Su Yâr, Su! Şiiri - Muharrem Abut

Muharrem Abut
314

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Su Yâr, Su!

Su Yâr, Su!

Dün sen vardın,
Masmavi, kocaman bir dünya vardı;
Yemyeşil, uçsuz bucaksız kırlar,
Pencereme konan kuşlar vardı.
Sokakta çocuklar neşeyle koşturup,
Keyifle kardan adamlar yapıyor,
Burunlarına havuç takıyorlardı.
Üstelik ben üşümüyor,
Yüreğinin yüreğimle attığını biliyor,
Bilmekse içimi sıcacık etmeye yetiyordu.

Oysa şimdi kömür grisi bir gökyüzü,
Çakılı duruyor tavanda.
Kırlarıma karlar yağmış.
Gücü yalnızca kara yeten bir güneş,
Kardan adamlarımı çalmış;
Ve çocuklar kahrolası bir gürültüyle oynaşıyorlar sokakta.
Hepsi, belki de daha kötüsü,
Anıların istila ettiği bu karanlık şehirde,
Sensizliğin ayazında üşüyor;
Terk edildiğim yalnızlığımla baş başa,
Yarım kalmış bir tablonun önünde,
Flu ve sensiz seçilmeyen renklerle,
Kendimi kendimsizliğe çiziyor;
Şablon şablon ve senle mavilenecek sandığım,
Yarınların deniz resimlerini yırtıyor;
İçimde duran, içinde dolaştığımız,
Dolaşacağımıza da söz verdiğimiz ormanları,
Yüreğimi cayır cayır yakmasınlar diye,
İzmarit izmarit bastırıp yakıyorum.

Daha vahim ve kötü olan bir şey daha var, yâr;
Biliyor musun?
Artık istesekte hiçbir zaman bir bağ evimiz olmayacak.
Birlikte asmalar dikemeyeceğiz önüne.
Ama emin ol, ölmez sağ kalırsam eğer,
Bir gün öyle bir bağ evi kuracak,
Önüne adın ile başlayan çiçekler ekecek,
Adınla başlatacağım bütün çiçek isimlerini,
Adınla sesleneceğim onlara:
Melek Gül, Melek Fulya, Melek Firuze…
Çünkü çiçekler ne su, ne de toprak;
Sevgiyle büyürler en çok!

Yâr!
Olman ya da olmaman hiç bir şeyi değiştirmedi,
Değiştirmiyor, değiştirmeyecek.
Sen de biliyordun ki ben her şekilde müptelan,
Sen her şekilde yangınımdın.
Şimdi yokluğunun cehenneminde yanıyorum.
Sessizliğin çığlıkları ciğerlerime dolup nefessiz bırakıyor,
Ciğerlerim yırtılıyor.
Ben boğuluyorum...
Yakan sen, yanan ben;
Boğan sen, boğulan ben.
Ve nasılsa sensiz de devam edebilen kahreden bir hayat...

Gönlümün hüznünü tartacak terazin var mı yâr?
Sen yoksan, yokluğun bir ağırlıksa;
Yokluğunun sırtıma yüklediği ağırlığı tartmaya,
Hangi terazinin gücü yeter?
Yok, yokluğun ağırlık değil bir boşluksa,
İçimde açtığın boşluğun sığabileceği bir evren olabilir mi?
Şimdi cevapsız soruların kuşattığı ömrüm,
Tek bir gerçeğin esareti altında:
Yoksun...

Ve yoksan;
Yokluğun, bir gece anne olamayan bir annenin,
Kundaktaki bebeğini zemheri ayazına bırakıp,
Arkasını dönüp gitmesidir.
O gece aç kurtların, yaralı sırtlanların,
Bir ceylan yavrusunu paramparça etmesidir.
O gece bir depremin ortasında çaresiz kalakalmaktır…
Çaresizim...
Çünkü sen benim en büyük günahımdın yâr!
Senden daha büyük bir günah işlersem;
Adem’den beri gelmiş, geçmiş ve gelecek,
Bütün günahkârların vebali boynuma olsun!

Hani, derdin ya, “Çok sevme,
Çok seversen, Allah alır, çok sevdiğin kimseyi”
Çok sevdim, Allah aldı, kimseleri sevmediğim,
Sevemeyeceğim denli çok sevdiğim seni.
Sonuçta nerde olduğunu bile bilmiyorum,
Sadece nerde olduğumu biliyorum.
Bir sol anahtarıyla, saadet ararken açtığım,
Ayrılık kapısının girişinde rastladığım, adının hecelerini,
Şiirden notalara dökmekle meşgulüm.

Şimdi ise kökünü toprakta bırakıp,
Devrilip düşen bir ağaç gibi
Yokluğun(d) a devrilip, düşüyorum!
İster al, yeniden yeşert;
İstemezsen odun niyetine yak beni!
Yanmışım, yanıyorum, yanacağım,
Bir yudum su, bir yudum su;
Su yâr, su!
Su…

Muharrem Abut
Kayıt Tarihi : 12.1.2012 15:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Muharrem Abut