Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör............ bak günâhına.
Târihler ismini andığı zaman,
Beni bu eylül öldürecek
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Devamını Oku
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Mananın ve biçimin böyle ahenkli terennüm ettiği eserleri bulmak pek zor. Şiir eksik olsa ve malum isim gizlense de, döve döve akan bir taşkın dere gibi geliyor.
Mananın ve biçimin böyle ahenkli terennüm ettiği eserleri bulmak pek zor. Şiir eksik olsa ve malum isim gizlense de, döve döve akan bir taşkın dere gibi geliyor.
Şimdilerde ders alınması gereken bir eser
Burada çok sansür var şiirin aslu 12 kıtadır ve noktalarda doldurulmalıdır
Eweet..
ÇOK GEÇ:sıradan adamların dahileri anlaması maalesef iş işten geçtikten sonra oluyor
En azından Üstad 2.Abdulhamidi öldükten sonra anlayabilmiş.Bugün hala daha anlayamayanlar var...Mükemmel bir şiir
Abdülhamid: Kudüs’ü 150 milyona Yahudiler’e neden satmadım? Aziz ÜSTEL [email protected] AZİZNAME
İttihatçılar Abdülhamid’i tahttan indirip Selanik’e gönderdikten sonra, Hakan, Suriye’deki Şeyhi Mahmud Ebu Şamat’a bir mektup yolluyor:
Şeyhin torunu, Ammar Ebu Şamat ilk kez mektubun içeriğini açıkladı.
Mektupta, Abdülhamid, selam, sevgi ve muhabbetlerden sonra şöyle diyor:
“Ben halifeliği kendi isteğimle terk etmedim. Ancak ve ancak, ‘Jön Türk’ adıyla bilinen, İttihat Cemiyeti’nin önde gelenleri beni öylesi bir kıskaca aldı, öyle baskılar uyguladı ki sonunda halifeliği terk etmek zorunda kaldım.
Bu İttihatçılar, Filistin’de Yahudiler için bir vatan kurulmasını kabul etmem konusunda ısrar ve baskılarını sürdürdüler.
“Onca israr ve tehdite rağmen, ben bu teklifi kesinlikle kabul etmedim! Sonunda tam tamına 150 milyon altın İngiliz lirası vereceklerini söylediler. Bu teklifi hiç düşünmeden, elimin tersiyle geri çevirdim. Ve dedim ki: “Değil yüz elli milyon, dünyanın bütün altınlarını verseniz, bu teklifinizi kabul etmem! Ben otuz yıldan çok Millet-i İslamiye’ye ve Ümmet’i Mu
hammediye’ye hizmet ettim. Bütün Müslümanların, ve ecdadımın adına kara çaldırtmam. Ben bunları söyledikten sonra Hal’ime kesin karar verdiler. Selanik’e sürgün gönderileceğimi söylediler, kabul ettim.”
Aile mektubu bir yüz yıldan bu yana özenle saklıyor. Çok büyük paralar önerilmiş mektubu satın almak için. Sonunda, aile büyüğü Dr. Faruk Ebu Şamat, bu mektubu Devlet Başkanı Beşşar Esad’a göndermiş. Korusun ve mektup güvencede olsun diye.
Hala Kızıl Sultan diyeniniz var mı Abdülhamid’e? Varsa sözün bittiği yere geldik demektir!
Önce ekmek karneleri
Buyrun size tarihten bir yaprak.
“Günlük ekmek istihkakı yedi yaşından büyükler için 15 gramdır, yedi yaşından küçükler içinse 187,5 gramdır.” Bu 1940’lı yılların karanlık günlerinden uçup gelen bir ilan.
O yıllarda fırınların kapısında bu ilanlar çok sık görülürmüş. Elinde ekmek karnesi olmayana da ekmek verilmezmiş! Girmesek de, ölmesek de II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yokluk, yoksulluk sonunda ekmeği de vurmuş, karneye rağmen önce ekmekler küçülmüştü. Ve Oktay Akbal’ın dediği gibi, ekmekler bozulmuştu.
