Beklemekti asıl çaresizlik olan…
Beklemekti hiçbir şeyi bilmeden geçmişi ardı ardına düşlemek, gerçekler ve yanılgılar içinden sıyrılan çaresizlik, var olmaya çalışma anları, belki de artık pişmanlıklar veya anlık hatalar ile yaşamın içinde kendi benliğime hakim olma çabalarım…
Vazgeçemediğim yaşamın içindeki varlık sebebim…
Ne unutabiliyorum ne de hatırlamak istiyorum…
Sadece çaresizlik ve düşkünlük…
Yarınlara umut veya yarınsızlık düşkünlükleri…
Belki de yaşamın sebebi vardı tüm amaçlarımın ardından emanet bir yaşamın ardından var olunuyordu…
Korkuyordum kendimden ve yaşadığım onca zaman içindeki anılar zincirlerinin ağırlığından…
Yokluk savaşımının çaresizlik savaşına dönüşüydü bunların tümü…
Umut içimdeki en güçlü taraftarımdı nedeni olmayan güçlülükler.
Bozulan ve dik duramayan çok nefes zamanı vardı kapatılamayan amaç yanılgılarım ile…
Birbirimize hediye ettiğimiz belki de tek düşüncemiz vardı birbirimizi tamı tamına bilmeyişimiz…
Veya bilmeye cesaret edemeyişimiz. Belki de kendi kendimizden korkularımız….
Her şeyden, her andan ve gelecekten bile korkularımız oluşurdu… Ürkek bir düş kurma zamanlarını yaşadık. Cesaretin en büyüğünü yaşadık, kaçaklık zamanlarında.
Geceyi güne sakladık, yaşam olarak birbirimize eklediğimiz korkuların önde geleni kaybetme korkularımız idi. Ve ben artık yaşamımı kendime gizledim. Ve senin daha önceleri başlattığın suskunluk zamanlarını yaşıyor ve yıllardan sonrasında, zamana uzayan yaşamımda artık çoğul beklentiler azalıyordu…
Belki de oluruna yaşamak düşüyordu kalan yaşamda…
Her şeyin yönü değişmiş, tüm amaçlar yöne yenik düşmüş, artık beklentisiz bir yaşamın oluruna nefes almalar başlıyordu…
Bu boş verilmiş yaşam zamanlarını içine alıyordu…
Artık yaşam konuların içinde tutunmaya çalışarak dağılıyordu, paçalara bölünmüş isteklerle…
Yeşil bir ot göster bana,
Veya eline alıp kokladığın çiçeği…
Veya havanın neminden,
Gecenin siyahından bahset bana,
Bileyim senin hangi karanlıklarda,
Veya nemli sokaklarda, dolaştığını…
Mesela bu gün öğlen ne yiyip, içtin, hangi meyveye ulaştı elin, bana söyle ki bir gün açlığım tokluğa çevirirken aldığın tat ve lezzet senin duyuların gibi olsun…
Rüyalarını anlat bana, kolumda uyurken, aldığın nefes sesini hatırlayayım…
Hani derler ya, sen anlat ben yaşayayım, gibi bir düşünce peydahlandı içimde ki hayal bu ya senin düşlerine benzettim…
Korkularını anlat bana, anlat ki kalbinin çarpmalarının sesini hissedip o çok eski zamanlarımdaki sessizliğimi hatırlayayım, çok eskilerden gelmiş gibi…
Sen sevgili, sana rüyalarımı anlatsam hiç düşünmeden eskisi gibi haykırıp, ben de, ben de senle konuşurdum rüyamda, demeni hatırladım da güldüm be sevgili gülünecek halime…
Hayal veya rüya işte, bunları düşlemek, kapkara düşler, kararmış düşünceler ve yeri ve zamanı belirsiz yaşam kesitim…
İlla ki bu hislerin ne sebebi var ki bu kadar karamsar yaşamın içinde hiç de inandırıcı değildi bu günkü yaşamıma göre…
Oysa sevgili, yitik bir gece sonundaki gün doğumu düşünceleri bunlar, tutunulacak yeri mi vardı bu umutsuzlukla?
