Görsellik deyince akla önce resim, heykel, sinema, bale, tiyatro gibi görsel sanat dalları geliyor. Edebiyat ve özellikle de şiirin bu sınıflamadaki yeri ise oldukça alt sıralarda… Örneğin resim öncelikle göze; şiir ise sanat eseri ile alıcı (reseptör) arasındaki kanallar açıksa eğer, doğrudan zihne hitap eder. Birinin çizgi, desen ve renklerle yaptığı işi diğeri soyutlama ve imgelem gücüyle başarır. Her ikisinde de alınan uyarılar sonuçta beyne ulaşır. Resim ilk anda duyumsanmanın ötesinde elle dokunulabilen, boyutları fark edilen bir öğeyken şiir aslında var olmayan (hayalî, kurgusal) bir görüntüyü kişiye göre biçimlendirip yeniden hayaller inşa eden, ya da var olan hayallerle buluşmak suretiyle onun karanlık odalarına sessizce sızandır. Bu bağlamda şiirin kişisellik, birebirlik ya da mahremiyet olarak nitelendirilebilecek bir özelliğinden; kendisine özgü karakter yapısından söz edilebilir. Görsel ve plastik sanatlarda obje göz aracılığıyla izleyiciye ulaşırken şiir okura dil kanalıyla dokunur ve oradaki görüntü belleğini canlandırır. Tüm sanat dalları değişik rotalar izleseler de esasta çok farklı değildirler. Yalnızca bazıları birbirine daha yakındır. Can Yücel şiirlerinin Burhan Uygur tarafından resimlendirildiği ”Rengâhenk”in (İKSV Yay. 2007) önsöz yazısında Ferit Edgü şöyle diyordu (“Yücel ve Uygur: Şiirin Resme Dönüşmesi”) . “Sanatlar arasında kardeşlik var mıdır? Varsa hangi sanatlar hangilerinin kardeşidir? Kan bağından değil, sanatların yapısından, sanatların dilinden söz ediyorum.” Birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirilen ”Rengâhenk” şiir ve resim çalışmalarının aynı kitapta buluşması, sanatlar arası kardeşliğe ve şiirin görsel olarak yorumlanmasına verilebilecek somut örneklerden biridir.
Aslında tüm sanat dalları, yapıtlarla oluşturulan 'üst-dil' sayesinde anlam yaratır. Seyirci, dinleyici ya da okur açısından algılama yöntemlerinde derin farklılıklar olduğu söylenemez. İzleyici ilk aşamada bir “ayna” görevi üstlenir. Farklılığı yaratan ana unsur, onun bu sürecin devamında ileriye doğru yansıttığıdır. Suya atılan taş ve yarattığı halkalara benzer bir durum… Diğer bir deyişle, kişi eserden aldığı her ne ise, ona kendinden de bir şeyler katarak eylemin devamına bizzat varlığından bir iz, bir damga bırakır. Sonuçta her birey kendi fotoğrafını çeker. John Berger “görme biçimi” diyor buna. Görme biçimine, ikinci bir boyut olan “görme hızını” da eklemek gerekir, çünkü insan belleği dille kıyaslandığında görüntü motoru açısından daha donanımlı olup gördüğünü okuduğundan çok daha çabuk algılar. Peki gelişmiş bir dil okuma motorunu hızlandırabilir mi? Elbette evet…
Şiire geri dönersek eğer, onun doğası itibariyle bu alanda oldukça yavaş kaldığını biliriz. O halde dil, bir araç olarak zenginleştiği oranda şiirin görsel yapılanmasına ve okurda yarattığı algılama /çözümleme /özümleme kapasitesine katkıda bulunacaktır. İç görsellik olarak adlandırılabilecek bu nitelik bir bakıma anlama ulaşmanın başlıca yollarından biridir. (Çağımızı soğuran yapay görsellikten ayrı tutmak için özellikle iç görsellik kavramını kullanıyorum.) Üzerimize yığılmış, önceden tanımlanmış, “depolanmış gerçeklik” ten (J. Baudrillard) değil, kendimizden de ilave ederek yaratılan bir olgudan ve bunun üstyapısını hazırlayan geçişlilik, değişim, dönüşüm ve başkalaşım süreçlerinden söz ediyorum. İçinde yaşadığımız “plastik imaj çağı” ne yazık ki “değerli” saydığımız bilgilenme alanının (ki “yaratıcı gerçeklik zemini” de denilebilir buna) kirletilmesine ve işe yaramaz plastik bilgiyle (“junk”la) doldurulmasına neden oluyor. Öyle ki, bu değişim sürecinde dilin erozyona uğraması, toplumların ve dolayısıyla sanat emekçisinin zamanla adeta dilsizleşmesi kaçınılmaz hale geliyor. Dünyayı yönlendiren güçler, yarattıkları “plastik kamuoyu, plastik edebiyat ve plastik medya”dan da geri dönüşümlü bir kuvvet alarak (“feedback”) , yalnızca ilişkileri ve kurumları yönetmekle kalmıyor, bireylerin hayal dünyalarına ve zihinsel fotoğraf albümlerine de hükmediyorlar artık.
(Burada bir parantez açarak şiirde görsellikten söz ederken, özgürleşmenin sınırlarını alabildiğine zorlayan “görsel şiir”e dokunmadığımızı vurgulamak isterim. “Görsel şiir” özellikle günümüzde zaman ve mekânın iç içe geçtiği; şiirdeki gizli matematiksellik, müziksellik ve armonizasyonun görsel alanda açığa çıkartılıp geometrik bir tasarım, mimari ve mühendislik ustalığına dönüştürüldüğü arenadır. Orada yapıt, teknik bilginin de yardımıyla, “konvansiyonel” yöntemlerin dışına taşar; “düz” şiirde pek az kullanılan yazı dışı araçlardan da yararlanarak - figür, renk, desen, grafik, fotoğraf, müzik, şiirsel mimari, dilde resimsel somutluma gibi - okurun zihnine yepyeni anlamlar yükler.)
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Hayal Dergisinin son sayısında en okunası yazılardan biriydi. Burada yeniden okumaktan aldığım keyif sonsuzdur. Teşekkürler Sn.Erlaçin.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta