Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 38

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 38

Bazen özlemin yanığını içinde hisseder insan…
Öyle biri vardır ki o yanık O yanık yangına dönüşür, seni özledim derken…
Bense sen düşlerini kura kura yaşıyordum son günlere kesik nefeslerle ulaşarak…
Özlemse özlem, düş ise düş vardı yaşamımda hep senle beraber…

Sevdiklerimizdi hiç unutamadıklarımız ama unutmak istediklerimiz vardı aklımıza düşünce içimizde öfke uyandıran, işte o zaman da sabretmeye ihtiyacım vardı…

Sessiz bakışlarla etrafımda dolaştıkça, seni hissetmek bile hoşmuş meğer...

Kuru bir yalnızlık, arka arkaya dizilmiş yaşamın eskisi, sadece karanlığı delen bakışla gözler, gözlerdeki şaşkınlık, akla gelen eksik cümlelerle, sesler, geçmişin gölgesi olmuş, güneşe uzatılan parmaklar açılmış avuç içi arkasında kalan dur işareti gibi anlamı olan düşlere hükmetme zamanı…

Sonra arayış, özleme bağlı kısır bir döngü, sahipsizliğe baş eğmiş yaşamın yaşayanı geride kalan ahlat ağacındaki çürümüş bir çiçek, kurumuş bir yaprak ve uzamış rengi kaçmış bir dal sessizliğin…
Yaşam, özlemi içine almış hafızadaki gölge sıkışıklıkları, öfkelerin sessizliği, umarsızlığın zaman kayıpları ve düş kurmaların beden sarsıntısına benzeyen sevgi titreyişleri…
Sonrası yalnızlığın taban çatlakları gibi acılı bir sesle bedensel titremelerin öfkesi soluk seslerin öfkesi soluk seslerinin kesik kesik ıslığa benzer bezmişliği…
Ve sarmalanmış yalnızlık hırpanışlığının gölgesi Ahlat ağacının kurusuna verilmiş bir sırt öfkesi… Tüm bunlar kelebeğin kanat vuruşlarındaki sessizlikle eğilmiş bir beden sebepsizliği…

Kimdi bu yıkıntı çıkmazındaki köşe başı gölgesinin sahibi…
Kime bu baş eğiş, kimden korkulur, kelebeğin kanatlarını kırmadan, avuç içinde zapt etme düşüncesi…
Olmayasıya düş istek, olamayasıya hırıltılı nefes tıkanıklığı, bir rüya etkisi bu yarınsızlık korkularını sırtladığı duvara dayanarak, neden sorusunu haykırma, sonra kimsesizlik hisleri ile boyun bükme ile bel eğilmesi…
Ve susuzluk, dudakların yapışma seslerine benzeyen titreyişleri, sonra gülümsemenin dudak büzmeye dönüşmüş öfke üzüntüsü ve boş verme telaşı ile neden gittin sorusuna cevapsız kalan veya yetiksiz kelime çıkışı anında ki sessizlik…

Neden gittin cevapsız ve anlamsız soru olmaktan yıllardır kurtulamadı, yıllardır küskün sese yıllardır öfkeli seslere ve verilemeyen cevaba…
Yarınsızlıklarda dolaşan düşünce bunlar, biraz kendine uzak, biraz yaşama küskün bir yalnızlık, bir rüya kelebek sessizliğinde uçuşan düşlerdeki sahipsizlik ve sonrası kendine küskün…
Diyemedi ben de sevmiştim senin yalan sevdim demelerine karşılık ve sensizlikteki ter dökmeleri ile…

Önce kaç mevsim, kaç mevsim, kaç hüzün yılı geçti senden sonraki yalnızlığımla?
Kaç kez adını tekrarladım içimden, kaç kez son kez yani sen giderken gördüğüm pervasız yüzün hangi anlarda ve hangi gün doğumu ile aklımdan geçti?
Kaç kez sana öfkelenince söylediğim cümleyi tekrarladım.
Kaç kez gereksiz hüzünler ile sert zeminlere hınçla avuçlarımı yapıştırdım?
İçimden geçen cümleler ile bu son kez seni düşünüşüm deyip, o cümleleri ard arda tekrarladım?
Gecenin uzununda saklılara saklanıp, kaç kez yaralı kurt ulumasına benzeyen sesimi kısarak, haykırdım, kararmış bulutlara doğru, kaç kez öfkeme yenik düştüm, adını anmayacağım dediğim halde ismini ıssızlığa haykırdım…

