Soruları Ağırlamak Şiiri - Halil Işık

Halil Işık
52

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Soruları Ağırlamak

I

sıkıldım, yüzümden yakındım

gökyüzünün bakışından irkilip, suya davrandım

yıkadım yüzümü, yüzüme yeni bir ad taktım

kuyruğu yanmış bir kedi gibi geçen, baharı uğurladım

bir türküyü taradım, sesimin en ince yeriyle

sesime, yeni bir boylam aradım, bulamadım

kırmızıya dönerdi, bir yerinde, her şeyin sesi

yangın filizleri gibi, kurumuş toprağın üstünde tüterdi

(- bırakın beni toprağa usulca, başımı çarpmadan kayaya…)

sivri bir kayayı yontarcasına yaşadım ben,

yaşadım da, ne buldum yaşamakta?

hasta bıçak, kıvranır durur, ölümcül yarada

II

insanlar, birbirine nasıl benzeyen insanlar,

birbirlerine benzeyen umutlarını diri tuttukça

hep, bir fırtınadan önce ekilmiş güller,

toprağına ısınıp, yapıştıkça,

en büyük derdimiz; çocukların, vara-yoğa ağlaması olursa,

sana, yetinmenin kaç türlüsünü va’dettiğimi hatırla…

hatırlasan da, hatırlamasan da,

bir yerlere yağmur yağıyordur şimdi, mutlaka

insan, böyle güneşli havalarda,

özenirse, o uzaktaki yağmurlara,

sevdiğini bırakmış gibi olur, bir yangının ortasında

karanfiller, kırmızı kınından çekilmiş gibi olur, sonra

bir şeyler kalır yine de; kadınlardan

yalnızca, sesleri olan şurada,

yalnızca, sesleri kalacak olan…

benden şikâyet eder dururlar

alçalan bulutların gürültüsüyle konuşurlar:

- hangimiz yetişebildik, kendi sarışınlığımıza?

- hangimiz, o yakılmış otların türküsünü dinledik, sonra?

neymiş, o sonra? ..

olsa olsa, örselenmiş bir dağ bulursun, orada

biraz da kibrit çöpü; yakılmış, ama yakmamış…

bir de yaz akşamlarında, kuru otların arasında,

kelebekleri kaçıran bir çarpışma…

sâhi, ne bulduk ki, o sonralarda?

III

bu sonralar; hep, son mu, bazen de başlangıç mıdır, yoksa?

meselâ ben, bir şiire başlarken buldum, kendimi, o sonraların birinde

hiç ummadığınız biri, nasıl bulursa ilk seferde, yüreğinizin yerini,

öyle buldum…

bir kare bulmacanın, hep eksik kalan kutularını sorar gibi…

ilk sorumuz belli mi?

- söyle, nedir şu zamanın âdeti?

a) çocukluğumuzun, hızlı geçmesi mi?

b) kanser ağrılı bir ölümün, iyice gecikmesi mi?

c) vazgeçmenin, bırakıp gitmenin; o gururlu zarâfeti mi?

belli oldu mu, avuç içlerimizin, neden terlediği?

- ellerinizin boşluğuna, yine kadınlar mı yetişti?

kaç dudakta, kırmızının kaç çeşidi?

- kim öper, çocukları, anneler gibi?

(nasıl bir câzibe var, şu sorularda?)

soru sormanın kaç çeşidi…

IV

saçlarımda uzayan, baş ağrısı;

kırkılmamış koyunlar gibi,

bir yanılgıyı, besleyip, büyüten sorular,

keyfimi kaçıran bir yanılgıyı…

sorular; aklımın, günlere bölüştürdüğü

hastanedeki bir bayram günü kadar, uzayan sorular

aklımızı, örümcek ağı gibi saran…

hüzünlerin bıraktığı, o, kaynayıp duran boşlukta biriken sorular…

sormakla bulunamayan, her geçenin bilmediği sokaklar

o sokaklarda, her gecenin dinlediği,

peşini bırakıp gittiği sabahlar;

yeni açılmış, helva kutuları gibi kokarlar…

o sokaklarda dolaşmış çocuklar,

yeri değiştirilmiş bir mezar yeri gibi, aramışlar aşkı, yıllarca

gözleri, yaşına denk bir çocukluk bulacak gibi, orada

ya bir sıkılganlık bulmuşlar orada,

ya da en iyi ihtimâlle; yalnızlık…

bir sıkılganlık; bütünlenebilir ancak, başka bir sıkılganlıkla

yalnızlık dediğinse; yataklara sığmayan bir dağınıklık,

ovuldukça kararan mermer,

odalara fazla gelen aydınlık…

bâzen, çekip o aydınlığa perdeleri,

(o perdeler ki; her yanı güneş kesikleri)

çok büyük uykular uyudum, sonra

öyle uyudum ki, bir ara;

bir taş duvar ustasıydım; Pompei’de

karınca yuvalarını seyrederken,

göçebe bir kavim buldum, Orta Asya’da…

hangi düş kırılır, kendi aynasında?

V

kayboldum her seferinde; kendimi, bir şiirde buldum

sonra, hep dönüp, her geçenin bilmediği o sokaklardan,

kırık testiler gibi topladım, hüzünleri

memeden yeni ayrılmış çocuk gözleri gibi,

ay doğardı erkenden;

umudun emzirdiği, öksüz çocuklar gibi; dipdiri…

(diri tutan nedir insanı, çocuklukta?)

umut mu daha diri, ayrılık mı yoksa?

hava kararınca, çekip kapıyı,

oturup, evlere yerleşen özlem mi?

sarılıktan korkan adamların, gözleri kadar belirgin,

insan sesinin, konuştukça incelen lâcivertliği mi?

yoksa, bu yaz günü,

insanın, kendi kalbini bulup, ölmesi mi?

16 Hazîran 2016 Perşembe / İstanbul

Halil Işık
Kayıt Tarihi : 5.7.2016 00:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Halil Işık