Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda
vermez.)
Kara gözlüm bu ayrılık yetişir,
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.
Ayların sırtında yıllar taşındı,
Devamını Oku
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.
Ayların sırtında yıllar taşındı,
Üstad döktürmüş, tam Top 100 listesine yakışan bir şiir..
Bu beyitler aslında suya ricadır,
gel ateşime derman ol diye...
Su Kasidesi
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda
vermez.)
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa
gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök
kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)
Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su
(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden
benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim
akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana
getirir.)
Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su
(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim
yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen
kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)
Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su
(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile
mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine
su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)
Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi,
gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar
uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki
tüylere benzetemez. )
Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su
(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim
ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek
dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)
Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su
(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan
bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su
vermek hayırlı bir iştir.)
İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su
(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste
ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır,
söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)
Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su
(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su
içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum,
sofular da kevser istiyorlar.)
Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su
(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin
bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş
salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)
Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su
(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden
kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere
bırakamam.)
Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,
öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla
sevgiliye su sunun.)
Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su
(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık
ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi
(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)
kurtarabilir.)
İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su
(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül
efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek
istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül
dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını
değiştirmesi gerekir.)
Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su
(Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli
ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça
göstermiştir.)
Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su
(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.
Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su
serpmiştir.)
Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su
(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını
tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su
meydana çıkarmıştır.)
Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su
(Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz
bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o
mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce
mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)
Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su
(Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir
mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse
hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)
Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su
(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-
ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su,
düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)
Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su
(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan)
yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su
damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan
taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık
salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da
olsa o eşikten dönmez.)
Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su
(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek
için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının
zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine)
derman bilirler.)
Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!
Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp
dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)
Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su
(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin
çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)
Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su
(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa,
güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel
su iner.)
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su
(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış,
(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden
ümitliyim.)
Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su
(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde)
sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su
(damlası) gibi birer inci olmuştur.)
Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su
(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan
düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su
(gözyaşı) döktüğü zaman,)
Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat
çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını
ummaktayım.)
Şair Fuzuli
Hayranlik uyandiran bir eser, Allah c.c. Şair Fuzuli'ye gani gani rahmet eylesin, su su diye yanan sevgi dolu yüregini en sevgili Hz Muhammed s.a.v ile hem-hal eylesin... Amin...
Fuzuli'nin derdine aşağıdaki dörtlükle kısa cevap verelim:
Derdimi Dinler misin
Bent olsam,şelalemi damla damla akıtsam:
Tane tane söylesem derdimi dinler misin?
Her gün tattığım aşı imbiklerle arıtsam,
Şeker katsam,bal katsam bir lokmacık yer misin?
Güven Çivicioğlu Şiirlerle arayışlar sayfa:66
Məhəmməd Fizuli islam həmçinin türk dunyasının dəyərli sufi alim və şairlərindən biridir. su qəsidəsi Peyğəmbər əfəndimizə yazılmış olan mükəmməl bir naatdır. Azərbayca Milli Əlyazmalar İnstitutunda Fizulinin əlyazma nüsxələri saxlanmaqdadır və onun ədəbi irsi dəyərli alimlər tərəfindən tədqiq olunmuşdur.
Su Kasidesi'nden Bir Beyit Yorumu...
6. Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
ohşatmak: benzetmek /
ohşadabilmez: benzetemez /
gubâr: 1. toz 2. (güzel sanatlar terimi) bir yazı sitili /
muharrir: yazı yazan, kâtip, /
hatt: yazı; gençlerde yeni terleyen bıyık veya sakal, ayva tüyü /
hâme: kalem /
tek: gibi /
bahmah: bakmak /
gözlerine kara su inmek: (gözler) çok yorulmak/ katarakt olmak /
I) Kâtip; bakmaktan gözlerine, kalem gibi, kara su inse de yazısını senin ayva tüylerine benzetemez. (Senin ayva tüylerin kadar ince ve küçük yazamaz.) /
II) Kâtip; bakmaktan gözlerine, kalem gibi, kara su inse de yazısını senin yazına (Allah’tan indirilen Kur’an-ı Kerîm’e) benzetemez.
Ohşatmak, Azeri Türkçesi’ne has bir sözcük. Azeri şivesinde yeterlilik fiilinin olumsuzunda, bizdekinin aksine, “bilmek” fiili düşmez. Yani biz “benzetemez” deriz, onlar “benzetebilmez” der.
-Neyi benzetemez?
-Gubârını, yani yazısını.
“Gubâr”, hat sanatının çok ince kalem ve fırçalar kullanılarak çok küçük harflerden oluşan bir yazı türüdür. Gubâr kelimesinin aynı zamanda “toz” anlamına geldiğini unutmamak lazım. Sevgilinin ayva tüyleri o kadar incedir, o kadar azdır ki âdeta toz kadar… Şair bu beyitte hat sanatı ile ilgili kelime ve terimlerden yararlanarak sevgilinin yüzündeki tüylerin eşsiz incelikte ve güzellikte olduğunu anlatmak istiyor.
Bu beyitte kelimeler iki anlama gelecek şekilde özellikle seçilmiştir. Burada “hatt” kelimesini de iki anlamda ele almalıyız. “Muharrir” sözcüğü de hem kâtip hem de ressam (nakkaş) anlamlarına gelecek. O zaman tevriye sanatından bahsedebiliriz, kelimenin iki gerçek anlamı da şiire uyuyor. “Hâme” kalem demek; ancak bizim bildiğimiz teknoloji harikası kalemlerle karıştırmayın. Biz yazdıkça kesintisiz mürekkep akan kalemlere o kadar çok alıştık ki belki teknoloji harikası dediğimde bazılarınız “Bunun neresi harika, alt tarafı kalem işte!” diyebilir. Oysa kamıştan veya at kuyruğundan yapılmış kalemlerle yazı yazılan ve resim yapılan bir çağdan bahsediyoruz şimdi. Bu beyitte yazı yazmada kullanılan kamış kalem, resim yapmada kullanılan kıl kalem bir tek kelime ile anlatılmış: Hâme. Mürekkebe batırılıyor, bir müddet sonra kalemin ucuna bir kelime yazacak kadar mürekkep iniyor.
Siyah mürekkeple çok ince işler yapan hattat ve nakkaşların önemli bir kısmının gözleri zamanla kör olur. Bu, katarakttır ve meslek hastalığıdır. Bu beyit bize aynı zamanda böyle bir tarihi gerçeği de dile getirmiş oluyor.
İnsan gözü uzun süre aynı renge bakarsa görme özelliğini yitirir. Beyitte “gözlerine kara su inmek” derken kastedilen budur. Şair sadece “bakmaktan, gözlerine kara su inse” demiyor. Güzel bir benzetme yapıyor: “Kalem gibi, bakmaktan gözlerine kara su inse” Kalemin de gözleri mi var, onun gözlerine de mi kara su iniyor yoksa? Demek ki şair kalemin ucunu göz gibi düşünmüş, belki de yazı yazarken kalem ucunun sayfaya bakmasından yola çıkmış bu benzetmeyi yaparken. Belki de kalemin içindeki siyah mürekkebin aşağıya doğru inmesi ona ilham vermiş. Ya da her ikisi…
Yine bu beytin bütününe şöyle bir baktığınızda birbirini çağrıştıran, aralarında anlam ilgisi bulunan “gubâr, muharrir, hatt, hâme” kelimeleri ile tenasüp sanatı yapıldığını da artık net bir şekilde görebilirsiniz.
Önceki beyitte “Bahçıvan onun gibi bir gül yetiştiremez.” diyen şair şimdi de “muharrir”e meydan okuyor. Beyit bir kadın için yorumlanacaksa ( yorumlanabilir; çünkü bu beyit kasidenin nesib, yani ilk bölümü... Kasidelerin bu bölümünde asıl konuya henüz geçilmez. Ancak şiir Hz. Peygamber'e yazıldığından ister istemez akla o geliyor. ) kadına iltifat edilmiş. Ayva tüylerin o kadar küçük ki yazar ya da ressam yaptıklarını ona benzetmek istediğinde bakmaktan gözleri yorulacak, hatta gözlerine kara su inecek, yani katarakt olacak. Kataraktın bir nedeni de parlak ışığa sürekli bakmak... Hatta bu yüzden kışın karda eğitim yapan veya savaşan askerlere kar gözlüğü dağıtılır, kayak yapanlar da kar gözlüğü takar. Güneş ışığının göz aldığı çöllerde ise göze sürme çekerler. Karın bol olduğu yerlerde gözaltına kömür tozu sürülmesi de aynı sebeptendir. O zaman şunu da ekleyebiliriz: Senin yanağın o kadar parlak ki, ona bakmaktan muharririn gözlerine kara su iner. Fûzûlî’nin tıp konusunda bilgili olduğunu hatırlayın. Yani hem küçük, siyah ayva tüylerine hem de bu tüylerin olduğu parlak yanağa sürekli bakmaktan oluşan katarakttan söz edilebilir.
Bu beyit Peygamber için yorumlanacaksa o zaman yukarıdaki sözler onadır. Onun ayva tüyleri kadar küçük bir yazı veya ayva tüylerine benzer bir resim yapılmasının imkânsız olmasının bir sebebi daha vardır: Müslümanlar Hz. Muhammed’in resminin yapılmasını uygun görmezler, bundan rahatsızlık duyarlar. Hatta filmlerde, hiçbir oyuncu Hz. Muhammed’i canlandırmaz. “Çağrı” filmini düşünün. Bu, hassas bir konudur.
“Senin hattına, yazına benzetemez” diyor dizede. Benzetemez kâtip, gözleri kör olana kadar baksa da benzetemez. “Hatt”ın “yazı” anlamı da var. Peygamber’in “hatt” ı ne olabilir? Tabii ki onun getirdiği “yazı” Allah’ın Cebrail aracılığıyla indirdiği Kur’an-ı Kerîm’dir ve ilâhî bir mesajı içerir. Kur’an’dan bazı âyetleri anımsatıyor bu dize.