Oysa adını yasaklamıştım kendime…
Oysa yüzünü, gülüşünü, sesini düşlemeyi men etmiştim kendime.
Kaç kez doğum gününe lanet ettim ki kaçıncı kez içimden geçen cümleleri tekrar etmeyeceğim diye kendime söz vermiştim…

Yasak bir aşkın yasaklanmış zamanlarını düşlemeyi bile men etmiştim kendime.
Kaç kez doğum gününe lanet ettim ki kaçıncı kez içimden geçen cümleleri tekrar etmeyeceğim diye kendime söz vermiştim…

Yasak bir aşkın yasaklanmış zamanlarını düşünmeyi bile men etmişken, kendime, şimdi kelimelerimin öfkelerine kızmamın ne faydası var ki senin gibi birinin umarsız bakışlarına öfke duyuyorum?
Öfkeleniyorum, kararsız düşüncelenme ve dağınık düşlere…
Lanet ediyorum adını haykırdığım gecelere ve senli geçmiş tüm yılların gecelerine…

Kararsız düşler ve koyu öfkeler, bunlar, yıllara yayılan ki sonun başında olmam da bir özlemmiş galiba…
Boş verdim senli geçen yılların gecelerini düşlemeyi. Boş verdim senli ilişkili tüm düşlerin gerçeklik korkusuna ve en önemlisi boş verdim senli geçen yıllarda sevgi adına varlık düşlerini sürdürme gayretlerime…

Ve kararan tüm soluksuz zamanlarımda da kendime acılanmaya da boş verdim…

Yıllara uzamış tüm geçen zaman geride yığılmış düşünceler parçalanmış, umutlar dağılmış, istekler parçalanarak umut yığılmış omuzlardan düşerek, parçalanmış zamana…
Umut bir çıkmaz, düşlerde, eskimiş tüm istekler, güç dağınık bir düzeniçinde sadece beklemek dinginliği, meydan okumak zamanın hızlı dönen saniyelerine.
Boş verilmiş yaşam darmadağın yaşam düzeni ve içinde yalpalayan bedenimdeki güçsüzlük, dirençsizlik, umutların ufalandığı beklentisiz bir zaman ve küsmek yarınlara…

Toprak, toprak kokar, toprak erimesi gibi akar dağınık bir eğimle. Beklenti bir bent sanki yaşama. Ve olmayasıya düşlere eğilmiş bir beden, artık umut sonsuzluklar…
Sevgi gömülecek toprak kokusunda beklenti, omuzlara düşecek yağmur suyu ile irkilmekle silkinmekte…
Bir benlik savaşıydı bu yaşamın geriye doğru uzayan akışı. Ve ufak bir ışık huzmesinin sızıntısındaki parlaklıktaki yarınları düşlemede ve korkularla geçen boşu boşunalıkla geçen zamanda…

Bir can bu kadar ömürde boşu boşuna bezmişlikle suskunluklarımın ardından düşen cümle ki yan yana yazılmış iki kelime anlamları aynı olmakla beraber vurguları farklı olan iki kelimelik boşu boşuna düşünceler…

Kimse kimseyi sevemezdi ömrün dolusuna kadar…
Az öte zamanın yanık sönmüşlüğünde yaşam başlangıcı olarak…
Az geçmiş ise sadece şaşkın bakışlarla dolaşırken, nefes aldığım yaşam…

An zamanı ise, sadece umut yaşama dair, sevince dahil, unutulacak an zamanlarındaki anılardan vaz geçiş isteklerim ile doluydu…

