En ağır yorgunluk belki de imkânsızlıklarla doğrulara ulaşma gerçeği…
Yılmadan yine düşeceğim senle yollara, belki derinde dolaşmak olacak bu yolculuk, belki de rüyalara sarkacak, ama ölçülerin dışında, düş kurmalarla yine senle olacağım şüphesiz… Çünkü sen benin acılanma kaynağımsın ki ben artık acılanmaları sever oldum…
Devam edecek bu hikâye, belki uzun nefeslenmek gerekecek, belki de çok dağılacak düşlerim, bazılarına dayanmak da güç olacak ama bu yaşam kesitindeki bu parağraf devam edecek şüphesiz...
Bir yaralanma bu veya tedavi edilen ruh yorgunluğu bu olan ama yaşam güç dengesindeki varlığı sever, yoksa çöker kalır insan...
Yarını olmayan bir düş bu, ne dünü var gibiydi ne de gülüşleri.
Yaşamak belki de bir ömre değerdi veya ömre azaptı derken bile, unutulamaz zamanlarla dolu nefes almalardı asıl gerçek olan...
Belki de tek gerçek vardı, yaşanmasına dahil olmuş imkânsızlıklar...
Birbirimizle gelen hiç kimse kalmadı yaşamda, sen de gittin ya, artık gelen giden hesapsız düşlerde bile değil, özlemek veya beklemek, aslı olmayan ve de derinliği olmayan duygu olup çıktı...
Hele yaşama dair veya dahil bir hoşluk mu, asla düşünülemez sanırım...
Bakıyorum da yaşama dahil olmuş her şeyin sönmüş alevleri, tunuk bir güneş ışığı var sanki göz kapaklarımda, gelecek umurumda deyil, sadece anlarla baş etmeye çalışmaksa sadece olsa olsa boş hayal...
Umudun tükenmesini sordum kendi kendime, yokluğa adım atmakla eşdeğerdir dedim, belki yanıldım ama tükenmekle yaşam umudu arasındaki fark incelmişse işte sorun buradadır demek de boş laf sanki veya lafı-güzaf demenin bile anlamı tükendi.
Kendime sordum tükenmişlikle yaşamdaki umut nerede gerçeğe ulaşır bilinmez ki derken bile sesimi kıstım…
Yarınsız olma düşleri var ya senden de öne çıktı demek bile boş laf…
Hep düşünürdüm ötelerin öteleri nereleridir diye...
Belki bir umut serüvenidir derdim...
Belki de karanlığın ardına bakakalmaktır derdim ama sonuç hep ötelerde kalırdı...
Yaşamın bu tarafındaysan hâlâ, kalem geçmişin içinden çıkarır cümleleri, aşk geçmişten gelen bir meltem'se, yaşam senden yanadır...
Yaşamımızda özenerek, değer vererek, şüphesiz dua ederek aklımıza düşen ve fotoğrafına baktığımız insanlar vardır şüphesiz, oysa biri veya birileri vardır ki, onları görünce bir şekilde, kan kustuğum zamanlar gelir aklıma, şimdilerde, sadece gülümserim kendime...
Ellerim sanki çamura bulanmış…
Yaşamın içinde kaç acı çeşidi vardı, insanın içini bulandıran…
Kaç anı vardır ki içimizde yangınlar çıkartan? Hangi sokağa doluşur uz gri sabahlara bulanabilmek için?
Düşündükçe büyüyen içimizdeki yaralardır, bazılarını deştikçe derinlere daldığım?
Kaçını unutabildim, kaçından korkarak vazgeçtim?
Sevmenin içinde var olmaya çalıştıkça, ardı arkasına gelen beklenmeyen acı tetiklenmeleri ile yaşamın nelerinden vazgeçiyordum…
Kendime ait masum duygular onursuz bir sevgi duruşunda korkarak var oldukça yaşamın nelerini inkar edip vazgeçmiştim nefes almalardan…
Bir onurum, bir de ar düşüncelerim vardı birbirine pranga ile kilitlenip bedenimde zapt ettiğim. Veya korunmaya çalıştığım kaybetme korkularım…
Vazgeçemediklerimizi düşünmek ve korumak uğruna hayatın hangi çamurundan çıkmaya çalışıyordum…
Tüm sevdiğim zamanların koruması en azından içinde var olduğum yaşam şartlarım ile verdiğim dişe diş uğraş ile ter dökerken, kaç değişmezimi koruyabilirdim benliğimde…
Suskunum kendime var gücümle verdiğim uğraşlar sonunda acıma duygularımın bedenimi çökertme anlarının içinden fırlayan kendime acıma duygularının çemberinde dolaştıkça, karanlık sokakların içindeki yalnızlığıma isyan edemeyişimin sebebi vardı ki kendime güven içinde kıvranırken, üst üste düşüyordum hayattan çaresizce…
Sevgideki devamlılıkta zaman kavram ölçüsüydü…
Sonsuzluk mu yani ömre uzayan sevme duygusu?
