Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 33

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 33

Geriye birleştirilmiş bir yaşam ve içimdeki ona ait kalabalıklığının yükü, bunaltıyor insanı, ağır geliyor omuzlarıma, yaşam direncim düşüyor ve hayata bakışım köreliyor, akla gelen bir cümle var ki soru halinde nerede olursan ol kış ayazında o soruyu hatırlamak pek de kolay olmazdı “o hep üşürdü, şimdilerde üşümüyordur sanırım derken,” geçmişi kapatma çabalarımın sonuna yaklaştım sanırım…

Güzel günleri yaşama umudu ile feda ettiğimiz yıllarla ölçülen zamanların değerlerini kaybetmiş olmak, tüm acıma duygularını yok ediyordu…
Belki de en zayıf tarafımızdı adına yapışan sesini duymak hissi yüreğimizin en çaresiz yapısıydı ve bunun içinde sonradan gelen kendine acıma duygularının yokluğu idi…

Şimdilerde fark ettiğim en zayıf tarafım, onun sesinin beynimdeki yerinin onca yıla rağmen, kaybolmamış oluşuydu…
Hâlâ çoğu zaman bir kitabın cümlesini okurken onun sesinin okuyuşuma eşlik edişi, artık kitap okumalarımın yarattığı bir korku oluşturuyordu…

Çoğu zaman rüyalarımda, aniden uyanışım ve yatağın ortasına oturuşumun sebebini çok sonra yardım alarak öğrendim. Hafızama kazınan olaylardan birinde onun sesinin fırlayışıydı kâbus korkularım…
Şimdilerde sahil kumsalında beni uzaktan izlediğini hatırlamak, belki de sadece onun çektiği bir acı anısı olarak garip bir sıkıntı yaratıyor içimde…

Galiba bu gecem, şehrime dönüş yolumdaki düşüncelerle ertesi sabaha uzanacak uykusuzluğum…
Galiba, yollardaki yeni konaklama odamda, bu yolculuktaki yaşamım sayfalara, yazdıklarımla devamı bu yol zamanlarının son satırları ile devam edecek…
Bunu anlamı da hiçbir gerçek yolunu değiştirecek hiçbir güç yoktu…
Bittiği yerden yaşama devam etmeye çalışılacaktı…

Geriye yüzlerimizin, birleştirildiği bir fotoğrafın varlığı bile kalmamış bir yaşam kesitiydi nefes almaya zorlandığım bir sonu yaşatan...

Zaman zaman sana yazdıklarımı bulurdum saklılarımdan. Öyle günler olurdu sanki sana yazarken senle konuşurdum. Senden yaşamım için yardım isterdim.
Ve ağlaşırdık omuz omuza…
O günleri düşlerken bu saklı yazımı buldum ve sadece düş kırgınlığı yaşarken dudaklarım, öfke savunmasına geçti…
Geceye dökülen bir selam olsun istedim, coğrafyası kayıp ülkene.
Sonrası sadece düş olsun istedim yarınsızlık hislerine...
Yeşili kaybolmamış bir yaprak uçuştu sanki senin rüzgarının olduğu yöne, selam olsun dedim kendi payıma…

Gecelerdir doğanın bütün renklerinin kaybolduğu zamanlar…
Gecelerdir tüm düşüncelerin teker teker ortaya attığı zamanlar…
Gecelerdir kâbus yaratan anıların sıradanlıkla ortaya çıktığı zamanlar…
Nedense hep düş kırıklıkları yaşanmış anıların sıralanıp göz diplerinden akışı…
Yine gecelerdir kendi kendine benlik savaşı verirken en güçsüz yapısının ortaya çıkışı…

Bir kez daha ortaya çıkan düşlerle gelen ağlama duygularının hüküm sürdüğü savunmasız olduğumuz zamanlar…
Ve geceleri düşer içimizdeki garipsendiğimiz duygularla, savunmasız kalıp kendimizi güçsüz hissettiğimiz…
Ve gecelerdir tüm yalnızlık duygularımızın kendi benliğimize baskı yapması…

Belki de çoğunlukla gecelerdi geçmişimizle kavgalı hale gelip kendi yaşamımızdaki zamanlardaki hatalarımızla kendimizi suçlamamamız, böylece en yalnızlaşmış bir ruh hali ile çaresizliklerimizle hiç barışık olamayız…
En önemlisi gecelerdir gidenin ardından tüm yaşamımızı kare kare sıralayıp ardından pişmanlık duyguları ile hüzne boğuluruz ve yalnızlık boy boy kendini gösterir gün ışığı
doğuncaya dek…

Bize derdiler ki “ayrılık da sevdaya dahil” oysa bu deyim benim yaşamımda acıya dahil oldu…
Kopuştuk, kopuştukça yaşamdan eskidik, nefes almalarla. Bize demediler özlem yaşama dahil diye. Duvarlar yıkıldı acılanırken üzerimize. Ayrılık adına ne varsa ve nereye kadarsa yaşamak, orada kocadı bedenimiz.

