Yeryüzü çürümüş yaprakların kıpırtıları ile dolu…
Güneşin kuruttuğu toprağa bastırıyor rüzgar...
Kışın ıslak günlerinden sonrası uzayan ömrün derin nefes almaları ile çoraklaşıyor yüreğim…
Yavaş yavaş çürüyorum, kışın tam da ortası ocak ayının da ortasındaki günleri yaşıyorum. Sanki anılar yavaş yavaş çürüyor, binlerce pişmanlık, nankörlük sevgiye dahil şahitliğimde…
En değerlim dediğim uzakta uçan bir yarasa misali karanlık kollayıcısı, acılarıma hükmeden düşler, vaz geçişlerime güçlülükle mücadele eden benliğin yavaş yavaş çürüyüşü ve öfke ve kızgınlık ve de kendine utanç ettiğin birçok anı veya unutmak istediğim bir yaşam kesitinin yorgunluğu…
Geriye dönüp baktığımda birçok günleri yok saydığım, birçok geceleri yaşamamış saydığım rüya geceleri ve ardına sığınan unutulmuş zamanları küflendiren yaşam pişmanlığı…
Kaç yıl, yirmi mi, otuz mu, kaç yıl kalmış geride… Kaç karanlık geceler, kaç yıllık sabahın özlemine kavuştuğum anlar…
Öfkeler ve unutuşlar içine sığan yaşamın küflü paslı ve çürümüş hali…
Kaç defa benlik savaşında benlik kaybedişi ve küflenmiş öksürükler ile akıl tutulması
gibi beyin sarsıntısı…
Yaşam diyorum, ömrümün bu son döneminin pasına, tozuna ve inkârcılıklara, sözlerin tarafıma söylenmiş kısmının tutarsızlığına. Sevgideki ihanete ve inkârcılıklara…
Kime ait olduğu belli olamayan zamanlardaki sadece düşüncelerdeki çaresizlikler bunlar. Belki de kendimde kaybettiğim güven duygum ile benlik savaşım…
Aslında bunların tümüne yarınsızlık korkusu diyorum. Kendimdeki yarınları yitirip kendime veryansın ediyorum…
Uzun bir sörf bu, düşüncemde, uzun bir gezi yorgunluğunda ki düşler bunlar, portakal kokulu otel odasında
Tüm geçen bu zaman bir oyunun sonuna ulaştıkça, kendime güven savaşı yaratıyordu.
Haysiyetle benliğimin içinde kalmakla yaşam savaşı veriyordum.
Tek başıma, tek amaçla haysiyetimi kaybetmeden ar ve onurla yaşamaktı bundan sonrası yaşam gücümün sınayarak…
Toprak yanıyor, su bulanık akıyor, yıllar çürüyor, geriye kalan sadece bir düş, bir rüya, bir ömre uzayan…
En önemli olan yaşamın içindeki aitlik duygusu…
Nerede yaşıyoruz veya nerelerde kiminle beraber nefes alabilecektik?
Bunun zaman ölçüsü neydi ve biz bu zamanın ne kadarı ile iç huzurlu kalabiliyorduk?
Beraber olduklarımız bizim yaşamımıza dahil olanla hangi şartlarda mutluluk düşüncelerimizi paylaşabiliyorduk…
Endişesiz veya iç huzurla var olduğumuz yaşam zamanı kiminle ne kadardı?
Ya pişmanlıklarımız veya mutluluklarımız hangi ölçülerle sarmalıyordu ruhumuzu?
Pişmanlıklarımızın ne kadarı ile verdiğimiz uğraşla kurtuluşu göğüslüyoruz?
Veya neredeyiz ama nerede yaşamak istiyorduk, içimizdeki huzur bizi ne kadar sarmalıyordu?
Çok sevdiğimiz bir şarkıyı yaşıyormuş gibi düşleyip, dinleyebildiğimiz zamanlarımız var mıdır?
İşte düşlerimizde kurguladığımız sorularla baş edebildik mi?
Çok eski bir sevgi bu, hem de eskinin en eskisi….
Sanki yüz yıla sığan bir geçmişi dün akşama yetişen bir sevgi yaşanmışlığının bütünü bu sevgi…
Yılları içine almış bir düş bu, içinde en çok acı, en çok göz yaşı ve en beteri hasret yaşanmışlığı dolu…
Yıllara uzayan bugünü aşıp yarına ulaşacak düşünce sağanağı bu.