Sadakat mı yoksa bir varyant mı döne döne yükselmek ve uzayan yıllara göre o yükseklikte yaşamaktan haz duymak…
Kendine güven duyguları ile sevgi içinde var olarak kalabilmek…
Kuru bir zaman kavramıydı ki zaman tüm benliğimi altüst ediyordu…
Beklenilenler veya beklenmeyenlerden kaçarken, bilinçsizce düştüğümüz çukurlar vardı ve ardındaki görünmezler…
Acınılası bakışların ardında kalan köprüler ve üstünden düşme korkuları veya akarsuyun hırçın sesindeki kayboluş hayalleri…
Düşler neler yaratıyordu sahipsizlik eksiklikleri ile verdiğim değerlerdendi belki de korkmanın başlangıç nokta zamanı…
Veya hangi şarkının tınısına gizlenen “gitme kal” cümlesinin içindeki acılanma ile yalvarış halim…
Kal demenin ne kadar istek vurgusu ve yalvarma ses kısıklığı vardı? Tüm benliğe işleyen çaresizlik miydi en gölgeli korkular?
Neden korku duygularımı içime sindirebiliyordum?
Asıl gizem umut muydu, umutla kaybolan gelecek veya çaresizliklerin ortasında kalıp, kendimle barışıklığım mı dağılıyordu uzaklara doğru kaçış veya kayboluş duygusu muydu bakışlarımı karartan?
Sıradan düşler, sıradan vurgular veya iç benlikte dağılmalar mı yaratıyordu?
Kendi kendine, kendi kurgun da kaybolmaktı belki de bu dağınık düşler…
Belki de en delicesine düş kurmalardı tüm bu azapların sebebi?
Tek bir hayal gücü vardı içimde ürperti yaratan… Vedalar ve o vedalar sonrası o kopuş anları birbirine kesik bakışlarla kendine yalvarma anları…
Deniz kıyılığında dalga ritmine uyarak kendi kendime mırıldandığım zamanlardı kalbimin ritminin bozulduğu anlar…
Adalar ve adaların arasında kalan deniz suyu kıpırtılarıydı karadan kopup denize veya tuzlu denizden kopup karaya çarpan suyun vuruş sesleriydi mırıldanışlarıma karışan…
Korkular bunlarla beraber buralara serilen anıların varlığıydı asıl hırpalayıcı kuvveti yaratan…
Taş—Tuz—Ve su…
Korkuyorum, karanlık ve kendi korkumla geçmişe dönmek istemiyorum…
Korkuyorum yağmurda ıslanmaktan, kendi kendime kayboluş bu kendi gerçeğimden kaçışla zirvelerin ötesine, yarılmış taşların arasından sıyrılıp düzlüğe veya ruhsal da olsa gerçek de olsa, denizin kumuna saklanıp, ayaklarımı bastıra bastıra denize veya tuza doğru sığınmak istiyorum…
Tuz yaşamımıza girip belki de bedensel terlerle ortaya çıkarak kendimizde yorgunluğu görüyoruz avuçlarımızda…
Sadece yılları uğurlarken, içimden binlerce umudun ezildiğini hissediyorum…
Sen ve umut ve yıllar yan yana gelince yaşam diyordum bu nefeslenme zamanlarına…
Yılları art arda sıralayınca insan sadece eskime duygusunun çaresizliğini yaşıyor…
Artık umutlarım bir biri ardından koşmuyor sadece beklenti başlıyor heyecan içinde…
Yıllar ve sen eskiyorsunuz artık hayatımla beraber…
Hangi umudun peşinden baktığım gökyüzünden yıldız kaymıyor, neden ki bu yaşamın umut eskimesi neden ki yüzümün şekli umut ardında var oluyor…
Tüm sıralanmış mutluluklarımın tek tek çökmesi değil mi yaşamıma o kopuş sahnelerini sokup, an an senden uzaklaşıp durdum…
İnsanın içinde gülümseyecek tek anı kalmaz mı bunca yoksunluk yılı ardından?
Neden bu umudun anıya çaresizliği veya öfke belleğinde kıvranışlarım?
Sevginin ölümsüzlüğü cümlesine neden bu günlerde dudak kıvırması ile uzaklaşıp, duruyorum? Galiba buna haklılık kavramı sebep oluyor…
Bedenime bunca acılanmalarımı sokuşturmuş bir duyguya, onca acı sonrası sadakat hisleri ile mi tutunsaydım? Yok…
Sadece senli geçen yılların tüm zamanlarına hayıflanıyorum… Hem de tüm öfkeme rağmen…
Yokluklar veya yoksunluklar, Koskoca bir boşluk veya yokluk olamadı, yoksunluklarla süre gelen bir yalnızlaşma hissi…
En önemlisi kendimle barışık olamamış olmakla ardı ardına düşülen boşluk hisleri…
Kendimde veya kendi içimde kaybettiğim güven duygusu ile düşülen kararsızlıkların sebebiydi belki de güven düşüklüğü…
Hayatımın içinde var olmaya devam ettikçe kendimi sana bağımlı kalmakla belki de uzun yıllarca sürme ile yaşamış oluyordum…
Bu o günden bu güne süren bir bağın başlangıcından bu ana süre gelen bir hatanın devamını hissetmiş olmaktı beni her an huzursuz eden ve ayrılık korkuları ile birliktelik pişmanlığı arasındaki dağınık düşler…
Kurgulanan sanki bir yaşamın içinde varlık, farkındasızlıkla nefes almaların içinde varlık gösteriyordum…
Yalnız mıyım yoksa kalabalık mıyım derken hâlâ bu hisleri mi taşıyorum güven duygusu eksikliğimde? Sorular ve de cevapsızlıklardı asıl kararı verinceye kadar hüküm süren düşünceler…
Hayatın bana en güzel hediyesi yalnızlık nefesleriydi beli de…
Kendi kendime kurguladığım güven duyguları ile esiklik tamlıyordum.,belki de eksilen şartlarımın yetiksizliğine…
Kaç yıl ve zamanın tüketilişi ile kaybettiğim benlik direnci eksikliği ile yaşamın korkak veya ürkek adımlarla tamamlarken içimden fırlayan öfke duygularını dizginleme zorluğu ile yaşamdan eksilen bakışlarımdı belki de eksilen bakışlarımdı şüphesiz eksilen yoksulluk duygusu…
Kaybolan değerler ve ya güvenler ardına düşen koca bir boşluk ve yaşanan şehrin yanlılığına ilave ettiğim yalnızlığımın yorgunluğuydu belki de bu bezmişlik…
Sevgim dediğim sözcüğe karşı duyduğum güvensizlik ve gizli bir öfkeydi belki de bu yalnızlaşma duygularına sebep olan etken…
Bir kayboluş veya yalnızlaşma hisleri ile adımlayışlardı yarınlara doğan umutsuzluk…
Kaç zamandı, kaç yerlerde ayrı ayrı nefesler aldım… Kaç farklı otel odasındaki ampulü söndürüp pencere dışındaki yalnızlığa ilave ettim kendi yalnızlaşmış hislerimle, bakışlarımdaki kendi bedenimi saldım karanlıkların yalnızlığına…
Bu gün yaşamın oldukça dağılmış hisleri ile gün ışığına düşürdüm beynimde dolaşan cümleleri…
Aslında kendime yazıyorum derken, hep bir anı cümbüşü ve ya düş içinde dolaşıp duruyorum bedensel yüklerle…
Her şey kendine ulaşıyor, gerekli yerine düşüyordu engelsiz ama zorlamasına bir kapışma bu iç sırları ile yalnızlık kapışması…
Başka başka zamanların içindeki varlıkları olan iki duygu duvarındaki yapışan hislerdi bunlar iki uzak şehir…
Ve farklı yaşam şartları ile karşılıklı kapışan iki ayrı düş…
En önemlisi yarınsızlık korkusuydu farklı bedensel direnç…
Kendine karşı suçsuzluk düşüncelerinin çaresizliğiydi belki de umutsuzluğun ilk adımları…
Kendini kendine savunma veya kendine anlatım zorluğuydu çaresizliğin gerçek sebebi ve korkuların iz düşümü…
En büyük korku yarınsızlık düşüncelerinden doğan çaresizliklerdi…
