Yüzyılla birlikte doğmuştu minik Süleyman
Kayıtlarda geçen doğum yeriydi Şarışaban
Bağlı Köseler Köyüydü doğduğu yer aslında
Köseleler Yörüğüydü Asya’ya uzanan neslinde
Tütüncülük yapar hayvan yetiştirirdi ailesi
Babası İbiş Agaydı, Ayşe Hanım da annesi
Bir abisi bir de ablası vardı kendisinden büyük
Ana babasını erken yitirdi kalmıştı boynu bükük
Henüz on iki yaşındaydı Osmanlı Rumeli’den ayrıldı
Devletsiz kalmıştı Türk, umutlar birer birer kırıldı
Kendini bildikten sonra köyünde durmamıştı
Zaten köy hayatı onu hiçbir zaman sarmamıştı
Genç yaşında hayata atıldı Kavala şehrinde
Güçlü kuvvetliydi hiç duramazdı yerinde
Ekmeği taştan çıkardı bulduğu her işte çalışarak
Taş bastı yüreğine adaletsizliğe zulme bile alışarak
Dokuz yüz yirmilerde yakışıklı genç bir adamdı
Kimseye muhtaç değildi kendine güveni tamdı
Kavala’da buldu bugün adı bilinmeyen ilk eşini
Bu evlilik hiç memnun etmemişti yakın çevresini.
Türk ordusu gelecek beklentisiyle on yıl geçmişti
Zaman yeni yaralara, yeni haksızlıklara yol açmıştı.
Vatan değildi burası artık göç edilecek dendi Türkiye’ye
Maceracıydı Süleyman ardına bakmadan bindi gemiye
Uzun zamandır düşmanlık, zulüm gördüğü bir Rum vardı
Onu bir güzel benzetmişti çaresiz gizli saklı kaçacaklardı
Karısıyla birlikte bindi gemiye kendi kafilesinden önce
Huzura ermişlerdi ilk kez gördükleri Samsun’a varınca
Orada gelecek kardeşi Mümine ve ailesini bekleyecekti
Ablası gibi o da eşiyle yeni vatan Bafra’ya yerleşecekti
Bafra’da devlet ona ve eşine toprak ve bir ev vermişti
Ele avuca sığmaz eş bundan hiç de memnun olmamıştı
Süleyman’ı Samsun’a sürükledi bir başına evsiz barksız
Bir süre sonra da yol verdi köpek yavrusundan farksız
Bir başına kalmış koca dünya sanki başına çökmüştü
Genç adam çalışmaya sarılarak bu sıkıntıdan çıkmıştı
Trenlerde iş buldu, kömür taşıdı, ateşe kömür attı
Bir muhacir kadınla bir süre sonra ikinci kez yüzük taktı
Bu birkaç yılla ilgili çok konuşmazdı Süleyman
Mutluluğu yakaladığını sanmıştı kısa bir zaman
Ancak alın yazısı bu kez de mutluluğunu elinden aldı
Karısı ve doğan çocuğunu kaybetti yine kimsesiz kaldı.
Bir süre umutsuzca yaşadı yalnız başına Samsun’da
Ablası olanları duymuş içi yanmıştı öte yanda
Mahallesinde üç kadın yaşıyordu bir Rum evinde
Fatma Hanım kızları Süheybe ve Ratibe yanı başında
Süheybe memleketinde talihsiz bir evlilik yapmıştı
Mübadele sonrası Bafra’da hayırsız eşi bırakmıştı
Mümine talip oldu Süheybe’ye Süleyman için
Kardeşini içgüveyi verecekti sıkıntıdaydı için için
Süleyman üç kadının yaşadığı bu eve güvey olmuştu
Zaman da bin dokuz yüz yirmi dokuzu bulmuştu
Fatma Hanım’ın tarlalarını ekip biçti Süleyman bu defa
Yine çalışıyordu her zamanki gibi bilmeden nedir sefa
Henüz yirmi dokuz yaşında üçüncü kez evlenmişti
Bu evliliğinde sanki huzur bulmuş, ruhu dinlenmişti
Görmüş geçirmişlerdi Süheybe, annesi ve kardeşi
Süleyman’da bu üç kadına olmuştu can yoldaşı
Karısı hamile kalmıştı evliliğinin ikinci yılında
Bebeği doğmuştu otuz bir yılının haziran ayında
Çok güçsüz görünüyordu bebek adını yaşar koydular
Küçük oğlanı yaşatabilmek için pamuklara sardılar
Kader yine sırıtıyordu Süleyman’a karısı hastalandı
Çaresizlik diz boyuydu hastalık giderek hızlandı
Zayıf Süheybe oğlunu geride bırakıp göçmüştü
Süleyman’ın hayatına yine koyu hüzün çökmüştü
Fatma Hanım küçük torununa baktı yılmadan
Bu arada çalışıp aileyi geçindiriyordu Süleyman.
