Ağlıyor musun, diyor içimdeki ses hırpanicesine, yine ağlıyor musun diyor?
Sabahı zor ettiğin geceleri yine mi, yaşamak isteyip çenelerini iki avucunu içine alıp, ayak topuklarınla sokakların zift kaplamış zemini yine tepikleyecek misin diyor…
Durgunlaşıp, duruluyorum, ardıma bakıp, bana hırpani diyen sesin sahibini arıyorum…
Sadece oysa sadece bir düş görmeydi oturduğum yerde başım avuçlarıma düşmüş, otel odasının loş havasında…
Kendi kendime ürpererek aniden, “asla” diye haykırdım, odanın portakal esansı yayılmış loşluğundan…
Kaçıncı günün gecesi bu ara sıra odadan çıkıp, bir şeyler atıştırıp, yeniden dönüp kitaplardan birinin satırları arasında kayboluyorum…
Ansızın ürperdim ve bana yazılmış eski bir mektup ve bana “bir gün tek başına” kitabını hediye edenin adı imzalanmış…
Yıllar yıllar önceki mutlu gecelerin birinde kahkaha mırıltıları arasında birkaç cümlesini okuduğum kitaptı…İlk cümlesi ile “bir gün tek başına” kalacak bir kadının o gün gelmeden önceki başına gelecekleri tahmin etme diye başlayan cümleler yığını ile başlayan mavi mürekkepli birkaç satır ile geleceğe atıf yapılıyordu sanki.
Sanki o günden bugüne devreden yeni bir zaman periyotunda kendime masal anlatırcasına zamanı kullanıyorum…
Sebepsiz zamanı kullanmak veya gereksiz zaman kollaması bu kendi yaşamını yarım devir değiştirme çabaları ile kısık bir gülümseme yayıldı yüzüme…
Ne kadar garip bir yaşam anı bu gelecekten korkarken, geçmişin bir anısına gülümsemem ve kendime kısa bir zoraki gülmeye benzer bir an hediye etmem…
Uzun zamandır yalnızlık girdabında dolaşmıyordu düşüncelerim ve ürkmüştüm artık anıların pervazları ile kendime fotoğraf çerçevesi yapmakta ne kolaymış oysa birçok şeyi silmek ve kendine yalnızlaşmak evet ne kadar kolaymış…
Galiba yaşama tutunma zamanlarım başlama cabası ile tutunuyor bana…
Boşluk ve boşluğun sesi ürkek anların içine atıyor bedenim ve ben galiba çok şeye çaresizim…
Belki kendimi kurtarma zamanlarına düşüyor düşüncelerim…
Zaten buralara gelmem de anısı çok az zamanları buralarda yaşayabilme isteği…
Bir anda renklere doluştu tüm düşüncelerim. Maviye, mora ve beyazla uçuk pembe renklerinin birbiri ile olan bağımlılıklarını düşlemek istedim…
Her rengin kendine göre çekiciliği ve evrendeki yeri vardı… Gülümsedim…
Elle tutulamayan bir görüntüden ibaret düşlerdi bunlar ve Akdeniz mavisinin o çekiciliğin içine portakal kokuları savrulmasıydı asıl ben, bana getirip yaşamı sevdiren en azından gülümseme sebebim olan…
Kendime adayıp içinde mutlu olamadığım ne kadar çok yaşam kesitim varmış benimde…
Kendimi hep yalnız hissettikçe birçok düşüncemin önemini hiç bilmemişim…
Nasıl bir farklı bakış bu Akdeniz mavisine baştan sığ bir açık maviliğe pencere camının arkasından bakmak ki aklıma gelen şarkının sözlerini yıllar sonra anımsayabilmek?
Düşüncelerin tümü yaşamım oluyordu, istesem de istemesem de birçoğundan fazlasını yaşıyordum…
Düşündüklerimin birçoğunu da elimden alarak yasaklı yaşama soktular beni…
Sevinçli günlerimi kararttılar, umutlarımı içimden başlayarak söndürdüler, adına yaşadıklarım dediler engebeler, bentler kazılmış hendekler gibi yaşamıma engel sürdüler, sürüldük yaşamın kuytularına, çıkmazlarına, şaşkınlıklarıma ve hata üstüne hataya soktular beni, uyduruk bahaneler saldılar hayatıma…
Ve bu bahanelerle dağıldım durdum hayatımda…
Ve bana bunun adı aşk dediler ve bana aşkı öğrettiler, öğrendikçe gömüldüm batağa sanki. Ve yer yer yapıştı benle beraber…
Ama bir şey vardı yaşamda, istesen de istemesen de, değiştirilemezdi ve bu bir gerçekti ve de yaşamımdaki görecelik sendin…
Değiştirilmesi veya ötelenmesi asla mümkün değildi ve yaşamımı bu şartlara bağlanmıştı…
Galiba bundan sonraki yaşamın tek şartı vardı ruhsal yapıma göre var olmaya çalıştıkça, yalnızlığı tanımak veya yapayalnız yaşamı kabullenip her adımı, her yaşam nefesimi alırken, yalnızlığın tüm şartlarını kabullenip, kalabalıkların içinde yaşamı, yaşasam da yalnızlığın şartları ile nefes almaya kendimi şartlayacaktım…
Kalabalıklarımın içindeki sesler karışımında kendi sesimi tanıyıp, bu sesteki davranışlarımın ölçüsünü bilerek yaşamda var olma şartımı tamı tamına şartsız kabullenip öğrenecektim bu acımasızlığın içinde yaşamak istediğim oldukça…
Geçmiş geleceğimin köprüsü olacaktı ve ben o köprüden korkusuzca geçmem gerektiğini öğrenmeliydim…
En önemlim ve en güvendiğimin davranış oyunlarındaki rolü var oldukça veya bunları içimde var olduğunu hissettikçe şüphesiz suskunluk direncim kırılacaktı ve yaşam başladığı günden bugüne kadar olan sertliklerini de aşacaktı bu direnç, gelecekten yaşam umudu olacaktı…
Artık yaşanmışlıkların içindeki tüm girdaplar aşılmış olsa da ayak bileklerimizdeki kahır bukağısı benimle beraber adımlaşmam da hep var olacaktı…
"Sen varsın" cümlesinin gücünü düşündüm çoğu zaman, nasıl bir güven duygusu nasıl bir teslimiyettir ki tüm yaşamın bütün zamanlarındaki her türlü olaya karşı savunmaları içine alabilen bir cümle ve sadece ruhsal olarak nefes almaları düzenlese de yaşama güç salan nefes almaları sağlardı sanırım...
Bazen susuyorum kendime, kendi kendime konuşmak istiyorum. Bir şeyleri hatırlayıp, en çok beni sevindiren bir şeyi hatırlayıp gülümsemek istiyorum, geçmişte beni gülümseten ne varsa hatırlayıp, birkaç cümlelik yaşamımdaki sevinçleri yaşamak istiyorum, en azından en değer verdiğimi düşlemek, onunla ilgili bir anıyı hatırlayıp kendime gülümsemek istiyorum…
Ve ekliyorum, ne kadar da hoştu geçmişe gülümsemek…
Geçmişten bu günlere taşınan iç sese gülümsemek, o gülümseme ile birine günaydın diyerek onu da gülümsetmek ne de hoş olan bir andır bu ki bu kadar yaşamın gizlisinde kalıp bu günlere sıçrayan kaç an zamanı var ki bugün bende hoşnutluk yaratıp beni gülümsetmesi ne de hoş anlar olur ki bunu kaç kere yaşar bir insan ömrünce?
Ağlamaya alışmıştık biz kendi çaresizliklerimizle veya alıştırmışlar bizi her gün hoş olmayan konularla burnumuzu iteleyerek aksırık yaratan duyguları içimize salarak göz yaşı döktürmeye sevk etmişler bizi ki içimizde uyanan huzur duyguları ile geleceğimizi kilitleyen an zamanlarını yaşatan olaylar ve insanlar yaşamımızda…
Göstererek neyi malettik kendimize ve kendimizde olan düş yorgunlukları ile kime meydan okuduk haksızsın diyerek…
Hep zamanı kolladık bir kere sen ne güzelsin demek için, cidden benim için güzelsin demek için kaç kere küstük yaşama duygu pişmanlığı ile ve kaç kere kendimize ödül vererek kendi kendimize gülümseye bildik?
Olmadı sanırım bu şartlar ile de olamayacak…
Düşündüm de bu özlem içime düştü düşeli kaç yıldır bu acılanmaları çekiyorum ben ve bana bu acılanmalarımla üstünlük kuran o ne kadar mutlu oldu acılanmalarla nefes almalarımdan. Kendini güçlü mü sandı ki bana hükmetmeye çalışmış dar zamanlarımda. Oysa unutuyordu ki ben sadece sevgiye saygı düşünceleri ile yaşamımdaki tüm sıkıntıları göğüsledim…
Sanırım sadece elde ettiklerimizle gülümser kalıp, en azından bir kişinin de gülümsemesine sebep olacağım…
Evet yaşam sen ne güzelsin ki nefes almama izin verdin…
Evet sevgili sen ne güzelsin ki ruhumu bir an dahi olsa gülümsettin…
Bazen susuyorum sana… İçimdeki kuşların uçuştuğu anlardır onlar. Sadece sessizlik, sadece kendime kapanma, oysa gülmelerimdi hep beni ayakta tutan.
Oysa umutlarımdı yaşam gücüm. Oysa senden beklediğim bir gülüştü karşılığını unutmadığım.
Oysa sendin umudum yaşamımdaki istekle, oysa umudumdun sen nefes almalarımdaki kargaşa.
Oysa yüreğimin hızıydı bu yüz hatlarımdaki oysa yarınımdın düşleyip özlediğim sen ve kimselere söyleyemedim.
Adın saklıydı bende ben ismini yüzüne haykırırken, sen gülerdin...
Gücenik bir yaşam ortası bu sözlerin satırlara aktığı zaman…
Kimin kime ne ile ilgili olduğu hâlâ kesinleşmemiş bir yaşamın nefes almalarım…
Kaç zamanı kaç hüzünle yaşadım ve ardından daha ne kadar süre gelecek yaşamım boyunca?
Baş kaldırdığım yaşamımın bir kısmından sonra yığılışımdı asıl hayatıma dahil olmuş hüzünlerle uğraşım ki bu kadar uzun zamanda süre gelmiş bundan çıkış noktası aradığım çelişkili bir yaşam süre gelen kısmı…
Çoğul düşlerin gurbete düştüğü gibi uzun yol hikâyelerine dönüşen bu uyumlu yaşam…
Aslında zaman zaman çöküşlere düşen bir yabancılaşmış yaşamın içinde kalıştı belki de bir kurtuluş özlemi bırakan…
Hâlâ nasıl hareket etmem gerek veya hangi düşüncelerle metefora düştüğüm bu geçmişle gelecek arasında sanki bir daimilik çırpınışı haline dönüşmesi…
Sanki bir kimlik mücadelesi içindeki çırpınışlardır bunlar ne zaman dışa dönük davranışların içimde bıraktığı izlerin sona yaklaşması sanki…
Yakında diyor yakında tüm beklediklerinle karşılaşıp cevabını bugüne kadar alamadığın kelimelere döktüğün tüm düşünce sorularının…
Çoğunlukla öfke ve intikam hislerinin gizlendiği iç düşüncelerinin saklı kalmış hesaplaşma soruları ve bugüne kadar onun hesapsız yaşamındaki ahenksiz davranış ve benim kabul edemediğim karakter fazlası hareketlerle bugüne sarkmış acılanmaların hesaplaşmasıydı hep ertelediklerim… Ve de cevabı alınmamış sorularımdı ki yaşamıma huzursuzluk ekleyen…
Susardı, sonra kendine uzun zaman susardı, daha sonraları da bana susardı. Konuşmak istemezdi, bunu hep yapardı ve ben yine hoşa gitmeyecek olayların içinde bulacağım kendimi, derdim ben de düşünceye susardım, sonra da ona susardım…
Ne kadar zaman geçti, şimdi umurumda değil bu zamanın geçişinden…
Sonra, birkaç zaman sonra veya birkaç gün sonra, hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek konuşurdu. Ve ben sorunu çözüldü galiba derdim, kendi kendime…
Pek uzun zamanın geçişi olmayan bir günde konuşurdu ve zoraki gülümserdi. İçimden veda zamanlarının yaklaştığını düşünürdüm…
Ve galiba korkardım onun yalnızlığından, içim hırpalanırdı…
Sonra kurduğu planları uygulayıp ansızın gitti.
Kalışı ayrı bir acılanma, gidişi de şok tesiri yaratan yürek vurgunları yaratırdı…
Gecelerim sahipsiz düşüncelerle an an hırpalandığım zaman sonrası kâbus yaşamları olan gece boyu yüzüme süzülen gözyaşları ile geçti yıllara uzanan hırpalanışlarla…
Önceleri onun varlığı ile kalabalıklaşan hayatım, yalnızlık düşleri ile oyalandım…
Bu yalnızlık düşleri gün gün uzadı ve gün geldi yaşam telaşlarına dönüştü…
Hele yazdığı yazılarla zamanı kovalar olarak yaşama bezmiştim…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 7.2.2018 17:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bazen susuyorum kendime, kendi kendime konuşmak istiyorum Bir şeyleri hatırlayıp, en çok beni sevindiren bir şeyi hatırlayıp gülümsemek istiyorum, geçmişte beni gülümseten ne varsa hatırlayıp, birkaç cümlelik yaşamımdaki sevinçleri yaşamak istiyorum, en azından en değer verdiğimi düşlemek, onunla ilgili bir anıyı hatırlayıp kendime gülümsemek istiyorum… Ve ekliyorum, ne kadar da hoştu geçmişe gülümsemek… Geçmişten bu günlere taşına iç sese gülümsemek, o gülümseme ile birine günaydın diyerek onu da gülümsetmek ne de hoş olan bir andır bu ki bu kadar yaşamın gizlisinde kalıp bu günlere sıçrayan kaç an zamanı var ki bugün bende hoşnutluk yaratıp beni gülümsetmesi ne de hoş anlar olur ki bunu kaç kere yaşar bir insan ömrünce? Mustafa yılmaz
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!