Ve bu bir kişinin vergisinden, 120 kişilik yatırım umarlar. Hâlbuki böyle bir yatırım çıkmayacaktır. Toplumun diğer yatırımlarından kısılarak çıkarılsa bile geniş yığınların sosyal devlet ilkelerine harcanacak paylar böylece falanca etnik anlayışın kısır verimsiz çoğalmasının istihdam ve diğer donanımına harcanacaktır. Bu bir insana yatırım olmayıp plansızlığa, geleceği planlayamamaya yatırımdır.
Yani kısır döngüdür. Toplumlar açısından bir kısır döngüdür. Dünya yurttaşlığı ve dünyanın yaşanabilirlik geleceği bağlamında kaynak israfı açısından da bir sorunsaldır. Bu bir toplumsal öğrenme ve toplumsal kültürdür.
Ne kadar haklı olsak da karşı olmakta bu mantalite yüzünden genetiği değişmiş üretimler, hormonlu gıdalar kaçınılmazdır. Sınırsız bir oluşum ve anlayış ne haktır ne özgürlüktür. Kişi bu tür düşünme sorumluluğu edinmelidir. Etnik anlayışlar bu tür öğrenmenin çok çok uzağındadırlar. Etnik anlayışlı girişme, geleceğin ve toplumun ayak bağıdır.
Şu da unutulmasın, toplum bu bağlamda, başkasının hata ve sorumsuzluklarını çeker. Yine başkasının düşünememe cehaletini çeker. Toplum bunları zorunlu paylaşır ve paylaşan bir yapıdır. Bu paylaşanlık, toplumun zorunlu bir toplumsal denetleme ve düzenlemesi olarak muktedirliğini halkına yansıtma karışmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle feodal etnik arzular toplum denetimi karşısında fren yapmak zorundadır. Etnik anlayışlar feodal anlayışı yaşantılaşma bağlamında çok gereklidir.
Halkın bir arada ve birlikte yaşama bağlaşması ve bir arada yaşar olmanın sorumluluğu göz ardı edilerek, öznel anlayışlar ayyuka çıkarılmaktadır. Bu ayyuk arı edilişler insan hakkı ve özgürlük gibi sürekli konjonktürsel oluşturulan değerlerle soslaşıp kitleler susturulmak istenmektedir. Artık kısmen Allah ile aldatmanın yerini şimdilerde insan hakkı ve insan özgürlüğü gibi muğlâk ifadelerin aldatması almaktadır. Bu da kafa karışıklığı olmaktadır. Ve koparılmış ilişkiler toplumsal girişmelere zoraki konu edilmektedir.
Oysa etnik yapının içinde olduğu feodal yapılar, etnik yapıdaki bu üretim tüketim paylaşım gibi sorunsalları paylaşmaz. Üstelik bu perişanlığı Allah'ın bir lütuf’u, bir takdiri olarak görürler. Kişileri sadaka, ianeye ile itaat düzleminde, tetikçi bir kullanım yararcılığı içinde, sefaletlerini kullanırlar.
Hâlbuki etnik yapıların tarihi süreçte, ilk belirdiği aşamadaki yapılanışı, zenginlikleri de ve sefaleti de; ortaklaşa tüketilip, ortaklaşa üretilen, bir karşılanması idi. Şimdiki feodal pozisyonda, etnik yapının bu ortaklaşa varlaşma gerekçesi de ortadan kalkmıştır. Elbet kalkması da gerekirdi, zaten feodalizmde bu gerekçenin uzun evrimi ile doğacaktır. Her doğum; bir ölüm ve eskime iledir. Yanlış olan, yeni doğum üzerinde, eskiyi inançtır, kültürdür, insan hakkıdır, gibi saçma konjonktürsel olmayan ilişkisizliklerle, yaşama ve yaşatma gericilik sosyal tavrıdır. Bu toplumun tavrı olmayıp, toplum dışı tüketimli ve öznellikli, halksal bakışın tavrıdır. Halkın böyle bir hakkı ile birlikte bir sorumluluğu da vardır. Sorumluluğu üslenilemeyen kullanım, hak değildir.
Toplumsal aidiyet, sosyal aidiyetin yerini alır mı? Buna kısa yoldan alır ya da almaz demek aceleciliktir. Ancak şunu güvenle söyleyebiliriz ki sosyal aidiyetin kimi unsurları geriletilebilir. Değişme dönüşme ve kullanım yararına dönüştürülebilir.
Elimizdeki nesnel verilerle de sorunun cevabına bakabiliriz. Halk yaşamı bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Halk yaşamı olduğu sürece sosyolojik yaşantılaşma kaçınılmazdır. Daha doğrusu insanı olan eylem alanları, insanın toplumsal eylem dışı zamanlarını sosyalleştirmek zorundadır.
Her gelişen yapı, geçmişin basamak düzlemlerini, en öz biçimde ve kuant sal bir geri düzlemle ve ilişkini olarak taşımak zorundadır. Yani şimdimiz geçmişimizin çekirdek genetik yanlarını içerir. İnsan birey olarak nasıl tek hücrelilik ve çok hücrelilik düzey ilişkilenmesini temel olarak, en küçük değerde taşıyorsa, yine filo genetik daldan ayrılış öncesi benzerlikleri de zorunlu olarak taşırız.
Bu nedenle toplumsal yapının insan davranımlı da olabilen sosyal yanımız, eski çağların ilk yapılanışı olan, sosyal birlik düzey ilişkilerini, günümüz sosyal oluşlarında da taşımaktadır. Ve eski üzerine yeniyi inşa etmektedir. Bu yüzden toplumsal vatandaşlık, sosyal aitlik yaşamımızın yerine geçemez. Toplumsal vatandaşlığımız olmadan da bu günkü sosyal yaşam düzeyimizi asla sağlayamayız.
Sosyal ve toplumsal olan girişmelerini bu iki alan üzerinde girişecek ya da girişemeyecektir. Bu iki alnın kesişmesi olan kamu hizmeti ve vatandaşlık yükümünün giriştiği alanlar toplumun düzenleme zorunluluklarına göre girişip, girdileştirilir.
Sosyal alan siyaseten ve yönetimsel olarak toplumsal otoritenin meşrulaştırması içinde olmak zorundadır. Toplumun meşrulaşma yansıması yine toplumsaldır. Toplumsal özgürleşme bizim sosyal özgürleşmemizi, siyasal özgürleşmelerimizi, kişisel özgürleşmelerimizi sağlayacaktır. Toplumsal özgürlüğü elinde tutamayan sosyal yapılar, gericileşip sefalete ve güdümlü olmaya mahkûmdur.
Bir toplumsal yapı, sosyolojik parçalarla siyasallaşabilir. Bu hal, aklın sarhoşluğu ile siyasi özgürlük gibi algılanabilir. Ancak toplumsal özgürleşmeyi sağlayamayacağından her alanda sömürülme olacaktır. Güncel toplumlar, tarihi süreçle, sosyal ve toplumsal katmanlarını, kurum ve kurallaşmalarını içinde ilişkileyebilen, bu becerileri birlikte ortaya koyan yapılardır. Yeni yapılar zorunlu olarak bu yapılarla devinip değişip dönüşecektir. Bu geçmişten devir alınan, aidiyetin, geleceğe de temel oluşudur.
31.08.2009
Bayram KayaKayıt Tarihi : 6.12.2009 21:57:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bayram Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/12/06/sosyal-ve-toplumsal-girisme-16.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!