Sonuçsuz bir zamanın varış korkularıydı yaşamdaki yer…
Ve içindekiler…
Her şeyin bedeli kendime inanmak, ona inanmak ve bu uçsuz segide var olma isteğimdi…
Bir duruş ve bir bakış istedim benden, bir anlık fotoğraf çekimim için, işte o bakışımın tarifi…
Yaşamın durduğu, hareketsiz bir zeminde, donukluk içindeki gülümsemem veya ağlama isteği arasındaki karmaşada duran donukluk bir ben yüzü ve sonuna kadar var olacak bir duruş bu sevgili. Sanki son yağmur suyu ile ıslanmış…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 16.5.2018 16:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yarını olmayan bir düş bu, ne dünü var gibiydi ne de gülüşleri. Yaşamak belki de bir ömre değerdi veya ömre azaptı derken bile, unutulamaz zamanlarla dolu nefes almalardı asıl gerçek olan... Belki de tek gerçek vardı, yaşanmasına dahil olmuş imkânsızlıklar... Birbirimizle gelen hiç kimse kalmadı yaşamda, sen de gittin ya, artık gelen giden hesapsız düşlerde bile değil, özlemek veya beklemek, aslı olmayan ve de derinliği olmayan duygu olup çıktı... Hele yaşama dair veya dahil bir hoşluk mu, asla düşünülemez sanırım... Bakıyorum da yaşama dahil olmuş her şeyin sönmüş alevleri, tunuk bir güneş ışığı var sanki göz kapaklarımda, gelecek umurumda deyil, sadece anlarla baş etmeye çalışmaksa sadece olsa olsa boş hayal... Umudun tükenmesini sordum kendi kendime, yokluğa adım atmakla eşdeğerdir dedim, belki yanıldım ama tükenmekle yaşam umudu arasındaki fark incelmişse işte sorun buradadır demek de boş laf sanki veya lafı-güzaf demenin bile anlamı tükendi. Kendime sordum tükenmişlikle yaşamdaki umut nerede gerçeğe ulaşır bilinmez ki derken bile sesimi kıstım… Yarınsız olma düşleri var ya senden de öne çıktı demek bile boş laf… Hep düşünürdüm ötelerin öteleri nereleridir diye... Belki bir umut serüvenidir derdim... Belki de karanlığın ardına bakakalmaktır derdim ama sonuç hep ötelerde kalırdı...

Yaşamak belki de bir ömre değerdi veya ömre azaptı derken bile, unutulamaz zamanlarla dolu nefes almalardı asıl gerçek olan...
Belki de tek gerçek vardı, yaşanmasına dahil olmuş imkânsızlıklar...
Birbirimizle gelen hiç kimse kalmadı yaşamda, sen de gittin ya, artık gelen giden hesapsız düşlerde bile değil, özlemek veya beklemek, aslı olmayan ve de derinliği olmayan duygu olup çıktı...
Hele yaşama dair veya dahil bir hoşluk mu, asla düşünülemez sanırım...
Bakıyorum da yaşama dahil olmuş her şeyin sönmüş alevleri, tunuk bir güneş ışığı var sanki göz kapaklarımda, gelecek umurumda deyil, sadece anlarla baş etmeye çalışmaksa sadece olsa olsa boş hayal...
Umudun tükenmesini sordum kendi kendime, yokluğa adım atmakla eşdeğerdir dedim, belki yanıldım ama tükenmekle yaşam umudu arasındaki fark incelmişse işte sorun buradadır demek de boş laf sanki veya lafı-güzaf demenin bile anlamı tükendi.
Kendime sordum tükenmişlikle yaşamdaki umut nerede gerçeğe ulaşır bilinmez ki derken bile sesimi kıstım…
Yarınsız olma düşleri var ya senden de öne çıktı demek bile boş laf…
Hep düşünürdüm ötelerin öteleri nereleridir diye...
Belki bir umut serüvenidir derdim...
Belki de karanlığın ardına bakakalmaktır derdim ama sonuç hep ötelerde kalırdı...Mustafa yılmaz
TÜM YORUMLAR (1)