ve üçüncü boyutumu yitirdim
mektupların beyaz ülkesinde
üçüncü boyutumu yitirdim
ellerim sıcak bir ülkeydi eylül öncesinde
ellerim sıcak bir ülkeydi
ve güz rüzgarları yağmaladı avuçlarımı
kül fırtınaları kavurdu saçlarımı
alnımın ak çizgisine aktı ateş
alnımın ak çizgisine aktı ateş
ve kırlangıç ölüleri kanattı gözuçlarımı
güz rüzgarları yağmaladı avuçlarımı
çatıları uçmuş bir sevda kentidir kalbim
ve üçüncü boyutumu yitirdim mektupların tutsak ülkesinde
kalbim bütün çatıları uçmuş bir sevda kenti sıcak geceleri unuttum
tenim uçuk bir yansı kaç yıldır mektupların sessiz söz çevrintilerinde
sıska siluetleriyle sözcükler beyaz bir çölde bir gölge gibi sürüklediler ömrümü
kaç sabır yılı bu gözlerimi parmaklıkların paslı askısında unuttum
en güzel sözleri yağmak için kağıtların tuz kurusu toprağına
belleğimin sözcük ırmaklarını bir çöl sürgünü gibi içip kuruttum
kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu kanımı içtim
karıştırıp geçtim bir sevda kitabının geceler boyu yanan çıplak sayfalarını
ay öpüşlü sözcükler seçtim…
ay öpüşlü sözcükler seçtim
ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler dudaklarını
hiçbiri bir sevgilinin dudaklarına sevda sıcağı bir öpüş konduramaz
yitik bir gecenin ıssız sularındaki uçuk hayallere benzerler biraz
kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu ellerimi içtim
tutuşturup geçtim inatçı bir sevginin görüş camlarına düşen buğulu gölgesini
gül dokunuşlu sözcükler seçtim…
gül dokunuşlu sözcükler seçtim
ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler parmaklarını
hiçbiri bir annenin ellerine oğul sıcağı bir dokunuş konduramaz
aynada kokularını yitiren çiçek yansılarına benzerler biraz
kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu kanımı içtim
tutuşturup geçtim çoğul öykülerin kalbimin yolarına düşen arkadaş gölgesini
karanfil gülüşlü sözcükler seçtim…
karanfil gülüşlü sözcükler seçtim
ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler yapraklarını
hiçbiri dağlı bir dost sohbetine çam kokulu bir kahkaha konduramaz
çay buğusunu yitirmiş çatlak kristal bardaklara benzerler biraz
kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu ömrümü içtim
karıştırıp geçtim
aklımın isyan vadilerinde yasak bir kentin hala ışıyan kitaplarını
asi yürüyüşlü sözcükler seçtim…
asi yürüyüşlü sözcükler seçtim
ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler ayaklarını
hiçbiri direnen bir halkın
tarihle yıkanan sokaklarına kolkola bir adım konduramaz
resmin devinimsiz yüzünde çağıltısını yitiren hırçın dalgalara benzerler biraz
ve üçüncü boyutumu yitirdim mektupların özlem ülkesinde
kaç uzun mektup yılı kaç özlem yılı bu
kalbimi
ellerimi
kanımı
ömrümü içtim
karıştırıp geçtim
aklımın isyan vadilerinde yasak iklimlerin ateşe yazgılı kitaplarını
karıştırıp geçtim
sevda kitabının yağmalanmış avuçlarımda hala yanan çıplak sayfalarını
şiir ülkesini koşarak geçtim ve dolaştım dilin bütün sanatçı sarraşarını
ay öpüşlü
gül dokunuşlu
karanfil gülüşlü
asi yürüyüşlü sözcükler seçtim…
sözcükler ki
en sınırlı olandırlar ve hiçbir sınır tanımaz
her şeydirler ve hiçbirşey, üstlerine büyü sürülmüştür biraz
ve bu yüzden onlara şiir ülkesinin krallığı verilmiştir
sözcükler ki
hayatın kağıda düşen gölgeleridir hepsi
ve bu yüzden onlara gri renk uygun görülmüştür
kaç yıldır unuttum
sözcükler gri bir çölde sıska bir siluet gibi sürüklediler ömrümü
ve tenim suskun bir sevda kentidir mektupların “görülmüştür” ülkesinde
kaç özlem yılı bu gövdemi parmaklıkların paslı cenderesinde unuttum
ateş yansıları kondurmak için gecenin kıyısına
kaç yıldır
özlem ülkesini düş yaylımına tuttum
kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu kalbimi kurşuna dizdim
parlak kan kristallerinden özlem resimleri çizdim kağıtların çıplak tuvaline
ince işlemeli sözler yazdım…
ince işlemeli sözler yazdım
ve mektupların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler öznelerini…
kaç yıldır unuttum
üçüncü boyutum yitik bir çizgidir mektupların beyaz ülkesinde
Kayıt Tarihi : 21.5.2013 17:32:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ersin Ergün](https://www.antoloji.com/i/siir/2013/05/21/sozcukler-25.jpg)
pazarci tezgahlarindan.. ve apartman onleri.. gecekondu mahallelerinde.. anadol kamyonetine yukledigi.. zerzevatinin.. satilmasi gayesi.. hoparlorunun.. cizirt pizirtina karismis.. sebze isimlerinin reklam nidalari..
baris manco gibi usta yorumuyla.. bestesi ile..
domaaates biiiber padlicaaan.. diye.. muzige donunce..
guftesi icre sozcuklerin.. siir oldugu yanilgisina paraleldi..
iki kici kirik sarki cigiricinin.. iki saatlik filimin.. basindan sonuna dek..
sarki soyliyerek bitirdikleri.. kameraya alinmis.. sarki soyleme goruntusunu.. dahi film sandi insanimiz..
bu filim adi verilen serit icerisine.. kaldi ki.. kel aynak kusu goruntusu koy.. necefli masrapa sabit durmadikca..
haber reklam sipor belgesel dizi olmadikca..
her oynayan goruntuye filim adi verildi..
halk iyi filim kotu filim diye ayirirken.. bugunku anlam da.. sanatsal yonu olana degil..
bu bi kalite filimlere.. muzikli cekimlere meyli..
yine bazi kapital sahipleri dikkatini cekip..
karnina bastirinca sarki soyleyen barbi sindi bebek..
telefon yok o vakit.. iki yaprakli kartpostali acinca muzik sesi..
on kurusluk kartpostali ikiyuzelli kurus..
yuz kurusluk plastik bebegi.. yirmi lira yapinca..
sinemalarda bir bir kapandi.. dugun salonuna.. cistak cistak muzikli yerlere dondu..
son destan saticilari..
yirmibes kurusa sattiklari destanlarini..
alamanyadan gelme teyiplerinin kayit dugmesine basip.. muzikli sesleri ile.. dimbir dimbir saz esligi..
babasini kesen ogul destani..
hain evlat nasil kiydin anana destanini..
muziksever topluma.. bir sure daha.. pazarladilar..
efendim.. midak sokagini okuyanlar iyi bilir..
sankerden.. bir fincan kahve istiyen dengbej.. yorgun sesi ile.. sazini calip.. bir kac naat okuma yolu bulma isterken..
kahveci.. kizginlik ile.. radyo sesini yukseltip.. artik kimse bunlari dinlemek istemiyor der..
efendim daha once soyledim.. tekrar soyliyeyim..
bilezik ile yuzuk.. ayni sey degildir.. canim o da altin.. o da altin.. evet ama.. biri parmak.. biri kola tasarlanmis..
ben size.. dugununuzde.. bilszik takacagim diye soz verdimse..
kalkip yuzuk taksam.. razi olurmusunuz..
efendim.. kanun ile tuzuk ayni sey degil..
tuzukte.. sigara icilmez dendi..
kanunen.. sen hapsi hakettin diyebilirmiyim..
azik yenir kazik cakilir..
ezik ezilmis.. bozuk bozuk olandir..
kimya madde yapisinda.. degisim yapar.. gecici..
fizik.. madde yapisi.. degisim etmez daimi olayi irdeler..
efendim.. siir.. yazili.. gorsel.. sanat dal..
muzik.. kulaga hitap eder.. isitsel eser..
siir yuksek ses terennum edilse.. kendi oz musikisi..
bestelenirse.. yapay.. sunni.. giydirme.. musikisi olur..
olgunlasmamis.. ham cilegi.. sekere banmak..
kelek tabir edilen.. ham kavuna.. pekmez dokerek.. bu is olmaz..
bili bili bom bom bili bili bom bom bili bam bom..
bir siir degil.. alelade sozun bestelenmisi..
la komparsita.. sozu olmadik.. haz ile dinlenir muzik..
kamerun lambada.. hint hint beski avare.. bir sozun dahi anlamasak.. siir olmasa dahi.. ruhu sarar.. ezgi.. muse adi verilir.. dokuz ilham perisinin.. yaydigi..
tesadufe.. dayali.. rastgele.. ihtimal ile.. bir araya.. gelmesi mumkun olmayan..
basta.. tanrisal yeti.. muzik bilgisi.. daha oncekilerin gelisimini izleme.. etkilesim..
o toplum ferdi bireyi olum.. ruhun o yonde doygun olup tasimi..
rastgele.. yerine.. deneme yanilma.. karaduzen.. ortaya agir agir.. esinti adi verdigimiz.. biraz o biraz bu..
siir ise daha baska..
vay efendim.. kiz guzel degil.. olsun yahu.. iki sazci bi davulcu bi dugun.. gibi degil..
siir.. goze.. siir ruha.. siir dimaga.. siir istisnasiz herkese..
bu vesile ile.. olumlu olumsuz.. durust samimi fikri beyan.. aziz necip millete.. saygilar..
Değerli Hüseyin Demircan kardeşime ve Sayın Naime Erlaçin Hanımefendiye katılmamak mümkün değil.
“Şiir mi, şair mi?” diye sorar, her defasında Demircan.
