Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı ...

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı .29

Omuzlarımı kısmış, adımlarım kararsız… Sokak ıssız ve kimsesizliklerle dolu… Uzaktan geçen bir köpek yavrusu dizleri çarpık, kemikleri çıkmış derisinin üstüne, zorlamasına yürüyüşte kaldırım taşlarında…
Körlemesine bir sokak lambasının ışığı omuzlarımda, ayağımın ucunda bir elma yumrusu az sonra belki ezilecek

Ellerimi paltomun cebine sokuyorum, nemli hava buz kesmiş avuçlarımda…
Yoldaki sessizliği bozuyor dudaklarımdan düşen Kayahan cümleleri ve de şarkının tınısı…
Yalnızlaşmış düşünceler yuvarlanıyor zihnimde… Birazı endişe, birazı korkulu düşünceler, ardından sırtımdan belime doğru yuvarlanan ter damlaları süzülüşleri, garip bir yalnızımsı yolculuk bu…

Arkada kalan birçok cümlelik düşünce. Çoğunda pişmanlıklarım. Bir kısmında özlediklerimle sesli düşünmek, daha sonra da ayağıma takılan bir taşın sesi…
Oysa kendime yabancıyım bu şehirde. Belki ruhum çok şey özlüyor…
Birçoğunda pişmanlık hisleri can acıtıyor sanki. Arkada kalan gizli hislerle özlem veya pişmanlık dalgınlığı… Bu gece çok telaşlı düşler aklımdan düşüyor.
Kendime itiraf edemiyorum özlem kelimesini, anılar cümlesini.

Tüm uzak kalmış yaşam kesitlerinden arkada kalan düş yorgunluğu bunlar olsa gerek, içinde öfke barındıran ve o masum seslerini yok edercesine sevgili kızgınlığı. Ardından bir telaş ve karanlık yol ayrımı…

Ampulü yanmış bir direk süzülür gibi tek lambası ile ve omuzlarımdaki soğuklukla bastıran yol yorgunluğu.
Otel odasına daha çok yol var yürünecek, oysa o kadar çok yol yürüdük ki bu kalan yol ne olacak ki zamanı açık uçlu bir yürüyüş sessiz ve de öfkeli…

Sahil sokağı ıssızlaşmış, kışın uğultusu üzerinde ve sanki boşluğun sesi hüküm sürüyor… Ne garip değil mi yalnızlaşmış bir bedenin umutsuzluğunun içinden kurtulmaya çalışan öfke, düşüncelerimi tırtıklıyor…
Yalnızlık ve de içten kopan hırs cümbüşünün dalaşması bu kendi kendime…

Saklanan ruhların uğultusu girmiş sanki denizin uzaklaşan sesine…

Sanki hepsi ben yalnızlığı feryatları gibi uğultuda… Yanık bir kaval sesini çıkartan çobanın, kepeneğinden parmaklarının ve nefesinin marifeti ile haykırıyor kavalın uzağına...
Belki onun da sesinin ulaşması gereken bir sevgili duygusu var…
Çoğu zaman bir insanın diğer bir insanla duyguları birleşir birbirlerini tanımadıkları halde iç yangınları sönmez de olarak nefes alırlar farklı yerlerde, doğru ya sevginin nankörlük kısmı burası olmalı…

Sadece umut vardı düşlerinin ardına gizlenen…
Oysa yalnızlık başlı başına bir ürkeklikti her şey ona göre nemli her yer ona göre karanlıktı…
Zamanın garip bir öfkesi sanki bedensel titreyişlerimle, kendime üşüyorum… Kendime soğuyorum, kendime yalnızlık duyguları ile boğulmak istercesine umarsızım, sadece benim benimle kapışması bu kendi düşlerimin kendi sahipliği ile…

Ne kadar çok öfke birikimi olmuş yaşanan dev gibi aşkla dev gibi bir engelle savaşmak için…
Çoğunda küskünlükler ve hazmedilemeyen görüntülerdi ruhumu allak bullak eden…
Ne işim vardı bu sahile kışın koyusunda buralara gelmenin ne sebebi olabilirdi ki hâlâ belirsizliğini koruyor bu anların sebebi…
Belki de ruhumun ardında bırakacağı birçok düşünceyi silmek çabasıydı birlikte olunan beldeleri tek başına dolaşmanın gereğiydi bu gece yarısı düşünce dağınıklığım ile buralara gelmem…

