Artık bundan sonra kendi bezmişliğimi mi yazmam gerek. Yoksa sana olan öfke ve kırgınlıklarımı mı yazmalıydım?
Netice olan her ikisi de bedensel gizliliği olan öfke düşüncelerine çıkıyordu…
İçime düşen sıkıntı sebebi her ikisi de birbirinden farksız düşüncelerimdi…
Bunları az da olsa yumuşatma sebebim olmasa da neyi değiştirecekti?
Onun dönüşümünü mü özleyecektim veya ona ait tüm hislerimi mi yumuşatacaktım?
Her ikisi de imkânsızdı, artık, sadece yaşam isteğimi yükseltip, geçmişe dair düşüncelerimi perdelemem gerekiyordu şüphesiz…
İçimde yüksek sevme duygumun uçlarını budayıp, hayata olan yaşam borcumu ödemem gerekiyordu…
En azından kendimi sevip önemsemem gerektiğini anlamış olmam belki de huzura yürüyüşün ilk adımlarıydı. Belki de tüm düşüncelerimi de örtüştürüp yaşamın sevincine dönemem gerekti…
Sevmenin saygınlığı bu olsa gerek…
Kimseler görmesin diye hep gün doğumu zamanlarında ağlardım…
Ağlarken, hep gözlerimin önünde sen varlığının bakışları geçerdi…
Daha daha gülüşlerin geçerdi, gözlerimin önünden…
Ve ben o anlarda kendimi, kimsesiz, savunmasız, korunmasız ve hep aç hissederdim kendimi. İçimden haykırırdım, ağzımdan ilk çıkan kelime, “neden” derdim “neden” ve kendi kendime, kendime hıçkırırdım…
Sonra, sonra toprak kokardı nefes almalarım, daha sonra göz yaşım kokardı, hasret tarifi yapılan koku ile daha sonraları hep hıçkırırdım kendime acırdım, kendime küserdim.
Ve pişmanlıklarımı art arda sıralardım. Ama yine de sana ölesiye kızamazdım.
Seni yine de ret gözlerime düşen bakışlarını…
Ve sonra kapatırdım yüzümü avuçlarımla, kendi kendime söylenirdim sevgi adına sözleri ve yine de pişman olamazdım senli yaşama…
Belki de bu düşüncelerin içinde yazılamayan çok daha fazla anlatımlar olabilirdi ama bazen düşünüp de yazamadığım o kadar çok düşünce vardı ki önemli olan onları yazabilirken yaşanan ek acılanmalar yüklenirdi bedenimize…
Yılları sırt sırta eklerken de yeteri kadar duygulanılmıştı yaşama ek olarak…
Ama duygularımızı seçme şansımız hiç olamazdı ya düşüncelermize saygı duymak veya yaşamak istemediğimiz düşünceleri yazmak belki de en ağır idi acılanma acısından…
Her düşünceye saygı çerçevesinde kullanılan kelimeler her ne kadar dayanılması güç de olsa var olan düş yorgunluğundan kurtulma sebebiydi bu anlatımların çoğalması…
Yaşam hiçbir zaman bize istemediğimiz düşleri unutma şansı vermedi yaşanmışlık hislerine saygıydı buraya kadar yazabilmem…
Çektiğim tüm acılanmalar benim dayanma direncimi kıramadı sadece saygınlık getirdi…
Yıllar önce başlayıp, uzun yıllar süre gelmiş bu yaşamın belirli kesitlerindeki düşünceleri yazmak, pek de kolay olmuyordu…
Belki hiç hatırlanması, belki de bu kadar uzun anıya dönüşmüş yaşamın bu kısmını konuşmak veya yazmak gereksiz olabiliyordu.
Ama ilk anlarındaki sevinçler, yaşanmışsa sona uzayan acılara dönüşmüş anılar
olmuşsa bugün bunları yazmak ne kadar mantık içindeydi?
