Sürreal Tavşan Şiiri - Muhammet Hüseyin ...

Muhammet Hüseyin Mert
47

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sürreal Tavşan

düş..düşüş...üşüyüş sarılıp sevginin kanatlarına yükseliş yanar dağın dibinden yıldız çöllerine unuttum mu sandın belki daha sonra unutabilirim şimdi yanımda kal anlamsız bir kaç çümle kur ben bir anlam uydururum ikimizin yerine gözlerimin içine bak severken seni artık kendini bile ısıtamayan bir soba gibisin napayım ki seni çilemi çektin ben yalnız martıların uçuşunu değil gökyüzünde süzülüşünü sevdim zamanın zincir burgulu kapılarına dayanıp ağlayışını değil belki son defa gidişini sevdim düşünmeni değil düşünürken üşüyüşünü sevdim karanlık zindaların kan pıhtısı oluklarından akışını sevdim denizlere dalga dalga titreten damarlarını dünyanın yırtışını sevdim bakarken bir çocuğun hıçkırıklarında gülmeyi sevdim kaybolan zaman içinde düşler berraklığını yitiriyor donup kalan aşklar ve sürüklenen anlamsızlıklar bitmiyor belki kaos kalp atmaya devam ettikçe seviniyor mahşerin kuklaları bakakalıyor çocuk koşuşturuyor melekler arkadan binlerce gelicekler sen yeter ki sevmeye devam et onlar engelleyecekler kayboluş belkide bizim için bir doğuş yitik aşkımızın son iç çekişinde küllerinden yeniden doğması yıldızlı bir gecede oturup ağlaması biterken öfke okyanusun ortasına çekilmesi ve yağmurlar altında inlemesi kalan tek şey sevgimizin bir ağaç gibi parçalanırken söylediği çığlıkların işkencesi zaman tüketiyor beni ama hissediyorum metalden bir kalp sever seni tek dostun müzik bekler seni sabaha karşı gelir kulağıma yavaş başlayan bir yağmurun kendini kaybedişi gibi metalden bir kalp severse seni unutmaz kopan her kasırgada sıçak çelik akar gözlerinden yeniden doğar aşkı bir bıçak ikiye ayırır kalbini söker atar duran zamanı unutur boşlukları yankılanırken çığlığı kavrulur dünyanın karanlığın gölgesi benim bitmek bilmeyen bir nefret bir aşk bu boğulan doruklarında kainatın silen tüm zamanları tüm zamansızlığında atılan soloları sana emanet ediyorum boşluk evrenin kapılarına dayanmamıza az kaldı gidiyorum zaman bekleyen sevgilinin kollarında hayal mahsulu bir yaşam terket beni yaman çelişkilerinle düşler boyutunda geçen tüm ömürler adına..bir baktım dönüp ardıma onca asır geçmiş küflenmiş damarlarım dünyanın sonu gelmiş her yer toz duman olmuş alevler kor olmuş dağlar yok olmuş son bir savaşçı daha hepsi birden toprak olmuş kan olmuş bu içi boş dünya ben giderken yoluma benim olmuş benle beraber yok olmuş zaman akmıyor sanki durmuş dünya bitmiş tükenmiş yokolmuş o anda bir ses yükseliyor toprağın altından bir gitar sesi bir strat ağaçlar kuşlar böcekler hepsi yükseliyor bir bas sesi iniyor karanlık sonsuz gökyüzünden aşağıya güneş doğuyor ışıldıyor nehirler denizler ve bir davul atağıyla dağlar selamlıyor dünyayı tekrar başlıyor yaşam bakarken kaybolur donarken yanar içi sarılır karanlığa düşer umudun peşine kaybolur hiçliklerde bir pencere açılır göklere bir yıldız parçası dökülürken avuçlarından sürer saçlarına savrulur bulutlar başımda yıldırımlar bakmıyor artık yüzümüze korkma o bizimle biz istediğimiz sürece sen sadece sevmeyi dene her gidişte yaklaşıyorum uzayın ardından tutmak istiyorum elini verirken sonnefesimibebeyimbuakşamseviyorum seni nerde şimdi mi söyle hangisi kim kaybolmuş hadi ya boşver duman aslında bir karabasan içindesindir ama dışında o içindeyken sen dışarda olduğunu düşünürsün aptallar hep mutludur sende mutlumusun hissetmemek için gerçek huzuru omuzlarından bedenine inen saflığın asaletini serin bir duşla temizlenmiş gibi neden bırakıp gittin şimdi kendini farkına bile varamamak için mi ödediğin bedelin esareti sevgisizliğin mi düşüm düşünüyor benim matrix'im beni seviyor bende onu dondurucu bir kış gecesinde yorgana sarılır gibi sarıyor beni gerçeklik yapışmış tüm vücuduma yapış yapış kan ter içinde uyuyorum huzur içinde yanıyor aslında ciğerlerim her nefes alış verişte acılar içinde kavruluyorum yok yok hayır aslında seninle sevişiyorum ılık bir yaz sabahı denize giriyorum ama hiç hissetmiyorum doğan güneşe uzandım bu sabah