Süleyman Askeri'ye Ağıt Şiiri - Hakan Gezik

Hakan Gezik
132

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Süleyman Askeri'ye Ağıt


Kut’ül Amare Kahramanlarına İthafen

Hain düşman, avını parçalayan sırtlanlar kadar korkunçtu.
Ve tepeden tırnağa, kana irine ve petrole bulanmışlardı.

Ülke yangın yerine dönerken
Prizren Sancağın’da açıvermişim gözlerimi
Babam Vehbi Paşa kulağıma eğilip
Murad Hüdavendigar’ın kanıyla kutsanan toprak
Sana yar olsun demiş, yoldaş.

Mümtaz yüzbaşı rütbesiyle
Manastır’da atıldım ilk vazifeye
Teşkilat-ı Mahsusa kadrosunda yer aldım.
Evlendim, iki kızım oldu, iki hayat kaynağım.
Teşkilatı seven bir adamdım, maceracı.
Abdülhamit’e karşı isyan bayrağı açmış genç subaylardandım.
Meşrutiyetin ilanı ardından geri planda kalmış bir kumandan.

İhtilalin ardından Bağdat’ta buldum kendimi
Jandarma birliklerinin ıslahında görevliydim.
Sonra o uğursuz Trablusgarp harbi ardından Balkan faciası.
Büyük harbin evveliyatında Bağdat Jandarma Mektebinde
Öğretmenlikti bu kez görevim ve ardından
İttihat ve Terakki Cemiyetinde teşkilatçılık.
Garbi Trakya Müstakil Hükümeti Erkân-i Harbiye Reisi.
Enver ve Cemal Paşa’nın iltifatlarına mazhar olmuştum.
Biraz aceleciydim, sanırım haddinden fazla da iyimser.

Seferberlik uğursuz bir yoldaş gibi gelip dayanınca kapımıza
Irak cephesindeki kuvvetlerin başında buldum kendimi.
Bizim nesil kurşun sesiyle bölmüştür uykusunu, top sesleriyle.
Ceddim, seferberlikle büyümüş, ihanet hikayeleriyle bilenmiş.

Osman Bey’e ithafen Osmancık Taburu koydum adını
Silah arkadaşlarım Arap gönüllüler
Rumeli’de komitacıları tepeleyen subaylar vardı yanımda.
Kardeş bildiğim, ekmeğimi bölüp ikram ettiğim.

Hedefte Basra vardı, İngiliz postalı altında inleyen toprak.
Hani kan kokusu alan sırtlan sürüsü vardır ya
Avının kokusunu kilometrelerce öteden duyar
Karanlıkta parıldayan gözlerle
O kancık çığlıklarıyla çullanıverir geceye
İşte İngiliz’i de öyle kancık sırtlanlar gibi atıldılar bu sergüzeşte.

Hasta Adamın mirasına talibiz dediler.
Babalarının malını paylaşır gibi yanaştılar.
Dirseklerine kadar kana ve irine bulanmışlardı.
Daha fazla kan içmek daha fazla can almak hevesindeydiler.

Damarlarında dolaşan kan, gözyaşıyla besleniyordu.
Zulümle besleniyordu, petrolle ve ölümle.
Mazlumların ahını aldıkça büyüyordu öfkesi.
Korkaktılar aç ve alçak.
Britanya’dan geliyorlardı, Süveyş’ten,
Hindistan’dan, Avustralya’dan
Bir dünyayı tek başına silip süpürmüş,
Başka dünyalar peşinde koşmaktaydılar.

Petrol verip altın almışlardı.
Altın verip petrole yatırım yapmış.
Silahları altındı, dilleri altın, düşünceleri altın
Uykuları altındı onların, dişleri altın.
Altınla yatıp altınla kalkmışlardı.
Ellerinde Kızılderili kanı vardı; Aborijin, Afrikalı
Nerde mazlum bir halk varsa orada eli kanlı,
Uzun bacaklı bir İngiliz’in yatışmayan öfkesi vardı.

Enver Paşa yaparsın dedi, bu işi sen başarırsın.
Beni huzuruna kabul ettiğinde elini omzuma atıp.
Vatan senden hizmet bekliyor dedi.
Yaparsın, mücahitlerden oluşan gönüllü ordusuyla
Kanımıza ve petrolümüze susamış mütecavizleri tepelersin.