Yılları sebepsiz saat saat, ay ay ve sonunda yıl yıl saymayı öğrendik…

Öğrendikçe pas tuttu ciğerimiz. Öğrendikçe yaşamdan koptuk. Bu halle ki yaşadıkça küstük kaderimize. Küstük şarkılara, sadece yaşama umut kaldı içimizde, son bahar rengi ile unuttuk mavileri, uçuk pembeleri, kendi avuçlarımızın arasından düşürdük yüzümüzü…
Terlerimiz, avuç içlerimizden yüzümüze yapıştı, onca pişmanlıklar, onca öfkeler, sahipsiz dolaştı sokaklarda. Geceyi güne, günü ertesi güne bir ertesi güne ertelerken, on yıllar sonrasında kudurmuşluk rengi aldı.
Ve o renktir ki çarptı bizi duvardan duvarlara. Ve özleme girdi yarınlar ve özlemime de çakılı kaldı hasret ve umut…

Kadere küstük, kaderle çöküşürken yaşamda kaybolduk. Ve bir hayal uğruna düştü başımız öne ve yalvarışların sarı sonumuz olmaya yöneldi ki hasret boğazımda düğümlenip kaldı…
Ve kader bir yazgı ve kader bir yaşam tercihi oldu artık yalnızlığın pençesi yüzümde dolaşırken…

Ve eskidi yıllar. Ve yaşam çürüdü artık yalnızlık kulvarında…
Bir gün mutlaka bir gün maviye dönüştürecek ruh yapımla beni…

Çorak sevgilerle, acılanmalardı bunlar, başlamadan bitmeyen, bittiğinde dönüşü olmayan bir yürüyüş bu.
Zaman zaman bunalmışlık, zaman zaman uçup giden heyecanlar öyle bir zaman olur ki haykırırsın sevgim diye ki çağırırsın sanki tükenmişliği.
Zaman gelir sevinç sonsuzluğu sanırsın yaşadıklarını.
Öyle bir zamana ulaşırsın ki limitidir bedeninin., yorgunluğunu yaşayamazsın ve umut hep vardır sanırsın.

Ama bir anda çekersin gece sonu gün ışıması anlarındasındır ki pencerenden baktığında bir uğultu ile canın yanmaya başlar ki ardından boş vermişlikler başlar ki tüm umutların serilir zift kokulu kara kara asfaltlara asıl düş ihanet korkusudur ki tam da içine düşersin ki artık sonlanır gibi olur düşlerle gelen acılanmalar…

Aniden şu an sen düştün gözümün önüne, kaç yıl öncesine gitti bu görünen düş ki,
yarını unutur oldum...
Diyeceksin ki "Sen hâlâ beni unutmadın mı" diye ama boş ver unutmuş olsaydım unutulacak mıydın ki bu kadar acılanmalarıma sebep olduktan sonra...
Zamanın çoğul anlarında sen düşleri ile yaşamak oldukça zor oluyor desem ki ne diyecektin bana?

Yarışılamayan yolculuk bu, kendi kendimle yoldaş olduğum zamanı unutmuş, zamansızlık sıkıntıları yaşarken…
Arkana baktığımda özlenecek hiçbir şeyin varlığının yokluğunu yaşarken, kendine kendi sesinle konuşursun ve aracındaki müziği tekrarlatarak sabit bir ritimle dolanırsın kendi yaşam izinde…
O kadar çok zaman veya sayısı belli olmayan yılların ardındaki düşlerini kurgularken, öfkenin limiti gözlerindeki titrekliklerle açılıp kapanan göz kapaklarını ovuştururken
öfkenle savaşa düşer kalır insan…
Unutulacak o kadar çok şey varken, bunlarla bedensel savaş yapmak galiba ruhumu aklamak düşünceleri ile bir tutsaklık savaşı veriyorum sanki…

Biz kaç mevsim harcadık bu yarayı geçiştirmek için?
Kaç sonbahar, kaç yaz tükettik bu yaralanmaların acılanmaları ile?
Def edebildik mi, kendimizi bu acılanmaların içinde hırpalanmalarla?
Sonra sev diyor yüreğim, sev ki ilk baharın coşkusunu tanı, onun için yaşa, onla birlikte nefes al, onun için yaşamda kal, onla birlikte yaşamın güzelliklerini, güzelliklerini yaşa, sev diyor yüreğim…
Canım acırken, canım yanarken, kaç kez pişmanlık yaşadık, kaç kez ürkeklikle kaldık yaşamın içinden?
Dünyanın türlü sevinçleri varken yaşamda, inkârcılığı mı seçseydik?
İnkârcılıklarla mı boy gösterseydik, yaşamın kalan kısmında? Yoksa aldatıcılıkla mı kendimizi avutsaydık?