ellerim yandı parçalandı sevgi tomurcukları gibi çiçekler açtı tellerle çevrelenmiş kanayan kalbimiz hala umudumuz var geçebilmek için gri duman içinden ve ardında saklı bir kent var yıldızların olduğu son nefesinde ejderhası rıhtımın çalar savaş borusunu isyanın aramaksa ışığın sonundaki gerçek aydınlığı bulmak mı yoksa kendini kaybetme uğruna nasıl bir gerçek ki bu merkezinde olmadığı bir benliğin kahretmek mi kaybetmek mi aslında beklediğin şafağı kaynıyor kan portakalı dağılıyor nar taneleri dağın eteğinde yılanlar böcekler altında cesetler bir milyon yıllık ağacın dalları sarıyor kristal bardaktaki dudak izlerini asi atların izlerini takip et bana gelmek için tepenin arkasındaki şatomda gitar çalıyorum ama birazdan şehre inicem galaksinin başkenti saldırıya uğramış yaratıklar tarafından daha fazla silah yapmalıyız kanımız çekiliyor doğumunaazkaldıgerçekliğin kanat çırpıyor köpek balığı gökyüzünde yüzüyor tasmalı adam denizde gezdiriyor maymun çocuklarını ormanda bir çay partisine davetliler dev siu ağacının altında insan hakkında konuşmak için bu yeni çıkan türün ne ayak olduğunu herkez anlamak istiyor huzurları kaçmış belli haberci kaplan daha gelmedi patronun karısı yüzünden olabilir bitkileri temsil etmesi için onu seçtiler artık gelmicek yıllar içinde ilk insanlar anksiyeteye kapıldılar ve bu bulantılı nefret hissi bilinç altlarına yok etme arzusu olarak işledi böylece anksiyete ataklarını durdurabildiler ve git gide daha fazlasını yaptılar kendi varlıklarına daha fazla güce ihtiyaç duydular bunun için yine yok etmeleri gerekliydi kendilerini bile bunu da sorgulamadan yaptılar böylece acıları dinmiş oldu bir rüya gördüm dün akşam kaynağı delilik olan bir müzik çalıyordu nehrin kıyısında kutsal bir müzik gökyüzünde kızıl güneş ardında izleniyorduk sen va ben sarı saçların sarılmış saçlarıma sevişiyorduk kayalıklar ardında bakınıyor yüzümüzü görmeye çalışıyorduk berrak ama dalgalı su da bebeğim öylece bakıyordum sana sen saçlarını tararken bende kılıcımı biliyordum giderken gördüm seni 4400 yıl önce beni köpeklere bırakıp yerin yedi kat altında duydum seni sarılırken tertemiz çarşaflara uyutulurken köpükler saçarak bağlıydı ellerin kor aleve zincirlenmiş ağlıyordum ben ise üzülmüyordum hissetmiyordum sadece yaş geliyordu gözlerimden sızlıyordu dişlerim dökülüyordu avcuma her gittiğim yerde bırakıyordum yolumu kaybetmiyeyim diye düşlerin rengi siyah olur düşünürsen eğer siyah beyaz nefesi
düğümlenmiş boğazına nefes borusu yanıyordu aşağı çekiliyordu giderek
gözlerinde korku olmasını istemiyordu vücudu ağırlaşmış kalbi taş
kesmişti bir yudum su herşeye çare olabilirdi ama yutamıyordu göz
kapakları titredi yavaş yavaş kapandı çekildi kan damarlarından
ayaklarından yukarı doğru soğudu dondu oyun başlamak
üzere tüm hazırlıklar yapıldı şehrin üstünden geçeceğiz karanlıkta
rock'n'roll ve bir yarış ulaşmak üzere sonsuzluğa dağılan kar taneleri
toprakta lastik izleri şafak sökmek üzere uyanıyor güneş atalarımızdan
kalan son hatıra hepimiz salona doluştuk birazdan bir patlamayla
başlıyacak gösteri liderimizi beklemek üzere burdayız o çoktan terketti salonu acayip bir şarkı sonsuza dek yaşıyacak bilinçaltının
ölümü bir parça ekmek için yaşam oda kana bulanmış neyiz ki biz sadece
insan neydi farkımız dağlarda ovalarda kan ve pekmez sulanmış beyinler
denizin ortasında batan geminin güvertesinde güneşin alnında beynim
patlıyor bir kurşun yeter çekilmek için emir almadım beğinciğimden seni
öldürücem bir parça ekmek yeterliydi şimdi ve sevgi nerdesin ey
kutsal şarap yere dökülen kan unut bizi gidiyoruz ölümümü kimse görmesin
parçalandığım bıçakla kes ekmeğimi doyur beni sana vermek istediğim
birşey var kırmızı altın bunun için yokoldun sen çocuğun hasta doğdu ve
bir hayvan gibi yaşattılar seni rahat uyu bebeğim artık bu topraklar