Kendime karşı güven, yaşama karşı istek, var oluşun değerinde yaşam savaşındaki galip gelme arzuları ile bedensel yüklerden kurtulma arzuları ile beden korumalarım ile bedensel yüklerden kurtulma arzu ve isteklerimle umut yaşamına adım isteğimdir.
Çünkü korkuyu öğrenmiştim, çünkü korkularla yaşamıştım, çünkü umut yoksunluğundan kurtulmak istiyordum…
Artık adımladığım yaşam zamanlarında umut doluşumu ile varlık savaşını kazanmak istiyordum…

Gece kanını ateşe dökerdi beni içine aldığı zamanlarda… Ben öfkeye dolanırdım, gecenin geçinde… Sen uzaktaki bir pencereden bakardın, ben cama ağlardım…
Gözlerimi aşağıya doğru eğerdim sen ağladığımı görmezdin…
Bir candı bu umutsuz taşıdığım, bir candı bu yükü bana ağır, gülmeyi unutmuş, sadece gülümsemek isterdi…
Karanlıktı, rüzgâr vardı omuzumdan altını hırpalayan, başımı yere eğerdim, gözlerim donarken…
Benden önce hep sen üşürdün kaldırımlarda yürürken, sonra ben üşüdüm yaşam boyu sen düşlerinden…

Gece öfkesini ateşe dökerdi beni içine aldığı zamanlarda…

Yaşam vardı, yaşamak sözü vardı sessiz seslerle baktığımız yüzlerimize verdiğimiz umutta…
Sadece beklemek, beklerken gerekirse gözyaşlarımızı damarlarımıza dökmek, gerekirse yaşam savaşında en tepelere yükselip beklemek, sadece bir avuç sıcaklık, bir avuç umut, bir avuç dahi olsa nefes yan yana almak…
Oysa korkulardı yarınlara saklanan, oysa umut yıkıklığı idi yarınlarda kaybolmayan, sadece gözyaşlarını sevinçlere dönüştürüp avuçlamaktı hayatla beraber…
Sen din umudum, sensizlikti ömür korkum, senlilikti ömrümdeki var oluşumun koruyuculuğu…

Bulanık ve de karmaşa içinde bir gökyüzü vardı ve biz altında hep karmaşalarla var olurduk… Çoğu günler sen omuzuma ağlardın, çoğunda da ebn göğsüne dökerdim gözyaşlarımı…
Ağlamalarımız eşleştirmişti bizi bize yakın ederken ve sen artık yoksun hem de tükenmişken bende özlemse artık başı boş yaşamda hayatımızda…
Elin elinde iken, elim sen avuçlarında iken biz sevgiye sözler yazardık…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 15.4.2018 17:25:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Sessiz bakışlarla etrafımda dolaştıkça, seni hissetmek bile hoşmuş meğer... Kuru bir yalnızlık, arka arkaya dizilmiş yaşamın eskisi, sadece karanlığı delen bakışla gözler, gözlerdeki şaşkınlık, akla gelen eksik cümlelerle, sesler, geçmişin gölgesi olmuş, güneşe uzatılan parmaklar açılmış avuç içi arkasında kalan dur işareti gibi anlamı olan düşlere hükmetme zamanı… Sonra arayış, özleme bağlı kısır bir döngü, sahipsizliğe baş eğmiş yaşamın yaşayanı geride kalan ahlat ağacındaki çürümüş bir çiçek, kurumuş bir yaprak ve uzamış rengi kaçmış bir dal sessizliğin… Yaşam, özlemi içine almış hafızadaki gölge sıkışıklıkları, öfkelerin sessizliği, umarsızlığın zaman kayıpları ve düş kurmaların beden sarsıntısına benzeyen sevgi titreyişleri… Sonrası yalnızlığın taban çatlakları gibi acılı bir sesle bedensel titremelerin öfkesi soluk seslerin öfkesi soluk seslerinin kesik kesik ıslığa benzer bezmişliği… Ve sarmalanmış yalnızlık hırpanışlığının gölgesi Ahlat ağacının kurusuna verilmiş bir sırt öfkesi… Tüm bunlar kelebeğin kanat vuruşlarındaki sessizlikle eğilmiş bir beden sebepsizliği… Kimdi bu yıkıntı çıkmazındaki köşe başı gölgesinin sahibi…

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4