Korkularımız bastırdı sevinçlerimizi, korkularımızdı sadakat duygusundan kopuşmakla yaşamın içinde kalmak…

Anlaşılamayan veya anlamadığımız bir duyguydu var olduğumuz yaşama tutulmakla
kalmak ve bu yüzden de sadakat savaşımdı…
Belki de bu kalış var olmak savaşıydı sessizliğin içine gömülerek…

Düşlerimizdi içimizden boşaltılan. Düşlerimizdi bu boşluktaki yaşam korkusu.
Ve bir de kimsesiz kalıp yaşamda savrulma korkusuydu bu zamanları yaşamın içinde tutarak var olma şansını zorlamaktı…
Anlatımlarım benim çocukluk yanımın korkularıydı. Bu korkularla dosdoğru yaşam koşullarını zorlamaktı…
Biz dünleri yaşarken, korkuyorduk yarınlardan.
En önemlisi sızlayan yüreğimizden korkuy0orduk terk ediliriz yalnızlığa karanlığa doğru diye…

Sevmek bir yangın yerinde horon tepmek gibi salınımlar içinde bir sarkaç gibi var olma savaşıydı…

Sonuçta bu sevgi içinde yıllarımız geçti.
Şimdi inkarcılığı mı seçmemiz gerekti yeteri kadar yalnızlığı mı seçmemiz gerekti, yeteri kadar yalnızlığı yaşamış olmak artık kalan yaşam içinde bir övünç ka0ynağı bile değildi…

Biz dünleri sevdiğimiz gibi, yarınlarda da severek nefes alma şansımızı zorluyorduk artık...
Yarışılamayan bir yolculuktu kendi kendimle yoldaş olduğum zamanı unutmuş, zamansızlık sıkıntıları yaşarken…
Arkama baktığımda özlenecek hiçbir şeyin varlığının yokluğunu yaşarken, kendi iç sesimle konuşur ve aracımdaki müziği tekrarlatarak sabit bir ritimle dolanırdım kendi yaşam izimde.
O kadar çok zaman veya sayısı belli olmayan yılların ardındaki düşlerini kurgularken, öfkenin limiti gözlerindeki titrekliklerle açılıp kapanan göz kapaklarını ovuştururken, öfkenle savaşa düşe kalır insan…

Unutulacak o kadar çok şey varken, bunlarla bedensel savaş yapmak galiba ruhumu
Aklamak düşünceleri ile bir tutsaklık savaşı veriyorum sanki…

Korkuyordum aslında çoğulda nefes almalardan bile. Birçoğunda ise yalnızlığımın sessizliğinden korkuyordum. Korktukça yalnızlığıma ağlıyordum...
Hatalarımı düşünüyordum. Kendime dair ona dair hatalarımdan korkuyordum.
Garip hislerdi bunlar, yaşamın çetin şartlarının arasındaki, çoğu zamandaki başarısızlıklarımdan, korkuyordum… Kaybetme korkusu kazanma hissimi azaltıyordu. Aslında garip ve çaresiz düşüncelerdi yalnızlığın etrafında dönüp duran.

Oysa umut yarınlardaki cesaretli düşüncelerde vardı dayanma gücü yaratan…

Yıllar yıllarla yarışırcasına birbirini tamladı. Ve yıllar öncesine göre daha hırslı daha güvenli duruyordum yaşamın şartlarına…
Pişmanlıkların yaşamıma etkinliği yoktu. Sadece kendime güvenim artıyordu zaman kendini bana hafifletiyordu artık umut ve cesaretti yaşamın ayakta kalma şartı…
İsteklerim yön değiştirmiş, kendime güven duygularım artıyor ve daha umutluyum artık…

Artık kendi hislerimle hareket ederken daha dikkatli yaşam gereğim vardı ve sadece güven duygum değişmişti kendime ve doğrulara güvenerek…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 25.2.2018 18:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Şimdilerde fark ettiğim en zayıf tarafım, onun sesinin beynimdeki yerinin onca yıla rağmen, kaybolmamış oluşuydu… Hâlâ çoğu zaman bir kitabın cümlesini okurken onun sesinin okuyuşuma eşlik edişi, artık kitap okumalarımın yarattığı bir korku oluşturuyordu… Çoğu zaman rüyalarımda, aniden uyanışım ve yatağın ortasına oturuşumun sebebini çok sonra yardım alarak öğrendim. Hafızama kazınan olaylardan birinde onun sesinin fırlayışıydı kâbus korkularım… Şimdilerde sahil kumsalında beni uzaktan izlediğini hatırlamak, belki de sadece onun çektiği bir acı anısı olarak garip bir sıkıntı yaratıyor içimde… Galiba bu gecem, şehrime dönüş yolumdaki düşüncelerle ertesi sabaha uzanacak uykusuzluğum… Galiba, yollardaki yeni konaklama odamda, bu yolculuktaki yaşamım sayfalara, yazdıklarımla devamı bu yol zamanlarının son satırları ile devam edecek… Bunu anlamı da hiçbir gerçek yolunu değiştirecek hiçbir güç yoktu… Bittiği yerden yaşama devam etmeye çalışılacaktı…

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4