Belki de kapanması gereken onca zamanın silinme gayretleri idi bu yolculuğun sebebi…
Arkasından bu kadar sıkıntı yaşanmış bir aşkın sonunu perçinlemem gayretleriydi sanki bu günlerdeki yaşam kesiti…
Başardım mı orası önemli değil onu silmek için verdiğim çabanın sonucu bu olsa gerek…

Soğuk bir gece bozgunu bu avuçlarımın içindeki donuklukları ile…
Oysa yarın daha soğuk olacak biliyorum ama olsun buradaki zaman bana gerekliydi bu rüzgâr lazımdı… Ben kendime üşümeliydim çünkü o da buralarda çok, üşümüştü yaşamın belli kısmında…

Oysa sabahtı gece sonu bekleyişi, kimsesizlikti yorgunluk düşlerindeki her nefes ve yarınların içinde saklıydı son veda cümlesi... Uzaklar derken zirvedeki umudu görmekti düşünceler... Zamanla ve seni kollarken, ruhum senle barışık iken, dağlar dümdüz gelirdi bana... Şimdilerde geçmişe özlem mi yoksa geçmişe dalmak mı yaşamın son düşünceleri...

Susma zamanlarının tümünü tükettiğin bu günlerde, yaşamın hatalarına artık susma...
Sadece konuş, bil ki, tüm susuşlarındaydı sinsi gülüşlerin...

Bu sevgi uğruna bugüne değin yaşam savaşı vermeye değer mıydı? Sanmıyorum, belki de benim için en uygunu hiç yaşanmamalıydı…
Sona acı ve ıstıraplarla gelinmişse bunun sevgi olduğunu kim savunabilirdi ki ben hâlâ savunabilir miydim ki onca tek nefesli yaşamların içinde var olmaya çalışmak, sevginin gücü müydü veya sevgiye saygı mıydı?

Uzun soluklar alınarak bu günlere acı ve gözyaşları içinde gelinmişse onun savunmasına meyletmek, ne kadar isabetli karar olurdu hâlâ bilinmezde hüküm süren bu düşüncelerin arkasında durmak tek taraflılıkla ne kadar isabetli olunurdu…

Yaşam haklılığa savaşlarla mücadele etmeyi gerektiriyorsa, karşına dökülen hile ve yalanlara ne kadar boyun eğilirdi, gelecekte bu baş eğmeleri müdafaa etmek ne kadar başarılı olurdu…

Evet gerçek sevgilerde doğan bu karmaşa düşlerle uğraşta haklılığı bulmak oldukça güçtü…

Sevmek saygınlıktı ama riya ve yalanlarla baş etme çabasıydı belki de aynı zamanda…

Yarınsızlık düşler aslında bir korkusuzluk korkusu değildi sadece zamanın an zamanlarında bekleyiş isteklerinde idi…

Ateşle oynadıkça gereksizce yanacaktı bedenin…
Hangi anı, hangi anıları toplayacak bilinmez ama bir gün muhakkak yanacak ve eksilecek bedenin yaşamdan…

Gecelerimi yok saydırdın bana, tavana baktıkça gözlerin darmadağın düşüncelerinle sarsılırken, bedenin sonsuzu kabullenmekti bu yanış, bu özleyiş, yarınsızlık yaşamı doluşmuşken anılar geri sayımaya başlamışken yaşamın sonunun başlangıcı olacak…

Farkındalıkla kaybettiklerinin ardına bakmaktı bedensel yanışların ilk anları…
Ve yalnızlığın gölgeliğine sığınmışken bedenin belki bir umut ışığıdır kayboluşundaki kurtuluşun an düşünceleri…
Seni sevmekti bu asıl korkusuzluk beklenti zamanlarına…

Yıllar düş kurmalarımla geçerken, verdiğim benlik savaşları içinde neler yoktu ki, en önemlisi kendime acıma duygularım zamanla baş edilemez haklılık düşünceleri ile uğraşlar oldukça çamura batarcasına, batakta yürürcesine bulaşık ve zor anlarla uğraş oldukça uzun yıllar aldı…

Kendimi haklılık duyguları ile zorlarken, yaşamı hafife almış, sadece neden ve nasıl sorularının anlamı içinde var güçle yoğun bir nefes alma mücadelesi içinde varlık savaşı veriyordum günleri yıllara yamayarak limit acılanmalar ile var olmaya çalışıyordum artık bu düşkün durumla yaşamda…