Ama yaşanmışlıkların sevincini düşünce olarak yazarken, bedenin tümünü acı anlar sarmışsa, bunları yazı dilinde olduğu gibi bir düş anlatımı içinde hatırladıkça, kendi kendine olan eskiyi unutmaya o günlerden ders çıkarmak gerekirse, insan olan benliğimize sonunda kendine nankörlükle suçlama yerine yazmak, daha gerçekçi olacaktı yaşamıma bu hareket…
Bu günlerde tüm övgülere değmiyorsa da çok fazla yermeye de gerek yoktu…
Belki de bunlar benim hayal gücümle bu kadar genişledi…
Yaşam tek başına bir ömür sevincini yaşamaya değerse, çileyi de sırtlamak eş değer saygıyı göstermeye değerdi…
Düşlendi ve düşleyerek bitti, demekse, bu yaşamı tarife pek yakışmazdı kanımca…
Dünlerin mutlu ve huzurlu nefes alanları olarak yarınlarla acılanarak ulaşmışsak, bu da yaşamın şartıydı elbet Çok yıllar oldu sen gideli, ben sensizliğimi yaşarken sen gittin sevgili,
İnkârcılıkla yerme yerine doğrularda kalarak sevdik veya sevildim, derken de aynı
Tavırdı, benimsediğim...
Ertelenmiş düşüncelerdi belki de hayatımızı art arda zora sokan…
Cümle başlangıçlarındaydı galiba ile başlayan tüm anlatımlar, Kararsız düşler ve çekingen davranışlardı yaşamımı çoğu zaman zorlaştıran… Bu zorlaşma öncelikle çekingenlik, daha sonra da kararsızlıklar yaratınca, daha sonraları pişman olacağım yaşamımın bir bölümünü teşkil etti…
Bu dönemlerim çoğu zaman nefes almalarda bile yetersiz kalacağım anları yaşattı beni…
Biliyorum tekrarı olmayan bir zaman harcadım yaşamımın devamı süresince…
Birçoğu yaşamıma etken oldu ve en çok zorlandığım nefes almaları yaşadım…
Bu yaşam eksikliğimin asıl nedeni de belki sendin sevgili sendin ki bu günlerdeki yazdıklarımın içinden hep sen varlığı etken oluşuydu asıl düş kırıklıklarım…
İçime doğru bakıyorum, üzdüklerim veya kırdıklarım şu an nasıllar diye sorumu soruyorum, sonra da sevdiklerimi aranıyorum, nerelerdeler diye düşünüyorum, ses ve cevap yok anladım ki yalnızlık sorduğun sorulara cevap alamazsam, içindeki bir yerler ok girmiş gibi kanatılan yer sızlıyor...
Sen gittikten sonra nereye ve niçin gidebilirdim ki?
Veya nerede niçin kalabilirdim?
Her yer ruhumun sıkıldığı bir yerdi…
Suskunluğu seçtim senin de bir zamanlar suskunluklarının içinde olduğun gibi...
Sebepsiz susmalardı bunlar, sonuçsuz zaman geçirmeler gibi veya beklentisiz nefes almalar gibi...
Nefes tıkanıkları gibi veya sahipsiz başı boş dolanmalar gibi…
Önemli olan bence senin de sustuğun gibi…
Belki de sebepsiz yaşamlar bunlar, sebepsiz beklentisiz umutsuz amaçsız biraz cesaret, birazdan fazla korkaklıkla geçen zamanlar…
Sevmenin veya nefret etmenin cesaretsizliği gibi…
Şimdilerde sensizliğin sesini dinlerken, derin bir kaos içinde nefes almalarımı hissediyorum…
Senin gidişindir ki yaşamımın göçünü başlatan…
Darmadağın bir yaşamın içinde var olmaların dağınıklığını yaşamam sandığın kadar kolay olmuyor…
Birleştirilmiş bir yaşam ve içimdeki ona ait kalabalıklığının yükü, bunaltıyor insanı,. Ağır geliyor omuzlarıma, yaşam direncim düşüyor ve hayata bakışım köreliyor. Akla gelen bir cümle var ki soru halinde nerede olursan ol kış ayazında o soruyu hatırlamak pek de kolay olmazdı “o hep üşürdü, şimdilerde üşümüyordur sanırım” derken, geçmişi kapatma çabalarımın sonuna yaklaştım sanırım…
Korkuyordum aslında çoğulda nefes almalardan bile. Birçoğunda ise yalnızlığımın sessizliğinden korkuyordum. Korktukça yalnızlığıma ağlıyordum...
