Tabu bir içlemin öyle olurluğunun yaptırım içlemi iken, totem bir tabular zarfıdır. Sosyal birlikler, girişen bu çoklu duyguların, insanı tedirgin eden algılarını, yalınlaştırarak, sadeleştirerek minnet ve mihnet üzerinden dolaşacakla cevap yapıp, biyolojik bireyin, işini kolaylarlardı. Sosyal birlikler biyolojik bireyin bu algılarını tabu ve totem eksenli aidiyeti ilişkinin mesajıyla giriştirirler.
İnsanın mana algıları üzerinde yalınlaştırma ve sadeleştirmeye dek dönüştürmeleri yapan totem, insan öznesinin temel yansıması olan çoklu bilinç mantığı edinmedi yeteneğini olanca ağırlığı ile üzerine almıştı. Böylece yansımaların girişmesi, ata totem tekilliğin kayrası ve gözetmesi biçimine toplanmıştı.
Bu tabu alan desteği, tekrar edilir deneyci davranışları; buraya koyan nesillerce, somut ve anlaşılır iken, sonraki neslin bu destekten (tabudan) yararlanması, soyuttu bir değişmezliğin anlanmasıydı. Sosyal birlik üyesi bir manevelayı kullanıyor, bu manevelaya bağlı giriştirmeler kimi kez art arda devinimlere dönüşüyordu.
Totem somutluğun; bir işin öyle oluşuna dek; o işin ileri doğru süren bir zaman akışıdır. Tabu toteme totem tabuya dönüşür. Durumun kimi kez; 'usulden' olmasıdır. Yani bu nokta tam bir somutluklar ve soyutluklar girişmesi ve giriştirilmesidirler. Neden onu öyle yapması gerektiğini buyuran, bağımlılığını destekleyen, bir meşruiyettik güçtü. Sorumluluklar teslimiyete dönüşmüştü.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...