Bağdat’tan Basra önlerine kadar
Halkın sevinç çığlıklarıyla karşılandım
Arap aşiretleri zafer vaat ediyordu bana.

Yirmi Ocak günü Dicle kıyılarında
Keşif yapan düşmanla burun buruna geldik.
Serseri bir kurşun bacağımı yaraladı.
Bağdat’ta tedavim yapıldı; iyileşemeden cepheye koştum.
Sedyedeydim ve kurşun kemiğimi parçalamıştı.

Arap aşiretlerinden Şammar, Necd ve İbnü’r Reşid bizimleydi.
Nerede kaldı ötekiler diye sorup durdum kendime
Hani söz vermişlerdi, hani imdat kuvveti olup yetişeceklerdi.
Düşmanın altını çoktu, kahpesi, haini.
Düşmanın silahı çoktu, kurşunu, süngüsü, topu, tüfeği.
On Arap mücahidi yerine bir Anadolu evladı olsaydı yanımda
Ne bunca kan akacaktı, ne de toprak inleyecekti İngiliz postalı altında.

On bir nisan’da bindik tepesine düşmanın.
Dirseklerine kadar kana bulanmışlardı, petrol ve irine.
Kancık sırtlanlar gibi bilenmişti dişleri.
Ve öfkeleri doymak bilmez iştahına dair
Vahşet hikayeleri anlatıyordu bize.
Dünyayı kendilerine ayırmışlardı.
Ve bıkıp usanmadan başka alemlerin
Kapısını çalıp duruyorlardı.

Üç koca gün sürdü boğaz boğaza çarpışma.
On bin mücahit on bin düşman süngüsü üzerine yürüdü.
Hala sedyeye mahkumdum
Ve oradan idare ediyordum savaşı.
İmdat kuvveti çığlıklarımızı duymuyordu
Düşman takviye aldıkça büyüyor,
Takviye aldıkça arsızlaşıyordu.
Sedyeden kalkmayı denedim olmadı,
Kurşun kemiği parçalamıştı.
Ve yaram hala kanıyordu.

Düşman kan kokusu almıştı.
Öfkeyle saldırıyor, öfkeyle çoğalıyordu.
Makineli tüfekler, mavzerler, ölüm kusan toplar,
İngiliz’i, Hintlisi ve daha bilmem kimi.

Top mermileri karargahımı dövmeye başladığında
Bir arabaya bindirdiler beni
Güvenli bölgeye taşıdılar
Bercisiye koruluğu kıyısındaydım.

Binbaşı Adil ile Yaver Rusuhi vardı yanımda
Kâtip Manastırlı Seyfi, Emir subayı Sadık,
Topçu Yüzbaşı Şevki, Üsteğmen Fikri Bey
ve Teğmen Hadi Beyler eşlik ediyorlardı bana.

Maiyetimi savaş meydanına sürerken
Beylik tabancamı şakağıma dayandım.
Günlerden on dört nisandı.
Ayağa kalkmak istedim olmadı,
Yerimden doğrulayım istedim başaramadım.
Düşmanı akıttığı kanda boğmak isterken
Şuayyibe de batağa saplandım.
Bercisiye Ormanlarında kayboldum.

İngiliz hatlarını yaracak kuvvetten mahrumdum.
Bir tel makasına muhtaç.
Düşman, avını boğmadan parçalayan
Sırtlanlar kadar korkunçtu.
Tepeden tırnağa kana, irine ve petrole bulanmışlardı.

Ölüm beni ayakta bulmalıydı.
Böyle diz çökmüş halde değil.
Zorda olsa doğrulabildim.
Sırtımı yasladığım hurma ağacı gibi
Dimdik durmak istedim.
Binlerce şehidin ve esirin acısı ağırdı.

Maiyetimi savaş meydanına sürerken
Beylik tabancam hala şakağıma dayalıydı.
Beni teslim alacak düşmanı
Cansız bedenim karşılayacaktı.
Günlerden on dört nisandı.
Ve beynimi dağıtan kurşun acılarımın tek ilacıydı.

O gün hain düşman, avını boğmadan parçalayan
Sırtlanlar kadar korkunçtu.
Ve tepeden tırnağa, kana irine ve petrole bulanmışlardı.

Hakan Gezik
Kayıt Tarihi : 27.3.2017 00:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Kut'ül Amare Kahramanlarına İthafen...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Hakan Gezik