Hatalarımı düşünüyordum. Kendime dair ona dair hatalarımdan korkuyordum.
Garip hislerdi bunlar, yaşamın çetin şartlarının arasındaki, çoğu zamandaki başarısızlıklarımdan, korkuyordum… Kaybetme korkusu kazanma hissimi azaltıyordu. Aslında garip ve çaresiz düşüncelerdi yalnızlığın etrafında dönüp duran.
Oysa umut yarınlardaki cesaretli düşüncelerde vardı dayanma gücü yaratan…
Yıllar yıllarla yarışırcasına birbirini tamladı. Ve yılların öncesine göre daha hırslı daha güvenli duruyordum yaşamın şartlarına…
Pişmanlıkların yaşamıma etkinliği yoktu. Sadece kendime güvenim artıyordu zaman kendini bana hafifletiyordu artık umut ve cesaretti yaşamın ayakta kalma şartı…
İsteklerim yön değiştirmiş, kendime güven duygularım artıyor ve daha umutluyum.
Artık kendi hislerimle hareket ederken daha dikkatli yaşam gereğim vardı ve sadece güven duygum değişmişti kendime de güvenerek…
Tutkuda ne kadar eşit olarak birlikteydik?
Ben ne kadar sen benliğine yaklaşmıştım? Veya sen ne kadar benleşmiştin?
Aramızdaki kuvvetli bağ neye göre uzun zaman varlığını korumuş ve hangi sebeplerdi kopuşmamızı üreten güç oldu?
Bu tariflerin gücü tutkudaki şiddetli bağlar sana ne kadar zamanda yaklaştı?
Dökülen terlerle, çoğu zaman bedensel direncin kırılmaları, birçok zamanlarda ise ağlamalara dönüşen sabır tükenişleri ve de kendime acıma duyguları ile uzun yıllara sığan bir yaşamın bölünmüş kısmına sınamaya çalışan düşüncelerdeki yıkılışlarımla saklı kalabilmen için kendi kendime tükenemeyen baskılar yaparak kalan yaşam m, bu hislerle sabır ve acılanmalarla uğraş vererek devam edilmeye çalışılıyor. Garipsenen, her kes kendi yaşamı içine düşmüşken, bu güçlü duygularla yaşam uğraşı verilmektedir belki de bu rüya sonrası nefes almalara. Gerçek olan ve en ağır gelen duygu “sevgi paylaşımlarının yaşanması halinde, en ağır yaşam şartları kaldırılmaya çalışılıyordu tüm ağırlıklarına rağmen…Galiba yaşamın en zor ve en ağır şartları buydu…
Güneşin doğduğu yol kadar uzaksın bana. Güneş yanığı kadar yakanken beni, hasreti omuzlarıma yüklerken, gün batımı uzunluğuydu seni düşleyişim…
Ve ardından gelen Güneş doğumuna uzayan acılarımda hep sen vardın.
Uzaktasın… Uzaklardasın, düşlerimde kalmakla ömrüme azapsın…
Yanık bu yaşam kesitleri. Dengesiz, inişli, çıkışlı düşler, acılanmalara bağlı yaşam ve sadece bir benlik savaşı bu bölümlere ayrılmış zaman kesitlerine göre şiddet iniş çıkışları benliğime içten yamalama acısı anları…
Yarın ve yarınsızlık korkuları bileşkesi alınan zaman yaşamı…
Nefret ve özveri düşsel yapımdaki değişkenliklere bağlı hayat tarzı ve artık iyice kendini belirgenleştiren yarınlar korkusu…
Eskiler, eskimiş günler ve sonrası sen benimle kanat takmış uçuşurken, bu günlere sarkan zamana göre sen artık bana çok ağırsın…
Taşınamaz, taşınılamaz varlığınla sen artık benim yokuşumdasın. Ve sadece çemberimin etrafında dolaşıyorum zamanı taşlayarak, hiçe sayarak artık kendi kendimle var olmaya çalışıyorum…
Ömür verdiğim sevgili yılları arkamda bıraktıkça kazındım hayatımın duvarına.
En zoru da gecenin karanlığında da sesini hatırlayışım…
Aynı Güneş’in ve aynı Ay’ın altında ayrı ayrı gece ve gün manzaralarına bakarak yaşıyoruz biz eğer yaşıyorsak…
Eskiden demeden, o özlediğimiz manzaraları başını omzuma yaslayarak ağlamaklı konuşmalarınla geniş düşüncelerle bakıştığımızı sandığımız o manzaraları sadece düşlemekle nefes alıyoruz…
Düşünmek istemiyorum, aslında bu soruyu… Demek istediğim bir kez bir defa söyle bana sen, “ben senden sonra kimi sevebilir ve bilsen ki senden fazla kimden nefret edebilirim,” sana bakmayı düşününce…
Kurallar değişti, herAA şey değişime uğradı artık sadece saygınlığını korumak, ne kadar doğru ki anılara özen göstermem de…
Hâlâ anlamsızlığını düşündüğüm bir cümle “seni özleyeceğimi sanmandır” içimde parçalanan düşüncelerle…
Hâlâ rüyalar ile düşünceler arasındaki varlığının mantığını da anlamış değilim…
Seni hiç tanıyamadığımı yazıp durdun bana, oysa nefes almalarım kadar benle beraberdin sen…
Seni anlamadığımdan hep dem vurdun…
Oysa ömrüm senin düşlerinle geçti… Nefes almalarımın sesini duysun bu sabah bu şehir, sen düşleri kurarken ben, demek ne kadar da özlem açığı verirdi bu duygu...
Her sokak kaldırımlarında, her şarkı sözlerinin sese dönüştüğü yerlerde ve düşlediğim sese dönüştüğü yerlerde ve düşlediğim tüm cümlelerde var olman da ayrı bir sorun… Kapanmaz bu düşler kapanmaz, kanamalı bir yaradır aşk çünkü… Asla ve asla unutamam seni demeyi sever…
Kayıt Tarihi : 11.3.2018 13:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yıllar önce başlayıp, uzun yıllar süre gelmiş bu yaşamın belirli kesitlerindeki düşünceleri yazmak, pek de kolay olmuyordu… Belki hiç hatırlanması, belki de bu kadar uzun anıya dönüşmüş yaşamın bu kısmını konuşmak veya yazmak gereksiz olabiliyordu. Ama ilk anlarındaki sevinçler, yaşanmışsa sona uzayan acılara dönüşmüş anılar olmuşsa bugün bunları yazmak ne kadar mantık içindeydi? Ama yaşanmışlıkların sevincini düşünce olarak yazarken, bedenin tümünü acı anlar sarmışsa, bunları yazı dilinde olduğu gibi bir düş anlatımı içinde hatırladıkça, kendi kendine olan eskiyi unutmaya o günlerden ders çıkarmak gerekirse, insan olan benliğimize sonunda kendine nankörlükle suçlama yerine yazmak, daha gerçekçi olacaktı yaşamıma bu hareket… Bu günlerde tüm övgülere değmiyorsa da çok fazla yermeye de gerek yoktu… Belki de bunlar benim hayal gücümle bu kadar genişledi… Yaşam tek başına bir ömür sevincini yaşamaya değerse, çileyi de sırtlamak eş değer saygıyı göstermeye değerdi…

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!