Yağmur,
Rüzgarın önünde oyuncak olan buluttan
Rahmete doğru kaçarken;
Ben, İnsan,
Şeytanın elinde oyuncak olan nefsimden
kaçamıyorsam;
Yaşam ve Ölüm birgün köprünün üzerinde karşılaştı
Yaşam can havliyle Ölüm’ün gırtlağına sarıldı:
“Seni yalancı, seni hain! ” dedi
“Emek verdiğim herşeyi bir bir yok ediyorsun
Şimdi de beni almaya mı geldin? ”
Ölüm soğuk bir şekilde sordu:
Yelkenlinin* mucidi
aslında insanlık tarihinin en büyük
ressam ve şairlerinden biri olmalı.
Adını sanını bilmediğimiz bu sanatçı
papirüse yaptığı resimleri
ve kütüğe oyduğu şiirleri
Ben, koca fil;
Züccaciye dükkanınıza girmek istiyorum!
Camdan kuleleriniz,
Gösterişli kadehleriniz,
Fildişi vazolarınız,
Yalancı aynalarınız,
Küçük Ay Taşı dua ediyordu:
“Evrenin Sahibi!
Milyonlarca yıldır hayatın etrafında dönüp duruyorum
Ama onunla hiç karşılaşamadım
Bana hayatı tattır”.
Karanlık çöküp herkes uyuyunca,
Suları da belerim vadinin yatağına,
Ninniler söyleyerek.
Ve ben nöbete dururum;
Mumun cılız, ürkek ve solgun alevi ile beraber.
Ve her gece hüzünlü misafirlerimi beklerim.
Bir fırça aldım,
Ve bir kutu da boya.
Tek renk, Beyaz! Kar Beyazı!
Evin, sokağın, şehrin,
Denizin ve göğün,
Ve hatta gecenin
Yağmur yağıyor.
Boyaya bulanmış ellerimi açıyorum;
Yağmurun ellerinden tutmak için.
Kayıp gidiyorlar toprağa
O renksiz, eşsiz zerafet parçaları,
Avuçlarımdaki siyah boyanın son izleri ile beraber.
Aslında ben de biliyorum;
öyle yaldızlı sözlerle,
süslü püslü kelimelerle
yüreğinizi çalamayacağımı.
O zaman neden
Turna sürülerine katılıp
Himalayaları aşmak isterdim,
Tibet kartallarına yem olacağımı bile bile.
Oysa bir turna bile değilim,
Nerede Everest’in zirvesinde beni koruyacak tüylerim,
Nerede hırçın rüzgarı yaracak dev kanatlarım.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!