Kaçın kaça denk gelmiş özlemi bu veya aykırı kalmış yaşanmışlığın yıllara uzayan acılanmaları bu gene de öfke gene de kızgınlık, yine de acıma, acılanma ile bir bekleyiş sonrası, dar bir yaşam daha sonrası sıkışmış bir yaşamın nefes almaları daha sonrası bekleyiş ve bekleyişin içinde ki umutlar, umutların da ardına gizlenmiş sevinçlerle karmaşa olmuş öfkeler ve kopuşlar, önce kendine daha sonrası zamana, zamanın içindeki umutlar ve sonrası umutsuz zaman kollaması…
Kollama derken düşlerini, düşten öte düşüncelerini, aklın, aklındaki tüm unutmak istediğin siyahlı, karalı anılar ve içine gizlenen mide bulantısının yarattığı kusmalar…
Kendine kendi düşüncelerine umudun son anını bekleyiş olan zaman köpürmesi taşması ve taşkınlıkları…
Sıralanmış bir umutsuzluk yaşam zamanları ve umarsızlığa düşmüş yaşamın kalan kısmının boş vermişliği, belki yeni bir yaşam, belki de her şeyin koyu kara zaman taşması…
Ve sevgi ve umut ve de bezmişliğe kalan ömürce umarsız kalış…
Unutulmuş ve unutulacak sevgi övgü sözcüklerinin yerine düşen kahır zamanı anlatımları…
Umursuz ve de umarsızlığa çıkılan merdiven sahanlıkları kararsız bir yaşam zorluğu, zamansız bir kararsızlık devamı sadece kalan sevgi kalıntıları ile umarsız bir yaşamın içine düşmek olsa gerek bu yarınsız zamanlardaki nefes almalar…
Dönek bir yaşam bu kendine sonsuzluk yaşayana sayılı zaman içinde öfke saklı, içinde gizliler var, söylenemeyen en kötüsü sahipsizlik hisleri çemberi içinde sadece merkezkaç kuvvetle dönen zaman içindeki umutsuzluklar kime gülmeli, kimle ağlamalı, kim için güven, kim için döneklik?
Sahipsiz düşlerin hüküm sürdüğü koyu hislerle beslenen yalnızlık nefesleri ve sadece arkada kalan umut ile…
Nasıl bir düştür bu özgürlük, hep rüyanın içinde, yaşamın içinde varsın ve ben seni hep yüreğimde taşırım... Bu da ayrıca sorgulanması gereken iç sesim…
Geçelere güneş doğduğu o an, yalnızlığın süregeldiği zamanlardı en çok içimi acıtan saatler…
Bir, bir başka yerde de o an doğarmış güneş… Sevmekse sonradan doğmuşluk yerine kendinde var oluş zamanlarında oluşur ve tükenmeyen bir yolculuğa düşer…Bazen girdap, bazen karanlık, çoğu zaman da uçsuz bir dağ tırmanışı ile yol alır... Çoğu zaman karanlıkta, el yordamı ile, yol araştırırken gece güneşe uzanırdı, pencerelere güneş doğduğu o zaman o anlardı…
Çoğu zaman da güneşe doğru bakışlarla kararmış göz bebekleri ile bakar sevgili yolundaki güvenmişliğe…
Gün gelir haykırır boşluğa ben de sevdim sen gibi diye, bazen de karanlığı üfler, acı çeken de ben olmalıyım diye…
Zamansa kıvrılır gider kendince sonsuza gibi, aslen bildiği anları yaşanır zamanın…
Korkulan tek şey vardır nefessiz kalıp sevgilim kelimesini haykıramadan…
Çoğu zaman nefes yetmez sevmeye, çoğunlukla da gözyaşı yetmez ağlamalara…
Nasılsa mutluluk çalar kapısını sevginin, bir başka günde gözyaşı ile ıslanan gözler bulanık görür yaşamı…
Ve bir gün de hep gidenlerin arkasından ağlandığı gibi, baş kaldırırcasına sevgili sözcüklerini tekrar ederken, çenelerinden düşen gözyaşları, göğsündeki gömleği ıslatıp, teninde doğar soğukluk esintisi…
Yarın denirdi hep sevgili sözlerinin ardındaki istek zamanlarını ertelemek için, oysa o andan sonra yaşam ertelenirdi, o andan sonra zaman duraksardı düşlerin yolculuğunda
O andan sonra rüyalara kabuslar dolardı, uyanınca iki avucunun arasına aldığın çene kemiklerini sıkarak haykırırdın ıslak gözyaşların ile ben sadece sevdim kelimesini kullandım ki, nereden bilebilirdim ömrüme yayılacağı gözyaşlarımın oluşacağını…
Sevmiştik kavlimiz olduğu kadar, sevmiştik sözümüzün aştığı tepelere kadar, sevmiştim takvim yapraklarını yeterince çizebileceğimiz kadar, sevmiştim var olarak aldığımız nefeslerin şiddeti kadar, çok sevmiştim sevgiliye inancımız kadar, ama yanıldık takvim yapraklarındaki günleri sevinçle çiziklediğimiz zamanların tümünde çünkü bilmediğimiz ihanet vardı, çünkü sevgili sözünün anlamını çok iyi ezberlemiştik, sevmiştik çünkü riyayı ve de aldatılmayı tanımadığımızın çoğu kadar…
Sonra yıllara küstük, yılların gün zamanları geçmez oldu ağlamalarımıza…
Dayandığımız kadar, sonra vedasız gidişi gördük ve artık güvenimiz bitti sevgiye ve yanıltıldığımızı anladık ki artık küsmüş olduk sevgiliye…
Yaşam bu durdukça her an geriye dönerek işledi içime, ellerim hala ıslak, birazı ter, birazı yağmur sızıntısından ensemden sırtıma düşleri toplayan…
Hiç kimse yolculuğumuzda sonuna kadar yürüyemedi, kimse sevgimize eş sevgi olarak kalamadı avuçlarımızda, çoğu ansızın kayboldu yaşamımdan, birçoğu da ihanet damgası vurdu sırtıma veya birkaçı ömrümü eskitti gözyaşlarımı sildirerek, belki de bunların tümü rüya bozgunu idi ama biri vardı ki esasında ihanet mührünü taşıdı elinde ömrümde kaldıkça…
Huzurun temelini sarsıyordu.