Öfken beni deşti, kızgınlığım sebepsiz düşünceler ve gereksiz anlatımlarla, beynimi uyuşturuyor…
Sevmenin de öfkelenmenin de zamanı tükendi şüphesiz ama düşlemek tir ki yüreğimi deşen…
Şimdi sen seni anlat kendine, çoğul sevecen düşüncelerin de zamanı geçti artık…
Şüphesiz düşler de çürüdü, ben çürüyorum, sevgili, yağmur çoktan çürüdü, şimdi sıra güneş ışığında çürümemem geldi…
İki can, iki küskün bakış, bir çift özleyiş bu yaşamın kalan kısmına…
Geri kalan bekleyiş son nefesle, son bakışlarla bekleyiş…
Geride bir unutulası yaşam, bir hazmedilemeyen veya taşınılamayan sevgi…
İçinde tüm özlemleri, tüm sevme ölçüleri ve yaşamın tamamına yayılan sevme duyguları…
Belki de hazmedilemeyecek sadakat ve sadakate bağlı çaresizlikler, karşı koyulmaz sevmeye dair tek taraflı sadakat ve çirkef bir yaşama yayılmış acılanmalarla yarınsızlık düşleri ile baş edilemez duygular…
Belki de kendi kendini af edemez öfke duyguları ile kendini suçlama kararsızlığının içindeki yarınsızlık duygularıdır ki artık ömre yayılan…
Öfke uzaklaşması bu kendine sığmayan gurbet düşleri…
Kararsızlıkla doğan kendini cezalandırma hırsları ve gurbet ve ıraklar, uzakların içine sımamak duygusu ile yollara düşmeye dair arsız istekler…
Yarınsızlık korkusuzluklarıydı yollara düşen ruha yapışan.
Bazen insan hayal bile edemez yaşadıklarını, oysa sürprizlerle var olunur yaşamda...
Adı belli değil bu küskün ve içsel acı yaratan düşüncelerin…
Durmayasıya dalaşıp ve de dolaşıp duruyor beynimde…
En çok kime küskü, kime öfkeliydim ve bu öfke sonrasında dönüşüme uğrayarak acılanmalar ve de içe doğru akış yapan sızılar…
Garip düşünceler ve sahipsiz düşlerle kıvranışların toplu güç halinde bedenime uzattığı sızlama duygusu ile korkak nefes almalara dönüşmüş yaşamın bu kesiti…
Nasıl bir öfke ve acıma duygusunun yarattığı üzülme ve artarak uzayan acılanmalarımın durmadan sancı şekline dönüşmesi …
Aslında özlem diye haykırmak istiyorum ama özlemek dışında o kadar uğraşım var ki tarifi de çok derinlerde sanırım…
Bunalma yükseğine çıkan nefes almalarım ile kendime acı duyguları tetikliyorum…
Kopuşamadığım bir zaman kesiti içinde dolaşıyorum…
Sahipsizlik ve kimsesizlik duyguları içinde daireler çeviriyorum yaşam alanımda…
Gece sabaha kadar süren acılanma duygusu, acıya dönüşünce sanki kendime küskün düşler yaratıyorum…
Kendi kendime yalvarıyorum, yaşamın geri kalan kısmına boş veriyorum…
Unutulacak o kadar yaşam karesi varken, kendime kapanıp, anı cümlelerini dolduruyorum…
Kime aittim ben, kim için kendime yazıyordum, böyle biri var mıydı yokladığım hafızamdan sadece acılar çıkıyordu…
Sadece kendime dertlenip gözyaşlarım sarkıyordu bedenimin derinlerine…
Uzak yollar, uzak düşlerle kurgulanıp, kendime acılanıyordum içimden parçalar koparken, kaç yıllara gömdüm bu düşleri, saçlarımın ağarması ile eş değer bu zaman sadece hayıflanıp gözlerimi acı ile yumuşatarak kapattığım göz kapaklarımı…
Her ilk bahar geçip, yaz mevsimine sarkan zamanı içine alan yolculuklarla bezmişlik hislerimle nefes alma şeklim değişti sanki ruhum içime içime sığmıyordu acı yelpazelerinin altında yorgunluk öfkeleri yaşarken…
Küskünüm yaşamın çoğul kesitlerine, dargınım kendim, kendi kendimi tüketme yarışında iken…