Sonra da kendi sorusuna kendileri cevabını verir. Kimi zaman nükte ile karışık, kimi zaman “nazire” ile döktürerek, kimi zaman da yanlışlarını doğrularını doğrudan yazarak.
Türkiye’de dağa çıkan, adam öldüren, isyan eden, baş kaldıran, hayallerini “Beyaz Ülke” yani “MOSKOVA” olarak gören ve bütün düşüncelerini sadece bı sistem üzere kurgulayan, beden pencerelerini bu ülkeye açan kim olursa olsun, KAHRMAN, CESUR, BABYİĞİT, ÖNDER, LİDER, ŞAHSİYETLİ,; ŞAİR, YAZAR, BÜYÜK ÜSTAD, AYDIN, BİLGE, YARINLARIN KURUCUSU, GELECEĞİ GÖREN… VS. VS. akla daha ne kadar olumlu şey geliyorsa işte bunların hepsi, her türlü meziyet, yetenek, üstün zeka, maharet, ne bileyim, neler varsa işte bu insanlarda var…
Sadece mücadeleci yönlerini takdir ediyorum, bu insanların. Birbirlerini sahiplenişlerini… Ahde vefalarını inkâr etmemek lazım.
Dünkü proleterler ve rejimi değiştirmek için yola çıkıp ölüp, öldürenler, şimdi kahraman. Şimdi rejimi koruyan. Şimdi ulusalcı.
Buna da çok şükür.
En azından ulusalcı, yani milletçi (milliyetçi, kendilerine asla milliyetçi diyemedikleri için, ulusalcılığı yakıştırdılar) oldular. Çok güzel ve gerçekten olumlu bir gelişme. Türk komünistleri yahut diyelim ki, sosyalistleri.
Başımız üzere efendim, her ne kadar aynı kulvarda yürümesek de…
Bir ışık da onlar yakmalılar, gerçekten bu ülkeyi, bu milleti seviyorlarsa. Dünya proletaryasından vazgeçip, millet proletaryasına dönüşebildiyse düşünceleri.
Beyaz Ülkenin beyaz boyalı evlerini içinde nice bahtı karaların, nice çilesi dolmamış çilekeşlerin acılı hayatlar sürdüğünü, beyaz boyalardan çeşitli renklere büründükçe, hayal edilen beyaz ülkenin beyaz insanları dünyaya dağıldıkça gördük ve anladık.
Nice doktorları, hemşireleri, öğretmenleri, mühendisleri yapılamayacak mesleklere(!) yönelerek dünyalık oldular.
Erkekleri de, özellikle bilim adamları bildiklerini ve hatta teknoloji adına, hatta uranyuma varıncaya kadar bilmem kaçıncı ülkelere para karşılığı sattılar, ülkelerinin hem teknolojilerini, hem sırlarını.
Beyaz ülkenin, dondurulmuş renksiz insanları, yeniden renklendikçe gerçekten yaşamanın, dünyanın, hayatın ne olduğunun farkına vardılar.
Şimdi de dünyanın en önde gelen kapitalistlerinden oldular, beyaz ülkenin beyaz adamları…
Öyle ki, satın alınamayacak dünyaca ünlü takımları aldılar, dünyalar kadar paraları saçtılar dünyalara…
Bir taraf kendini, bir taraf paralarını konuşturdu, beyaz ülkenin beyaz hayalli şehrindeki insanları ve diğer şehirlerin kireç yüzlüleri…
*
Yazılan gerçekten şiirse, şiir düzyazı olmalı. Şiir bitirilmemiş cümleler olmalı belki de… Özlü söz, atasözü olmalı.
Leb denmeden leblebiyi hatırlatan kelimler dizisi olmalı…
Şiiri hatırlatan hatta şiir olan dizeler var. Ancak hepsini yan yana koysak güzel bir SECİ’li NESİR olur.
Sanıyorum, serbest şiir yazan arkadaşların çoğu böyle yapıyor. İki, üç cümle yazıp veya bir iki paragraf, bölüp parçalayıp, kesip biçip “şiir” diye sunuyorlar.
Bu da bir şey.
Bir emek.
Bir ifade şekli.
Varsın bunlar da şiirimsi olsun. Nesir – şiir olsun.
İsteyen zevkle okur, isteyen tarafgirle okur, isteyen “beyaz şehrin” hayaline kaptırır kendini, hapishanelerden kurtarıp, kireçli evlerin şehrinde “bir âlem–i hayale dalar” yaşar gider, mutlu, mesut, müreffeh(!)…
Böylece çekilen çileler de unutulur belki…
İyi düşler, düşmeden gideceklere…
Sevgi ve saygı ile…
Hikmet Çiftçi
24 Mayıs 2013
“GERÇEK DOSTLAR BİRLİĞİ”
Daha az sözle anlatmak mümkün müydü? Elbette mümkündür, lâkin acı çok derin ve belki de uzun süren suskunluklardan sonra ancak çok konuşarak teskin oluyor insan…
TÜM YORUMLAR (11)