Ve bu sarsıntıya tek sebep, olağan üstü güven duyguları ile var olduğum sevgideki sarsıntılarımdı…
Yaşamın içindeki yanılgı girdaplarıydı ruhsal yapımın dengesini bozan...
Sen giderken, arkanda parça parça bıraktığın “benlerden,” parçalarım vardı her düşünce anında…
Kaç mevsim, kaç sayılamayan yıl geçti ardında bıraktığım ben yalnızlığıma…
Onca düş, onca umut, onca anıların ardında kalan bir ben beklentisi vardı yaşama dahil olmuş sadece anısı kalan gülüşlerim vardı umutlarımın ardına gizlenen…
Sayısını bulmanın imkânı olmadığı yaşamımın ardında kalan mutsuzluklarımdan kalan boşluk bakışlarımdı sevdaya sevgiye kenetlenmiş…
Aslında koyu bir karanlık, sahipsiz düşleri içinde barındıran bir umutsuz yaşam artık önümdeki yokuş…
Bedensel darbeler bunlar yokluğu umut olan düşüncelerle…
Eski bir şarkıda bir cümle vardı, sen de başını alıp gitme” diye haykıran müzik aletlerine kumanda eden yürek sesiydi o günlerden bugüne hırpalanan yasaklı bir yolculuktu bu sevmeye dahil küskünlükle devam eden kararsız zamanlar…
Neleri özlüyorum, hangi yaşanmışlık zamanları sonrası bu duygularla içime işlemiş nefret ve acılanma duygularımla yaşamda var olma savaşının limiti yaşanıyor ve kendime küskünlükle O’na karşı duyulan öfkelerin artık sonunu bekler haldeyim…
Galiba buna yarınsızlık veya hiçlik savaşımı denilebilirdi…
Belki de çok sevmenin garipsenmiş düşleri ile görmezden gelmeye başladığım sevinç kaynaklı geçmişe artık saygımın limiti kullanılıyordu…
Öfke ve tiksinti varoluş yaşamların en hoşgörüsüz anları yaşanıyor ve kabul edilemez hareket duygularımın basıncı beynimde patlıyordu…
Geçmişe karşı var olan saygı duygularımın melezleşmiş hali ile kendime karşı küskünlük düşleri palazlaşıyordu…
Yaşam, yoktan var ettiği duyguların içinde eriyordu…
Yılların ardından gelen utanç hisleri, yılların önüne çıkmaya başlıyor ve yaşamımın bile önüne düşüyordu bu vazgeçişlerimle çoğunluğa çıkan nefret duygularım…
Ondan nefret etmem kendimde acınası duygular üretiyordu…
Sokaklara düşen duygular iç benliğimi sarsıyordu… Var oluş savaşımın başladığı yıllar artık öne çıkıyordu…
İçimden öfkeler patlarken, duygusal hislerim pürüzleşiyordu artık açık seçik düşünceler kendime ağır geliyordu…
Artık bu şehirden O şehre atlayarak düşüncelerim beni boğuyordu…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 15.2.2018 14:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Geriye dönüp baktığımda birçok günleri yok saydığım, birçok geceleri yaşamış saydığım rüya geceleri ve ardına sığınan unutulmuş zamanları küflendiren yaşam pişmanlığı… Kaç yıl, yirmi mi, otuz mu, kaç yıl kalmış geride… Kaç karanlık geceler, kaç yıllık sabahın özlemine kavuştuğum anlar… Öfkeler ve unutuşlar içine sığan yaşamın küflü paslı ve çürümüş hali… Kaç defa benlik savaşında benlik kaybedişi ve küflenmiş öksürükler ile akıl tutulması gibi beyin sarsıntısı… Yaşam diyorum, ömrümün bu son döneminin pasına, tozuna ve inkarcılıklara, sözlerin tarafıma söylenmiş kısmının tutarsızlığına. Sevgideki ihanete ve inkârcılıklara… Kime ait olduğu belli olamayan zamanlardaki sadece düşüncelerdeki çaresizlikler bunlar. Belki de kendimde kaybettiğim güven duygum ile benlik savaşım… Aslında bunların tümüne yarınsızlık korkusu diyorum. Kendimdeki yarınları yitirip kendime veryansın ediyorum… Uzun bir sörf bu, düşüncemde, uzun bir gezi yorgunluğunda ki düşler bunlar, portakal kokulu otel odasında Mustafa yılmaz
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!