Suçüstü Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Suçüstü

Ahmet İsmailoğlu çok ünlü bir tacirdi,
Bu ülkeye yerleşmiş eski bir muhacirdi.
Kopmuşlardı Balkan ‘ın deresinden, düzünden,
Bir tek kurşun atmadan, salt bir domuz yüzünden.
Domuzlar müslümana hem murdardır, hem haram,
Kafir ise gösterir domuza bin ihtiram.
Müslüman domuz yemez, gavur geberir buna,
O yüzden geldi bu halk kafirin oyununa.
Örneğin; domuzları bir pınara sürdüler,
Müslümanı pınardan sildiler, süpürdüler.
Domuzun dokunduğu ol pınar mekruh oldu,
Müslüman ondan gayri pınarlara koyuldu.
Bastı domuz tarlaya, tarlayı mekruh etti,
Müslüman, ayağını tarladan beri çekti.
Domuz nerye değdiyse Müslüman uzaklaştı,
O kaçtıkça domuzlar her bir yere ulaştı.
Müslümanlar böylece göç ettiler oradan,
Koca Balkanlar gitti bir tek kurşun atmadan.
Plevne türküleri bize kaldı sadece,
An Tuna Boyları ‘nı artık gündüz ve gece.
Aliş ‘imin kaşları atçıda gönle yara,
Alişler hiç yanmadı koskoca Balkanlar ‘a.
Hayduda bıraktılar o güzel diyarları,
Vardar Ovası için çektiler kafaları.
Ahmet İsmailoğlu cıscıbıl geldi yurda,
Beslenip palazlandı ve huzur buldu burda.
Zira; it vardı ama domuzdan hiç eser yok,
Üstelik köpeklerin karnı toktan daha tok.
Halk ekmek kapışırken çamurların içinden,
İtler usanmışlardı etinden, pilicinden.
Gökdelene baksan; it, yalılara baksan; it,
İtlerin elindeydi yeşil ışıklı geçit.
Ahmet İslamoğlu tek fırsat kaçırmadı,
Görünce laçkalığı tırmandıkça tırmandı.
Bir ayda dikiverdi ‘Evcağız’ ı tarlaya,
Birkaç it geliverdi hep hırlaya hırlaya.
Attı İsmailoğlu önlerine kemiği,
Ondan sonra açıldı şansı iyiden iyi.
Yanındaki tarlaya sürdü bir kocaöküz,
Yer bir başkasınınmış. Dediler: ‘Öldürürüz.’
Çekiverdi öküzü özürler dileyerek,
Az bir süre bekledi ahırda besleyerek.
Son yeniden sürdü bir çayıra hayvanı,
Ne arayanı çıktı, ne de kalkıp soranı.
Demek; yer sahipsizdi; olmadı tepki veren,
Ne çıkıp engel olan, ne bir haber gönderen.
Belki de; sahipleri yurtdışında bir yerde,
Yer İsmailoğlu ‘na yazılmışmış kaderde.
Çekti tarlaya çit-mit, sahiplendi çayırı,
Böylece elde etti birçok tepe-bayırı.
Ağılda mal besledi, kurdu peşpeşe işlik,
Kime nasip olurdu öyle bir gelişmişlik?
Yayıldıkça yayıldı, her branşa elattı,
Ayağını doğudan ta batıya uzattı.
Oteller, pastaneler, tatil-matil köyleri,
Para kaynağı yaptı dere ve tepeleri.
Suyu, havayı sattı kapalı şişelerde,
Kaçak içki sattırdı karanlık köşelerde.
Haşlanmış patatesler kattı tereyeğına,
Esrar-mesrar gönderdi alanın ayağına.
Kurdunu ayıkladı depoda peynirlerin,
Tuğla tozu ekledi içine biberlerin.
Sabunları bekletti nemli-memli anbarda,
Pirinçlerle birlikte gider oldu taşlar da.
Kurdu paravan şirket, hacca hacı gönderdi,
Ol ‘Hacıbabalar’ ı Armutlu ‘ya indirdi.
Hacılar şaşakaldı mayolu avradlara,
Kavurucu kumsalda gel de ‘Hazret’ i ara.
Van yerine Pendik ‘e turdur ki düzenledi,
Muş ‘a düşen yolcular Kars ‘a geldik belledi.
Topladı tüm mıncımış karpuzları hallerden,
Dışsatım malı diye geçirdi gümrüklerden.
Doldurdu şileplere, Alman alacak diye,
Döküverdi denize, mal koymadı geriye.
Almanya ‘ya uzanıp bankalara dayandı,
Kendisine paralar kendisince yollandı.
Aldı karpuzlarının ‘Vergi İadesi’ ni,
Varın sizler öngörün buradan ötesini.
Adam bir büyük adam. Adam değil, Padişah,
Yanında teb ‘a kalır en haşmetlu Şehinşah.
Yaşı elli-ellibeş, sarı bir saç, sarı yüz,
Bedeni kanlı-canlı, hem çok yağlı, hem gürbüz.
Yaman parababası, soylunun dürdanesi,
Hakkını yersek; haram; Yesun oni nenesi.
Üstünde bir elbise; İngiliz kumaşından,
Çıktığı görülmemiş beresinin başından.
Printemps ‘dan giyinir, Benetton ‘dan soyunur,
Öyle insan ülkede inanın; zor bulunur.
İşlerini yönetir İnşaat Şirketi ‘nden,
Becerir de incitmez sinekleri, belinden.