bizim değil senin burda yattığını kimse bilmiyecek gidişin sessiz ve yavaş oldu damardan çıkan şiringa gibi sonra bir damla kan damladı düştü buz gibi soğuk mermere dudakların hala sıcaktı hayalimde gözlerin karanlıktı oysa biryerlerde kayboluyordun üşüyordum zaman kavramı kaybolmuş yolda bir yabancı geçip gidiyordun tutana dek seni kolundan donuk bir yüz anlamsız bakışlar geceleyin çölde yannız başına biliyorum yalnızdın o köşe başında hiç olmadığın kadar acı çekiyordun geriliyordu damarların beklerken çaresizce bir parça hayal için mutluğun hayali unutmak için hayalleri yavaş yavaş bedeninden çıkışın hayali hiç olmadığı kadar tek bir ölüm hakkını defalarca yaşamak için beyaz bir toz öldükten sonra mezarına dökülen kireç gibi kurumuş tenin gibi yağmur yağıyordu caddeler su ile dolmuş kediler saklanmış araba altlarına koşuşturuyordu insanlar ıslanmış yüzleri dükkanların ışıkları aydınlatıyor tüm caddeyi insanlar saklanmış buldukları kuytulara genç bir kız okuldan çıkmış ayakları su içinde evine doğru koşturuyor saçları birbirine karışmış sigarasını gizlice saklamış paltosunun iç cebine düşünüyor hayat ne kadar anlamsız karanlık ruhlar çıkıp hamam böcekleri gibi duvarların arkasından doluştular göz bebeklerinin içinden beynine doğru bir ada gibiydi dünya ilkel kabilelerin yaşadığı denizin içinde zehirli otlar gökyüzünde yaratıklar ruhumda perdeler tırnaklarımda kan tek eylencemiz bu illüzyon yeni arabalar cips kola acilen yeni bir sevgili bulmam lazım o kolyeyi almam lazım yıldızlar artık bizimdeğilşarkılarımızdaterkettisevgiligitti çek perdeyi yar gözbebeğini bir leşter darbesiyle bırak ruhunu istemiyorum seni saçlarını ellerini güzelliğin muhim değil kalem kaşların bir ruhun var hiç yaşlanmayan hastalanmayan ölmeyen bir sen var senin içinde gizli farkındamısın benim sende neyi sevdiğimin sen benim ruhumsun bende senin gerisi yalan gerisi palavra görünen dünyaya aynalar arkasından bakan insanlar sokaklardan caddelerden televizyondan aynalar kendilerini göremezler bu yüzden aşağılıklar hep aynaların arkasından bakarlar dünyaya yüzleri yoktur parlak ve samimi gözlerinin içinde iğne deliği paradoksun hipnoz etkisi silahın geri tepmesi doğması geceme yağmurların anlatması masalları rüyalarıma bir rüzgar esmesi sokaklarımda savurması yere düşen yaprakları tüm sokaklar benim ve hep bana seni fısıldarlar hep bir şarkı vardır eve giderken ben akşamları ve hep bir şiir dudaklarımın arasında sana söylemek istediğim yüzüme vurur rüzgar uyur kollarımda ben yürürüm saçlarının arasında üşürüm titrerimyalnızlığındasarılıpmehtabınakaybolurumgözlerininkarasında demin farkettiğim birşey var aslında üstünde uzun zamandır düşündüğüm ama yeni farkettiğim ben aslında büyümedim hemde hiç büyümedim küçük bir çocuğum hala oyun oynadım size büyümüş gibi yaptım büyükmüşcülük oynadım kandırdım sizi illaki bir
anlamı mı olmalı herşeyin ses karmaşa arasında baktığının gördüğünün
elinin burnunun duyduğunun şekli kaymış resimlerle bulutlarda acayip
şekiller içinde duvarlardan çıkan ruhlarla birlikte birarada tutan bunca
atomu nedir ahenkli kılan yaşamı anlamı neki uzayın bir anlamı olmalı mı yoksa anlamlı olan mı sana deli diyorlar dostum sana dahi diyorlar efsane diyorlar sana seni gördüm rüyamda sordum sana sen ne diyorsun kayboluyordu ellerim gözlerim tüm ihtiyaçlar kayboluyordu basitleşiryordu hayat çok basit kolaydı gülmek çok kolay güzeldi herşey yokluğa yürümek bile onlar ne derse desinler hep derler zaten ama ben biliyorum ve eminim soruyorum yaşlı gözlerle yaşlı sevgilime kim diye kapıyı çalan kaldırmıyor dizlerim artık vücudumu sen bak hayatım pencereden bir yabancı diyor birşeyler var ellerinde sor bakalım ne istiyormuş diyorum sesleniyor ama sessiz gidip kapıyı açıyor elinde iki çantayla çıkıyor yukarıya fısıldıyor o ölmüş üzülme çok sevdiğim kız birzamanlar ve herzaman bana bırakmış kalan eşyalarını bir balık misali kaçmak uvuçlarının arasından bulandırarak suyu yeni bir bitişin ardından uzanmak su altı dağlarına dolanmak beline kaldırdığımda başımı gökkuşağına saçlarımda izin kalması kelebeğin kanatlarındaki bir tutku bir ölüm hareket etmeyen teknelerin altındaki yosunlar gibi titreyen ve sımsıkı sarılan bak
dedim gözlerime ne görüyorsun dedin alev tut dedim ellerimi ne
hissediyorsun dedin güzel gel dedim benimle dedin olmaz dedim niye
aslında yıldızlar kaymaz...