Efendim, dönemin Milli Şefi İsmet İnönü’nün karşısına, bir tören sırasında bir çocuk çıkıverdi. “Paşam bizi ekmeksiz ve aç bıraktın!” diye bağırdı. İsmet Paşa düşündü, sonra da: “Ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım!” dedi. Savaşa katılmadığımızı hatırlatmıştı.
Aslında dönemin tarihini yakından inceleyenler, savaş yıllarında, hükümetin Almanya ve İngiltere arasında ne tür gel-gitler yaşadığını, Almancıların nasıl da zaman zaman ağır bastığını, Stalingrad’da Alman orduları bozguna uğrayınca Sovyet yanlılarının devreye nasıl girdiğini bilirler. Savaşın son günlerinde de Türkiye, Almanya’ya savaş ilan etmiştir zaten.
Bırakalım savaşı, gelelim çalgılı şarkılı bir Beyoğlu gecesinden arta kalana:
Meşk ve felek çalmak isteyenler, Beyoğlu’ndaki bir pavyondan içeri daldılar. Gönüllerince eğlenecek, şarkı söyleyecek, yiyip içeceklerdir. Akşam sefası tamamdır ama bir eksikle. Çünkü mezelerin ihya olduğu masaya, ekmek isteyenlere garson, sahnenin arkasındaki ilanı gösterir:
“Ekmek Karneyle Verilir!”
Ve eğlence kursakta kalır. Yıl 1942’dir
(Nebil Özgentürk’e sevgiler)
Tüm hayal kırıklıklarını şiirleriyle dile getiren Rıza Tevfik, bir hayal kırıklığına da Meşrutiyet ilan olunduktan sonra kendilerine destek vermesini bekledikleri İngilizlerden yaşar. Abdülhamid’e rağmen Meşrutiyet’i getirmelerine karşın, bekledikleri desteği yabancı ülkelerden göremeyen Jön Türkler’in ne kadar hayal âleminde yaşadığını Rıza Tevfik’in İngiltere’nin Türkiye büyükelçisiyle arasında geçen şu konuşma açıkça ortaya koyar:
“İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Lord Nicholson:
‘Dostum Rıza Tevfik Bey… Biz Jön Türkleri teşvik ettik. Onlardan büyük neticeler bekliyorduk, ihtilâl olacak; istibdad ile beraber Sultan da bahusus temsil ettiği hilafet müessesesi de alaşağı edilecekti. Fakat aldandık. Beklediğimiz neticeyi alamadık. Zira ihtilâl yaptınız, gerçi Kanun-u Esâsı geldi, fakat Sultan da ve hele hilafet müessesesi de yerinde baki…’
Rıza Tevfik:
‘İngiltere devlet-i fahimesini, hilafet müessesesi bu derece şiddetle neden alâkadar ediyor?’
Nicholson:
‘Ha… Dostum Rıza Tevfik Bey… Biz Mısır’da, bilhassa Hindistan’da, İslâm kitlelerini idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan? Yılda bir defa bir ’selâm-ı şahane’, bir de ‘Hafız Osman hattı Kur’an-ı Kerim’ gönderiyor, bütün İslâm ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor. İşte biz ihtilâlden ve siz Jön Türkler’den ihtilâl sonunda sultanların da, hilafetin de, yani bir selâm-ı şahane ve bir Hafız Osman Kur’an’ıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık, işte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz…”[7]
Rıza Tevfik, işte o zaman Meşrutiyet’i getirmekle kimlere nasıl bir hizmette bulunduklarının farkına varır ve Meşrutiyet’i getirmekte aceleci davranmayan Abdülhamid’in ne kadar haklı olduğunu anlar.
Bu şiir ile ilgili 13 tane yorum bulunmakta