- 2 –
Ahmet İsmailoğlu içerken kahvesini,
Duydu telefonunun masasından sesini,
Kaldırdı ahizeyi, lütfen bir ‘Alooo! ...’ dedi,
Sonra karşısındakinin sözlerini dinledi.
Şöylece söyleştiler oteki ve buteki:
‘Biz boru arıyoruz, borunuz vardır belki.’
‘Borunun her türü var, sizinki hangisinden?
Avrupa ‘sı iyidir bizim bu yerlisinden.
Elbet fiyat farkı var ikisi arasında,
Yerlisi çatlar-matlar kullanım sırasında.’
Müşterinin sesinde belli bir öfke vardı,
Anlattığına göre yerliyi ararlardı.
Adam dedi: ‘Efendim, Avrupa ‘yı boşverin,
Gavurdan hoşlanmayız, lütfen bizi hoşgörün..
Yerli malı Türk malıi Türk gibi dayanıklı,
Kullanırsa kullansın gayriyi, kanayaklı.
30 Santim boyunda kurşun boru isteriz,
Parası ne kadarsa peşin peşin öderiz.’
İsmailoğlu dedi: ‘Parasını düşünme;
İstersen peşin ver, istersen taksit öde.
Borular uzun ama keseriz 30 santim,
Kestikçe istifleriz üstüstüne tin tin tin.’
Adam sordu: ‘Efendim, gönderilebilir mi? ’
‘Elbette göndeririz. Bu sorun edilir mi?
Yeter ki; siz belirtin gönderilecek yeri,
Yollarım kapınıza burdan bizimkileri.
Biraz mal getirseler; kırılır mı elleri?
Siz miktarı söyleyin, borunuzu verelim,
Bir de bize bildirin; nereye gönderelim?
Alıcı güle güle dedi: ‘Hiç göndermeyin,
Münasip yerinize yerleştirip bekleyin.’
Telefon kapanmıştı tam o anda ‘Çat’ diye,
İsmailoğlu dedi: ‘Al sana iftariye.’

- 3 –
Ben diyeyim ‘Bir saat’, siz deyin ‘İki saat’,
Kendine gelemedi İsmailoğlu fakat.
Çok düşündü taşındı, hiç anlam veremedi,
Neden işletmişlerdi? Asla öğrenemedi.
Kırılmıştı gururu, titriyordu elleri,
Pencereden izlerken önünden geçenleri.
Aklı telefondaydı. Bakıyor, görmüyordu,
İçine kapanmıştı, kendini dinliyordu.
Derken dilleniverdi telefonu masada,
Ah bir fırça çekseydi; bir o herif olsa da.
Ses hiç o ses değildi; kibirliydi, hakimdi,
Tek tek konuşuyordu, hem ciddi, hem sakindi.
Dedi: ‘Bayım merhaba. Ben komser falan filan,
Bura falan karakol, masamız da feşmekan.
Bir ahlaksız türemiş; dul karı büyütmesi,
Rahatsız eder durur telefonla herkesi.
En ünlü tacirlere telefon açıyormuş,
’30 Santimlik boru alacağız.’ diyormuş.
‘Kalınından bir boru; hem kurşundan, hem yerli.’,
Bilmem ki; bu ahlaksız kimlerdendir, nereli?
Soruyormuş ‘Mümkün mü göndermeniz? ’ diyerek,
‘Gönderelim deyince ekliyormuş gülerek:
‘Göndermeyin ve sokun münasip yerinize.’
Böyle şey dediler mi acep bir kez de size?
Dedilerse; söyleyin, ahlaksızı bulalım,
Yakalayıp pisliği hesap-mesap soralım.
Ele geçirip iti götüreyim merkeze,
Orada öptüreyim mevcud olan herkese.’
Ahmet İsmailoğlu boşandı kıyasıya,
Komisere anlattı ne geldiyse aklına.
Dedi ki; ‘Komiserim davacıyım o itten,
Dünyada ve ahrette o ellilik simitten.
Gösterelim sapığa ‘Münasip yer’ nereymiş,
Öğrensin ki; oraya boru nasıl girermiş? ’
Komser dedi: ‘Efendim, telaşa kapılmayın,
Size ne zaman dedi? Siz onu vurgulayın.’
İsmailoğlu dedi: ‘Bir saattir, inanın.’
Komser güldü: ‘Çok fazla kalmış, artık çıkarın.’
Arkasından telefon kapandı ‘Çat’ sesiyle,
Ahmet İsmailoğlu tanıştı stresiyle.
Dedi: ‘Bizi boş buldu ahlaksız, tabak gibi,
Öylesine oydu ki; dolmalık kabak gibi.
‘Çok kalmış’ mış ‘Çıkarın’. Olur mu lan böyle laf?
Edeyim de şimdi gör, senin ananı tavaf.’

