TAADDÜD’İ ZEVCAT VE AŞK’I MEMNÜ
Evlilik müessese olarak ilk insanla beraber başlayan bir kurumdur.Allah insanı birbirine ilgi duyan ve birbirini tamamlayan iki ayrı cins olarak yaratmış ve bu iki cins arasındaki ilişkiyi nikah olarak addedilen bir akitle meşru zemine oturtmuştur.Bu kurum sadece iki cinsin şahsi ilişkisinden ibaret olmayıp boşanma (talak) ,miras intikali,nafaka,nesep tespiti,akrabalık ve sıhriyet bağı gibi bir dizi şahsi ve toplumsal muameleyi beraberinde getirir.Tarih boyunca bu meşru ilişki biçiminden sapmak suretiyle farklı saplantılara yönelen toplumlar olagelmiştir.Kadının sömürüldüğü ve cinsel istismar konusu edildiği bu toplumlar neticede sağlıklı nesillerin oluşmaması sebebiyle tarihten silinip gitmişlerdir.Değişik tarihi ve toplumsal sebeplerle evlilik müessesesi toplumlarda değişik biçimlerde ortaya çıkabilmektedir uzun süren savaşlar ve hakimiyet kavgaları,göçler ve zor koşullar sebebiyle güce dayalı üstünlüğün öne çıkması ve yaradılışı erkeği kadına hakim duruma getirmiştir.Bu gücü elinde bulunduran erkek doğal olarak evlilik ilişkisi ve hakimiyeti noktasında da inisiyatifi elinde bulunduran taraf konumundadır.Biyolojik tabiatı itibari ile daha erken yaşlanan ve yıpranan taraf olarak kadın muhtemel rakiplerine(kuma) fırsat tanımakta ve bu çoğu zaman isteği dışında gerçekleşmektedir. Bazen da uzun süren savaşlar ve afetlerde yok olan erkek nüfusun koruması altındaki kadınları sahipsiz bırakması bir erkeğin birden çok kadınla ilişkisine zemin oluşturmaktadır,dolayısı ile genelde toplumlar erkeklerin Poligam (çok eşli) olması neticesini doğurmaktadır.Bu ve bunun benzeri sebeplerle insanlığın başlangıcından beri yaşanmakta olan çok eşlilik konusuna İslam’ın duyarsız kalması düşünülemez elbette çünkü İslam hayattan ve realiteden kopuk salt bir felsefi nazariye değildir.O muhatap aldığı insanı ve toplumu bazen toptan bir radikal değişime uğratırken bazen de onun davranışlarındaki aşırılıkları meşru zemine çekmekte ve ıslah etmektedir.Taaddüd-i Zevcat dediğimiz çok nikahlılık bu ıslah ve dönüştürme çabası ve olağan dışı durumlara çözüm kapsamında ele alınması gereken İslam’ın bu tarihi gerçeğe müdahalesidir.Bu vakıayı anlamamızda çok evliliğin tarihi toplumsal sürecini incelememizin katkısı olacağını düşünmekteyiz.Geçmiş medeniyetlerde çok evlilik şöyle idi:
Eski Mısır Hukuku: Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi
Babil Hukuku: Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.
Çin Hukuku: Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.
Eski Brehmenler: Vichnou kitabına göre, erkekler bulundukları sınıflara göre bir, iki, üç veya daha fazla kadınla evlenebilirdi. Apastamba kitabında ise, bu konuda tahdit vardı, kadın vazifelerini hakkıyla yerine getirebiliyor ve erkek çocuğu da oluyorsa, koca ikinci bir kadınla evlenemezdi. Manu düsturlarında, bir adam, ilk zevcesini kendi toplumsal seviyesinde seçmesi lazımdı, ikinci zevcesini, daha alt tabakalardan alabilirdi.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...