ne
diyorsun kardeşim ne düşünüyorsun-diyorum ki yıldızlar nasıl havadalar
ben havada duramam ki-eee anlat kardeşim başka ne diyorsun-diyorum ki
bulutlar nasıl dalgalanırlar ben öyle olamam ki-anlat anlat
kardeşim-insan dediğin nedir ki bir kuru candan ibaret istesem veremem
ki-haklısın kardeşim-akıp geçerken zaman zaman ben seni sevemem ki gözlerim
kamaşıyor birşey çekiyor beni toprağa doğru kök salmaya kıpırdamadan
bakmak için gökyüzüne yapraklarımla tutup ellerini sallanmak için
sevgimin rüzgarlarıyla gecenin karanlığında fısıldayıp uzanmak için
yıldızlara bebeğim bir ömür boyunca... çakıyor çivisini aşkın ızdırabı sızlatıyor dişlerimi sevişmelerimizin eseri düşen kapalı gözlerimden aydınlığa düş gibi bırak açılsın yelkenleri cehennemin dibine giden yol elmaslarla çevrili çıkışı olmayan denizin cesetlerle yüklü elleri yanarken ruhumun külleri dökülür süpürülür giderken karanlığın ayak izleri başlarken
karabasanları ruhumun siyah geceleyinle başımda bekleyen sensin azrayili
ruhumun çöken karatoprak gibi üzerime bakışlarında aynı eda
duruşlarında aynı lanet çekiyiyorsun içine kaybolmuş bir yol gibi
derinlere uzanan vuran yerden yere kanımı emen bir vampir gibi
seviyorsun gidişinle şereflendiriyorsun avuçla
laneti aksın parmaklarının arasından damarlarında süzülen kan gibi
kaldır alev dağının eteklerinden gökyüzüne doğru siyah bulutlar sarsın
göz kapaklarını kararsın dünya sen giderken beni bırakıp çöksün üzerime
karadeliklerden geçeyim gecenin içinde dönüp sana geleyim -uzum menzilli bir şiir gibisin dudaklarımda savrulan ormanda gecenin karanlığında bir koşuşturmaca kalbimi söktün ateş böcekleri yolu göstersin karmaşa kendinden geçerken dökülen yapraklar gibi kırılgan umudunu nehre bıraktım savuşturdum kaderimi tek başına koşuşturuyorsun görebildiğn kadarıyla ve ayık kafayla bir...halisülasyon gibi sevdim seni haydi bırak kendini o seni götürücek bakarken kırıntılar içinde düşe kalka garip bir mücadele kırılgan ruhum son nefesini verirken gülümse yavaşça bırak kendini ılık bir düş gibi..bir
yaprak gibi savrulup bedenim düşüyorum parmaklıklar ardında anılar var
arkamda yaktım hepsini düşünce boyutunda ip atlattım sırıtan bir çocuk
gibi karşısına geçip baktım anlatmakla
anlaşılmaz ne yapayım bende yağmurları mı bekleyeyim yine bir yaz
geçsin diye düşen yapraklarla birlikte yine seni mi özleyeyim uyandım
yine gözlerime indi parmaklıklar kapandı ruhumun üstüne demir kapılar
ayağımda pırangalar düştüm ben burda düşen oldum soldum rüyalarımda
yeniden karabasanlarımla sevişip her gece yeniden doğdum

Muhammet Hüseyin Mert
Kayıt Tarihi : 10.11.2010 17:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Muhammet Hüseyin Mert