Hafız Behçet ileri gelenlerindendi mahallenin
Süleyman’ı ortak etmişti evine Fatma ninenin
Yaşlı kadın hiç memnun olmamıştı bu olaya
Hafız da maruz kalmıştı olmadık bedduaya
Yarım evi vardı artık ama beklentisi kalmamıştı
Üç evliliğinde de kader ona hiç mi hiç gülmemişti
Araya girdiler ablası, yeğeni onun namına
Talip oldular dul kalmış mübadil Sıdıka Hanıma
Zor durumdaydı oğluyla ortada kalmıştı dul kadın
Evliliği kabul etti öyle düşünmeden uzun uzun
Çocuğuyla analığı geldiğinde sıkılmıştı küçük Yaşar
Öfke duyuyordu nereden çıkmıştı bu yabancılar
Üvey analık yolunda elinden geleni yaptı yeni gelin
Bu evlilikten de yüzü gülmemişti talihsiz Süleyman’ın
Karısı eski kayınvalidesine ve oğluna burun kıvırmıştı
Evdeki bütün dengeleri de kendi lehine çevirmişti
Oğlu Yaşar ninesini ana bildi çok uzun yıllar
Sadece onda gördü, onda buldu şefkatli kollar
Umarsızca yaşadı kalan yıllarını Süleyman Çuhadar
Ancak okula başlarken nüfusa kayıt oldu oğlu Yaşar
Geçen zamana rağmen değişmeyen bir şey vardı
Ellisine yaklaşan adam yine çok çalışıyordu
Onca belaya rağmen yine de yaşıyordu
Tütün, mısır, buğday eksik olmazdı ambarından
Tarla yetmez bulduğu her işte çalışırdı en ağırından
Mahallenin Süleyman Agası elli yaşını bulmuştu
Adı çocuklara yaptığı şakalarla anılır olmuştu
Yaşı yetince üvey oğlunu evlendirdi kendi elleriyle
Öz oğul Yaşar’ın da mürüvvetini görmek dileğiyle.
Rumeli’den gelen alışkanlıkla eti sakatatı çok severdi
Koyun sığır ayırmaz et bulamazsa kelle paça da yerdi
Midesini hassaslaştırmıştı bu kötü beslenme türü
Uzun uzun ağrır olmuştu karnının üstünde bir yeri
Günlerden dokuz yüz elli üçün üç ocak günüydü
Ev halkı en son onun “midem koptu” dediğini duydu
O kış sabah kan gelmişti midesinden ağız dolusu
Yeğeni Emine’yi de yanına alıp yola düştü karısı
Bafra’da hastane yoktu Süleyman Samsun’a götürüldü
Hafta sonuydu müdahale edilmeden iki gün yatırıldı
Üçüncü gün elli üç yaşında zorlu yaşamına veda etmişti
Aslında dedem Süleyman Aga hiç yaşayamadan gitmişti…
Mahmut ÇUHADAR-Ağustos 2012
Mahmut ÇuhadarKayıt Tarihi : 24.8.2012 12:37:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mahmut Çuhadar](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/08/24/suleyman-aga-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!