zenginliğini de getirmektedirler.
Ve işte Avrupa’daki Anadolu insanı “Yaban” şiirinde şöyle dile getiriliyor.
Şöyle akşam olup da gün batanda,
Bir koşu oradayız hep yatanda,
Bedenin yabanda, canın vatanda
Direğin yıkasın dünyanın.
Olmasaydık hep gelecek derdinde
Ne işimiz vardı elin yurdunda
Bunca düş, bunca düzeni kurdun da,
Kırık değil mi bir kanadın.
Sonuç olarak; sanatların kucaklaşıp iç içe geçtiği, yaşamın derin bir estetik anlayışı ile asırları bulan bir süreç içinde gelip gittiği, sıradanlığın yerini farklılığa, değişime terk ettiği, salonun duvarlarından içimize tatlı, sıcak duyguların estiği, bir ortamı yaşatıyor insana bu sergi. Bu yüzden, yaratıcılarını candan kutluyorum.
20.05.2008 Antalya
Nazmi ÖnerKayıt Tarihi : 1.6.2008 11:08:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Nazmi Öner](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/06/01/tahir-gongor-un-sergisi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!