Hatırlamak istemediğim yol haritaları ile yolculuk sapmaları yaparken, tutarsız karalarla kendime yol eziyeti çektiriyordum durmayasıya, tutarsız kararlarla yollarda yön değiştirirken çoğunda ağlama hisleri ile boğuşuyordum…
Ardından aniden öfkeye dönüşen düşüncelerdeki çaresizlikler hüküm sürdükçe yaşamımda artık kendime güvenim eksiliyordu…
Sadece güven ve hasret duyguları arasında benlik mücadelesi veriyordum…
Kalleşçe düşlerdi yaşamımı esir alan…
Nefret hırpalıyordu içimi ve ben günlerin içinde perişan duygularla yaşam savaşı veriyorum artık…
İçime kapanıp kurgu düşlerimden uzaklaştıkça asıl o zaman beden direncim kırılıyordu…
Belki de kalan benlik savaşı zamanlarındaki yaşam mücadelelerim idi…
Har ile acılar arasına sıkışmış nefes alma zamanlarıydı yaşadığım artık…
Yaşamın tüm tadını yitirmişken, içimden fırlayan yeşile düşkünlük kararımda yön değişimi yaratıyordu…
Artık sükün zamanlarının özlemini çeker olmuştum…
Sükun ve hasret aynı doğrunun yürüyüş çizgileri idi…
Oysa yaşama minnetim sürüp gidiyordu öfkeden parçalar kopararak…
Geç kaldım sana,
Ne gelişin erken oldu,
Ne de gidişin geç oldu…
Kaybettiklerimin yanına,
Senin gidişini eklemek,
Çok acı verici oluyordu…
Sustum…
Sustuğun her an acı oldu, sustuğum tüm zamanlar dayanma gücümün direncimi kırdı… Öyle bir şey oldu ki sevgini taşımak bile bedensel direncimi aştı…
Yarınsızlığı yaşamak veya umut kırgını olmaktı asıl bedensel direnç kırılması…
Sen sevgili seni taşımanın zor olduğunu söylerken bile eminim sinsi sinsi gülüşlerle sanırım çarpıyordu kalbin ne yazık ki o kalp çarpma sesini duyamazdım…
Yarın tek günlük bir umuttu ama geçmişi taşımak bin yıllık bir yüktü şüphesiz…
Gece kendine ilerliyor, elimdeki kitap yüzüme düştüğünde uzun bir yolculuk sonundaydım…
Gece kendine uzun, gece bana en uzun ve gecenin içindeki "Bir gün Tek Başına" cümlesi ile kâbuslarım başladı düşüncelerimde sanki...
Umuttu gün doğuşuna göre, umuttu yaşam isteğime göre, umuttu benim yaşama duyguma göre…
Yarın sevgili, yarın sen de tek başına ağlamalarınla kalacaksın şüphesiz...
Gecenin uzunundaki kayboluş buydu…
Düşüncelerin uzunu, gecenin içinde kıvranırdı…
Kuru bir yaprak savruluyor dalından, aşağılara doğru…
Hareketlerine takıldı gözüm, bulanık bir içsel bakışla. Aslında bu gidiş bir yok oluşa kapı açarken, içimden kopan düş kırıklarım…
An an karelerle gözlerimde canlanan çok eskilerin birer parçaları sanki salınımda…
Zaman düşlerle parçalanıyordu, dünler yarınlara ulaştıkça içimdeki baskı çoğalıyordu.
Sadece ben ve sen iki yaşam bağım sonlara ulaştıkça, teklik ve bağımsızlık yaşamı sanılsa da geçmişin huzur anları arka arkaya koyulaşırdı…
Zaman umudu arttırdıkça, dayandığın birçok şeyin çürüdüğünü hissedersin…
Özgürlük sandığın, aslında yalnızlığa mahkumluğa ulaşırdı…
Ve sonunda tutsak bakışlara ulaşırdı ben de sevdim, sevgiyi tanıdım derken…
Belki de bir bedel ödeniyordu hızla tutsaklık ve tabi olma zamanı gelince kendini yaşama dahil ederdin…
Bundan sonrası yaşam düşüyormuş gibi tutsaklıkla geçiyordu…
Zamanı takip etmek bilindiği kadar kolay değildi…En önemlisi geceler ve gecelerin uzununda kendini kontrol edebilmede gücün tükenişi, zamanın sonuna dahildi…
Hayal kurmanın sonuçta bedeli var mıydı veya sonunda elde kalan neydı?
