Söyleyemedikleri tıkanıyordu içine.
Söylemeye korktukları.
O kadar çoktular ki.
Dün bir iken bugün bin oluyordu.
İşyerinde işten atılmaktan korkuyordu, söyleyeceklerinden.
Konuşamıyordu.
Evinde eşini kızdırmaktan.
Okulda öğretmenini.
Arkadaşını yitirmemek için, yalnız kalmamak için arkadaşlarının hatalarına katlanıyordu.
Alışveriş yaptığı marketin, bakkalın, satıcının kendisini kazıklamasına ses çıkartamıyordu.
Her gün, her saniye, her an, zaman diliminin hiçbir noktasını sektirmeden, insanlar insanların ruhuna, vücuduna, cüzdanına aklına düşüncesine duygularına haksızlık ediyor, akıllı geçindiğini varsayıyor, saf, masum doğru insanların tepkisizliği, sessizliği onları daha bir güçlendiriyordu.
Sonra evinde bile bu haksızlıkların dışında kalamayan, sokağa adımını attığında kendisini daha akıllı sanan birileri tarafından hakları gasp edilen insan susuyordu, susuyordu, susturuluyordu.
Konuşamıyordu.
Hangi birine ses çıkartabilirdi ki.
…
Sen patlamaya hazır bir bombasın ey insan.
Sen sokağa düşmüş bir deli.
Sen serseri.
Sen yitirmiş.
Sen konuşamayan.
Anlatamayan.
Susan.
Kabullenmiş görünen.
Bütün söyleyemedikleri içinde biriken, yüreğinde birbirine karışan milyonlarca söz, birbirini sıkıştıran ciğerlerindeki diyaloglar.
Bütün delilikler konuşamamaktan, karşındaki, olaylar hakkında gerçeği anlatamamaktan ileri geliyordu.
Söylenebilseydi delilikler olmayacaktı.
Sonra bu konuşamayan insanlar içine konuşuyor otistik, şizoid, paranoyak, obsesif oluyordu.
…
Ki insan kaybedeceği bir şey varsa yaşama ait konuşamıyordu.
Konuşamıyordu, konuşsa da hakikati değil istenileni konuşmak zorunda bırakılıyordu.
Konuşulanlar hakikat değildi.
Hakikat olmayınca konuşmalar boyanıyor, süsleniyor, yalana dolana boyanıyordu.
Sonra insan yalan konuşmaları hazırlamak için beynini yalana kilitliyor yalancı kişilikler oluşuyordu.
Beyin yalana dolanınca, beyin yürek ikilisi ortak yaşamak zorunda olduğu için yürek beynin komutasına giriyor, oda yalana sarılıyordu.
Yürek yalan pompalayınca vücutta eller yalan, kollar yalan yürüyüş yalandı.
Hele gözler, hele gözler onlarda yalan kanla beslendiği içindi yalan yanlış bakmalar, yalan görmeler.
Yalan yanlış göz, yaşamı yalan yanlış değerlendiriyor yaşam yalan, insanlar yalana dönüşüyordu.
…
Deliliklerin başlangıç noktası kendini anlatamamaktı.
Keskin bir cisim deriye değdiğinde can yanıyor, refleks olarak uzuv can yakandan kaçıyor, göz acılarını döküyor, can çok yanmışsa bağırıyor haykırıyordu.
Haksızlığa uğrayan insan, aynen canı yanan insan gibi ruhu içine kanıyor du.
Dışarıya belli etse, isyankâr olacak, bütün yalan gözler tarafından fişlenecekti.
Ya bu dünyanın yalan adamı olacaksın.
Ya da yalana inanmayan delisi olacaksın.
…
Ölümü, ihaneti, yalanı, satılmışlığı, yoksulluğu, yolsuzluğu, sömürüyü, gücü gördükçe söyleyemeyen insan, beklenenleri söylüyor, gittikçe kendinden uzaklaşıyor, istenilen varlık haline geliyordu.
Kendi gibi olamayan, başkalarının maskarası haline gelen insan zamanın, mekânın biçimlenmesinde kapıp koyuveriyor, herkes böyle ise ben de öyleyim deyip inkâra başvuruyordu.
İnkâr, söylenemeyeler psikozu daha da derinleştiriyor du.
Zamanın şahitliğinde insan melekten şeytana türlü varlıklar halinde kendini gösteriyordu.
Tarih bunun örneklerini bir bir sıralıyordu önümüze.
…
İlk söyleyemediğinde izin verilseydi.
İlk.
Sokağa bırakılmadığında örneğin.
Neden sokak tehlikelidir sorusunun yanıtı yalandan verilmesiydi.
Nedenlerine gerekçeler uydurulmadan verilseydi.
Yaş devrildikçe, insanda yalanlarının altında devriliyordu.
…
İlk aslında seni sevmiyorum diyenin, seni seviyorum yalanında, sevgiyi yalanla örten seslenişlerinde biliyordu ki ne yüreği ne kılı kıpırdamamıştı.
Sevgilerinde yalanla örülebileceğini gördükçe gerçek sevgiden uzaklaşacak, ne sevgiyi tadabilecek, nede kendi sunabilecekti.
Yaşamlar ölümle sonlandığında gerçek sevgiyi bir kez bile olsun tadamadan insan elveda diyecekti.
Bu ne acı bir gerçekti.
Ah yalan, ah, söylenenlerin yaşamı çoğunlukla kirlettiği yaşamda, sevgi nasıl bundan etkilenmezdi ki.
…
Söylenemeyenlerin olduğu atmosferde güvende yitiyor, güvenin karanlıklara yittiği sosyal yaşamda bu kez paranoyalar başlıyordu.
Ah bir söylenebilseydi gerçekler, korkmadan, başını öne eğmeden.
Utanmadan, sıkılmadan.
Ah bir kez söylenebilseydi.
Deliler akıllı olacak, maskeler düşecek, yaşam sadece ilkbahar olacaktı.
…
Senin paranı seviyorum, senin bana sunduklarını seviyorum, senin bu haksız sistemleri sürdürmek için kurguladığın yalanları seviyorum, sömürünü seviyorum diyor du aslında.
Kayıt Tarihi : 27.3.2010 13:30:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İlhami Şenol](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/03/27/soylenemeyenler-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!