“De ki: Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya toplansalar, birbirlerine de destek olsalar, onun bir benzerini yine de ortaya getiremezler.” (İsra Sûresi/88)
“Yoksa onu (Kur’an’ı) uydurdu mu diyorlar! De ki öyleyse hadi, onun benzeri, uydurma on sure de siz getirin; eğer doğru sözlüler iseniz, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın. Eğer size cevap veremedilerse artık bilin ki o, ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. Ve O’ndan başka da ilah yoktur. Artık Müslüman oluyor musunuz?” (Hûd Sûresi/13-14)
“Yoksa onu (Kur’an’ı) uydurdu mu diyorlar! De ki eğer doğru sözlüler iseniz, Allah dışında elinizin yettiklerini de çağırın da onun benzeri bir sureyi ortaya çıkarın.” (Yûnus Sûresi/38)
“Eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içindeyseniz, hadi onun benzerinden bir sure getirin! Allah dışındaki destekçilerinizi de çağırın. Eğer doğru sözlü kişilerseniz... Eğer yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız- korkun o ateşten ki yakıtı insanlarla taşlardır. Küfre sapanlar için hazırlanmıştır o. (Bakara Sûresi/23-24)
Şiir için “anlamda derinlik” dedikleri bu olsa gerek. Kelimeler birçok anlamda yorumlanabiliyor. Hayranlık uyandırıyor, değil mi? Yakaladığınız her kelime sizi anlam denizinin derinliklerine götürüyor.
“Allah tüm canlıları sudan yarattı. Onlardan kimileri karnı üzerinde yürür, kimileri iki ayak üstünde yürür, kimileri de dört ayak üstünde... Allah dilediğini yaratıyor, Allah her şeye kadirdir.” (Nûr Sûresi/ 45)
“Su Kasidesi” şairi Fuzulî, bu âyetten ilham almış olmalı. Su nasıl kâinatta önemli bir yere sahipse bu şiirin de temelini oluşturuyor. Şiir, adını “su” redifinden alır. Şair her beytin sonunda “su” kelimesini tekrarlayarak “su”yu redif olarak kullanmış. Böylelikle “su” dünyaya olduğu gibi bu şiire de hayat vermiş.
Su Kasidesi Fuzulî’nin, Hz. Muhammed’i övmek amacıyla kalemi eline aldığı bir şiirdir ve kuru övgülerle, yapmacık sevgi sözcükleriyle yazılan kasidelerden çok farklıdır. Bunun nedeni Fuzulî’nin, Hz. Peygamber’e büyük bir aşkla tâbi oluşudur ve o “Su Kasidesi” ile Peygamber’e olan özlemini bir nebze olsun dindirmiştir. Ya da belki de onun için yanan aşk ateşini daha da büyütmüştür. Aşk ateşinin kavurduğu dünya çölünde suya hasretlerin “Su, su!” diye sayıklaması gibi Peygamber’i çeşitli vesilelerle zikredip ona olan özlemini hem dindiren ve hem arttıran Fuzulî her hâlükârda bu aşk ateşinden memnundur. “Su, su!” diye sayıklayanlar nasıl suya hasretse, nasıl su diliyorsa o da her beyitte “Su!” diyerek şefaat dilemektedir aslında Hz. Peygamber’den.
*
Gazel
Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı
Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cisminde hevâdan gayrı
Perde çek çehreme hicran günü ey kanlu sirişk
Ki gözüm görmeye ol mâhlikadan gayrı
Yetti bi-kesliğim ol gayete kim çevremde
Kimse yok çizgine gird-âb-ı belâdan gayrı
Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl
Komadı hiç imâret bu binadan gayrı
Bezm-i aşk içre Fuzûli nice âh eylemeyem
Ne temettu' bulunur neyde sadâdan gayrı
Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği
prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına
durmuştu efendim...
Ve sen gitmiştin...
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın! ..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
'Lâ' ile 'Illa'yi i'câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız! ..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...
Sana en fazla muhtacız...
İskender Pala
Kanat kanat yükselip, göklerden güller derdi
Mekke’de açan çiçek, Medine’de renk verdi.
Gül yüzünden gül saçtı, kızgın çöle sundu su
Öteleri getirdi, bülbüllerin Ya hu!su.
Bu sesler, Hû hû! diye, beni sana bağlasın
Gül gül yeşeren bahçe, kokularla çağlasın.
Gözlerim aydınlansın, ışıktan gözlerinden
Şu taşlaşan yüreğim, incelsin sözlerinden.
Sözlerin ki mümine hayat verir, can verir
Şehadet iklimine; istek, heyecan verir.
Işıktan bir yol çizer, ışıtır derin derin...
Ruha kapılar açar, o mübarek gözlerin.
Güzel, seninle güzel; iyi, seninle iyi...
Gönül gönül taşısam, sana olan sevgiyi.
Seninle güzelleşir, toprağımız açar gül,
Onsuz hayat anlamsız, anlasana ey gönül!
(şairi belirtilmemiş..internetten..)
Bu şiir ile ilgili 92 tane yorum bulunmakta