Belki de bir gerçek vardı, düşüncede geçecek bir saat yaşamın çok uzun yıllarına bedeldi, asla dokunulamayan tek olgu vardı umut…
Beklemek ve yaşamak belki de umuda giden bir serüvendi.
Şüphesiz bir oyundu bu düş kurmalar elde olanlarla, elde etmeye uzayan derin soluk almalardı bu hisler…
Yaşamaktan güç değildi hayal kurmalar ama, kurduğun hayale ulaşmak, belki de uzun yıllar bile yetmezdi...
Düş kurarken zamanın kolay geçmediğini bilirdim, ben de zamanla kelimeleri kullanarak oyun oynadım ki kaybeden ben oldum çünkü zamanla kelimeler çok hızlanmıştı ve ben cümle kurmalara ağır kalıyordum.
Beni duraksatan sen düşleri oluyordu çünkü sen cümlelerle raks ediyordun…
Kaç yıl sürdü bu hasret, kaç yıla düştü yürek vuruşları, arkada kalan neyse
sen de olsun kahır ateşi, belki bir gün ödenir bu hesap da..
İki kaş arasında bu bakışlar bir gün söner durur...
.
Sen gözlerimin görebildiği bir yerde iken, ne kadar da zordur senle koşamamak...
Dünler vardı sevgili, gün doğardı senin gözlerine baka baka konuştuğum anlar...
Yarın mı, boş ver belkisiz bir yaşam var önümde...
Kader mi denirdi bu yaşamın bu anlarına, onu da boş vermek var ya, gözlerine bakmak kadar hazin olacak sanki
Belki de son sözdü bu anlara...
Kayıt Tarihi : 23.4.2018 15:57:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Umut içindeki en güçlü taraftarımdı nedeni olmayan güçlülükler. Bozulan ve dik duramayan çok nefes zamanı vardı kapatılamayan amaç yanılgılarım ile… Birbirimize hediye ettiğimiz belki de tek düşüncemiz vardı birbirimizi tamı tamına bilmeyişimiz… Veya bilmeye cesaret edemeyişimiz. Belki de kendi kendimizden korkularımız…. Her şeyden, her andan ve gelecekten bile korkularımız oluşurdu… Ürkek bir düş kurma zamanlarını yaşadık. Cesaretin en büyüğünü yaşadık, kaçaklık zamanlarında. Geceyi güne sakladık, yaşam olarak birbirimize eklediğimiz korkuların önde geleni kaybetme korkularımız idi. Ve ben artık yaşamımı kendime gizledim. Ve senin daha önceleri başlattığın suskunluk zamanlarını yaşıyor ve yıllardan sonrasında, zamana uzayan yaşamımda artık çoğul beklentiler azalıyordu… Belki de oluruna yaşamak düşüyordu kalan yaşamda… Her şeyin yönü değişmiş, tüm amaçlar yöne yenik düşmüş, artık beklentisiz bir yaşamın oluruna nefes almalar başlıyordu… Bu boş verilmiş yaşam zamanlarını içine alıyordu… Artık yaşam konuların içinde tutunmaya çalışarak dağılıyordu, paçalara bölünmüş isteklerle…
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2018/04/23/suskunluklarimiz-benlik-direncimizi-asti-40.jpg)
Bozulan ve dik duramayan çok nefes zamanı vardı kapatılamayan amaç yanılgılarım ile…
Birbirimize hediye ettiğimiz belki de tek düşüncemiz vardı birbirimizi tamı tamına bilmeyişimiz…
Veya bilmeye cesaret edemeyişimiz. Belki de kendi kendimizden korkularımız….
Her şeyden, her andan ve gelecekten bile korkularımız oluşurdu… Ürkek bir düş kurma zamanlarını yaşadık. Cesaretin en büyüğünü yaşadık, kaçaklık zamanlarında.
Geceyi güne sakladık, yaşam olarak birbirimize eklediğimiz korkuların önde geleni kaybetme korkularımız idi. Ve ben artık yaşamımı kendime gizledim. Ve senin daha önceleri başlattığın suskunluk zamanlarını yaşıyor ve yıllardan sonrasında, zamana uzayan yaşamımda artık çoğul beklentiler azalıyordu…
Belki de oluruna yaşamak düşüyordu kalan yaşamda…Belki de son sözdü bu ana...
Mustafa yılmaz
TÜM YORUMLAR (1)