Her türlü düşünce ve göz yaşlarımın haklılığını kendime savunurken, kendi kendimle yokluk savaşında var olma mücadelesinin dışında artık nefes almaların zorluğu ortaya çıkıyordu…

Kirli bir yüz, gözler kapalı, yaşamın bulanık düşleri arasında yaşama uğraş verirken, geçmişin gözyaşları ile gömleğime düşen damlalar belki de ödenen bedelin kendisi idi, içten içe süzülerek…
Belki de en önemlisi yarınsızlık düşüncelerini savuşturma çabası idi…

Gün gün gidiyor yaşam zamanları, ardı arkası kesilmeyen istekleri var oluşa dair değişmez kuralların sevgiye dahil olmuş zamanların içindeki düşler ve ummadığın anda çıka gelen yaşama dair kopuşlarla, unutulmaza dahil olmuş anılar ve içlerinden beynime hapsolmuş yaşam kesitlerine bağlı tekrar tekrar hatırlamak isteğim olan anılara girmiş zamanların içindeki unutulmazlar…

Ve bu unutulmazlara dair kahkaha seslerini hapsetmiş anılar toplamında fark yapmış olan bazıları…

Hangisi yazılsa sanki diğerinin eksiği olacak, sıralanmış cümlelerle yaşamın devamı olan nefes almalara dahil olmuş “ben onu gerçekten çok sevmiştim” cümlesine kadar...
Çok inandırıcı vasfı vardı ki tüm sevgiyi karşılıklı olarak içine alan bir yaşam oluyordu.
“Gerçekten çok sevdim” cümlesinin tek kelimesi bile bu soruya, yani “beni sevdin mi” derken tüm anlatımları içine alan geniş zamanı ifade eder…
Sevdim kelimesinin anlamı eşlik ederdi bu soru cümlesine…
Ne kadar da doyum sağlıyordu bu cümle ki onlarca yıla uzanan bir gerçeklik ifadesi vardı…

Kaçıncı yaşam mevsimi bu, yazdan sonrası koyukara donuk kışın ruhu, hâlâ içimde kendi titreşimleri ile varlık savaşı veriyor bezgin ruhumla…

Hangi şarkının cümlesiydi bu içimi parçalara bölerken çıkan ses gibi “senin olmaya geldim” demenin bedensel bulantısı bu…
Ne kadar da bağlayıcı bir cümle bu terk edilmişi veya terk etmesi mümkün değildi…
Zorladık ve hâlâ zorlanıyoruz yaşamın bu kesitlerinde özlemin içine sinişi bunlar…
Yutkunuyorum kendime, kendi kendime boğazım zincirleniyor kendi kıkırdaklarına… Gerisi başkalaşma ve duyarsızlık gerektiren boşluk yaşamı…
Dünlerin baskısı bu, boşluğun zinciri bu tıkanış sebepleri…
Belki de tam tamına, tamda çoğul bungunluk zamanları, kelepçeleniyor ruhuma, boğazlarımdaki tıkanıklık sahipsizlik çöküntüsü sanırım zamanın geçinden…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 11.1.2018 16:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Sahil sokağı ıssızlaşmış, kışın uğultusu üzerinde ve sanki boşluğun sesi hüküm sürüyor… Ne garip değil mi yalnızlaşmış bir bedenin umutsuzluğunun içinden kurtulmaya çalışan öfke, düşüncelerimi tırtıklıyor… Yalnızlık ve de içten kopan hırs cümbüşünün dalaşması bu kendi kendime… Saklanan ruhların uğultusu girmiş sanki denizin uzaklaşan sesine… Sanki hepsi ben yalnızlığı feryatları gibi uğultuda… Yanık bir kaval sesi Çobanı kepeneğinden parmaklarının ve nefesinin marifeti ile haykırıyor kavalın uzağına, belki Onun da sesinin ulaşması gereken bir sevgili duygusu var… Çoğu zaman bir insanın diğer bir insanla duyguları birleşir birbirlerini tanımadıkları halde iç yangınları sönmez de olarak nefes alırlar farklı yerlerde, doğruya sevginin nankörlük kısmı burası olmalı… Sadece umut vardı düşlerinin ardına gizlenen… Mustafa yılmaz

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4