- 4 –
Ahmet İsmailoğlu şapka taktı bereye,
Kim görüp altındaki bereyi irdeleye?
Giyindi paltosunu, aldı şemsiyesini,
Öfke ile kavradı bastonun tepesini.
Buyruktur ki yağdırdı koşan adamlarına,
Adamlar şaşkın şaşkın baktı patronlarına.
Böyle görmemişlerdi patronlarını, kızgın;
Adam oluvermişti sanki vahşi bir kuzgun.
O gitti, onlar baktı arkasından merakla,
Dediler: ‘Ulu Tanrı ‘m, bunu sen koru, sakla.
Herif tam keskin sirke; küpünü patlatacak,
Ya birini vuracak, ya kalkıp oynatacak.’
Şoförü koşuşturup açtı arka kapıyı,
Adam söyleniyordu. Kesmedi lakırdıyı.
Bindi İsmailoğlu, ‘Çek’ dedi ‘karakola.’,
‘Daha ne bekliyorsun? Sürsene be budala.’
Özel araç canlanıp asfalt yola atıldı,
Yoldaki arabalar konvoyuna katıldı.
Şu senin, bu da benim ve karakol göründü,
Oto durdu kapıda, bizimki yere indi.
Karakola dalışı yellere benziyordu,
Zira; aklı içinde öfke kolgeziyordu.
Girdi ki; makamda var vakur, ciddi bir komser,
‘Karakol’ dediğinde yılışıklık ne gezer.
Bizimki oturmadı, yere-mere bakmadı,
Şikayet arzederken asla duraklamadı.
Dedi: ‘Sayın komiser, ben kendim davacıyım,
Sorunumu halledin, sizlere duacıyım.
Biri telefon açtı yerimde otururken,
Bana bir madik attı öyle durup dururken.
‘Boru mevcud mu? ’ Dedi. ‘Evet boru var.’ Dedim,
Bende mevcud olanlar hakkında bilgi verdim.
İstedi 30 santim boyunda kurşun boru,
Dedim: ‘Gönderelim mi istediğin boruyu? ’
‘Hayır.’ Dedi. ‘Gönderme. Sok münasip yerine.’,
Gururum zedelendi bu sözler üzerine.
Bir saat sonra çaldı telefon, ben dururken,
Bana yapılan şeye öfkeden kudururken.
Bu seferki belirtti komiser olduğunu,
Öyle sapık bir iti arayıp durduğunu,
O nedenle de sordu benden böyle birini,
Ben hemen onayladım komserin sözlerini.
Sordu söylendiğini sözün ne kadar önce,
Güldü, ‘Bir saat önce’ dediğimi duyunca.
Resmen dedi: ‘Çok kalmış. Çıkarsana sen onu,
Yoksa fazla mı sevdin borunun kurşununu? ’
Ahmet İsmailoğlu, dedi; ‘Bu yüzden geldim,
Suçluyu bulmanızı istiyorum, efendim.’
Komiser dik dik baktı gözlüğünün üstünden,
Davacıyı döndürüp inceledi geriden.
Dedi: ‘Aman efendim, çıkarır mı hiç insan?
İşlem yapamayız ki; kurşun boru olmadan.
Şurya gelene kadar sanki duramamışsın,
Adam seni aldatmış; boruyu çıkarmışsın.
Yerinde kalsa idi 30 santimlik boru,
Söz konusu olmazdı ne sorun, ne de soru.
Biz de kalkıp şahane bir suçüstü yapardık,
O ahlaksız herifi çıra gibi yakardık.

(ARAP isimli Şiirsel Gülmeceler 'inden > 65-74/100)

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 12.11.2004 21:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu