Sus puş
Süsle püsle sarılmışız dört yandan
Kışa yeniden girişimizi kutluyoruz
Dönemiyoruz yerin darlığından
Darlanıyoruz sokuldukça içiçe
Çekiliyoruz daha da çekinirken
Etten kemikten korkumuzdan;
Süs püs arasında sus pus olmuş
Kusuyor kendi öz saygısızlığımız
Gittikçe aşınıyor sürtüşmekten
Yaşlandıkça kuruyup sertleşiyor
Yaslandığımız ağaçlarla devriliyor
Yolumuz dikleştikçe dikleniyoruz
Duyu ve duygu kaybının ağırlığı…
Kaçanlar ne de çoklar, oradalar;
Gölgeye sığınanlar, hepsine de
Güneş hesabını sorar mı bir gün
Bu hiç hesapsızlığın ve hep kitapsızlığın;
Yoksa öylece yanına kar mı kalacak,
Kısa hayatın uzun soluklu sorusu:
Duymayalım da görmeyelim mi?
Rüzgarın serinliğini, kuşların cıvıltısını..
Her ne varsa gömelim mi derinlere
Yerine koyduklarımıza bak bir de
Hep dört duvar bir de çatılar var…
Hep bir bildikleri vardı. Değil miydi!
Zaten bir daha hiç duyamayacağımız
Asla Göremeyeceğimiz ve söz edemeyeceğimiz
Geldiğimiz yere gitmeyecek miyiz yine!
Peki orada gülüşebilecek miyiz
Utanmadan, işte öylesine doğal olarak
Görmezden geldiklerimizim
Susup; bir de üstüne duymadıklarımızın ödülü:
Hepimizin bir penceresi olacak mı?
Yeşerebilecek miyiz her ilk baharında
Gölgeye kaçtığımız, gözümüzü kapattığımız
Güneşi görebilecek miyiz yine yeniden
Rüzgarı hissedip kuşları dinleyebilecek miyiz!
Yılmaz BEKTAŞ
Kpt Yılmaz BektaşKayıt Tarihi : 16.5.2023 17:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!