Çocukluk yıllarımın elmas şehri Siirt, ben büyüdükçe küçülen, o küçüldükçe büyüdüğüm şehir. Aklıma düştükçe “ergenlerin sesinden ürkmüş çocukluklar” hatırladığım…
Süveyka’da esnafın ağaran saçlarından aşağıya Siirt akşamları dökülüyor, Saffarlar Çarşısı’nın çekiç sesleri, Çarşı Camii’nin murdar çeşmeleri, Kızlar Tepesi’nin karşısında Meydan Saati’ni okuma girişimleri, Kız Meslek Lisesi önünde ilk çapkınlık deneyimleri, bakışmalar…
Esmer, güneşten kavrulmuş yanaklarla günleri kovalarken amca çocuklarımla arşınladığımız sokaklar, Pazar günü maçları, mahalle kavgaları…
Çocukluk işte..,
Bir hayat gülücüğü,
Yürekte merhamet,
Ömrün saltanat tahtı.
“Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk” işte ırmak” Diyerek haykırınca
o zaman çocuklar zabıtalardan daha çoktu
biz, daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca.”
Hayatı geriden bu yaşa doğru taşıyınca insanlarda giderek batan bir güneşin burktuğu yürek sızısı uyanır. Ölüm, bir soğuk makine gibi ciğerlerimize saldırır, soluğunu ensemizde hissederiz.
Belki de bu yüzdendir hayatı daha çok geriye doğru okuma çabamızın gerisinde yatan sebep.
Geçmişten bir tebessüm, mutluluk kırıntısı çalarak, geçmişe sığınarak avunmak, hepimiz bunu yaparız ve yapmalıyız da ama bazen orada çakılıp ana dönmeyi unuturuz.
Ancak, modern hayatın insanı; çeklerle,senetler ve tahvillerle boğarak, hayatını ipotek altına alması baskısına direniş belki de bu yoldan geçiyor…Düz, lineer bir çizgi şeklinde ilerlemesi gereken koca bir insanlık ordusu çocuklaşmış, düşünebiliyor musunuz? Ne muhteşem bir manzara değil mi?
Ancak o zaman, “işte ırmak” sesleri heyecan verebilir bize…
Oysa, ne yazık ki, modern çocuklar cesetleri ile kokutuyor sabahlarımızı…
Çocukluk yıllarımın elmas şehri Siirt’ten söz ediyordum, 70’li yılların sonlarında bu şehir, kültürel çeşitliliğiyle, enteresan özeliklere sahipti. Sosyal yapısını oluşturan etnik çeşitlilik, tarihinde azınlık olarak sosyal dokusunda o yıllarda ermeni izlerini sıklıkla göreceğimiz pek çok işareti barındırması ile anlaşılabiliyordu. Fakat çocukluğumun Siirt’inde arap ve kürtlerle beraber Türkiye’nin birçok bölgesinden iş, görevlendirme, askerlik nedeniyle zorunlu hizmete tabi bulunan insanların kürtler ve araplarla bir arada bulunması prefabrik bir mozaik görünümü de üretiyordu…sanki, gelip geçici bir birliktelik hissi veriyordu bana bu durum, araplarla kürtler ise bu yapının gerçek unsurları olarak kendilerini hissetiriyordu.
Bu sosyal yapının başat kültürünü yerli araplar belirlerken; ticarette, yerel yönetimde bütün dümenlerin başını çekiyorlardı. Bu durum 80’li yılların ortalarına kadar devam etti.
Ancak Güneydoğu Bölgesindeki ekonomik ve siyasi istikrarsızlık sebebiyle söz konusu sosyal yapı tüm unsurları ile bir dönüşüme uğrayarak bugünkü halini almıştır. Artık gözle görülür bir biçimde başat kültür yerli arapların elinden kürt nüfusun eline geçmiştir. Bu durumun ortaya çıkmasının sebepleri, yerli arapların söz konusu istikrarsızlık nedeniyle büyükşehirlere göç etmelerinde bulunabilir. Büyük metropollerde; Ankara, İzmir ve özellikle İstanbul’da konuşlanan Siirt Arapları, oralarda yeni Siirt’ler oluşturma çabalarındadır. İstanbul’un Fatih ve Tophane semtlerinde çocukluğumun tüm Siirt’li arap figürlerini, yerel unsurlarına rengini veren dilini, insanlarını, yemeklerini,müziğini, üretimlerini görebilmem bunun doğal sonucudur.
Kayıt Tarihi : 11.8.2006 13:20:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Aydın Aktay](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/08/11/surgundeki-sehir.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!