I
sıkıldım, yüzümden yakındım
gökyüzünün bakışından irkilip, suya davrandım
yıkadım yüzümü, yüzüme yeni bir ad taktım
kuyruğu yanmış bir kedi gibi geçen, baharı uğurladım
bir türküyü taradım, sesimin en ince yeriyle
sesime, yeni bir boylam aradım, bulamadım
kırmızıya dönerdi, bir yerinde, her şeyin sesi
yangın filizleri gibi, kurumuş toprağın üstünde tüterdi
(- bırakın beni toprağa usulca, başımı çarpmadan kayaya…)
sivri bir kayayı yontarcasına yaşadım ben,
yaşadım da, ne buldum yaşamakta?
hasta bıçak, kıvranır durur, ölümcül yarada
II
insanlar, birbirine nasıl benzeyen insanlar,
birbirlerine benzeyen umutlarını diri tuttukça
hep, bir fırtınadan önce ekilmiş güller,
toprağına ısınıp, yapıştıkça,
en büyük derdimiz; çocukların, vara-yoğa ağlaması olursa,
sana, yetinmenin kaç türlüsünü va’dettiğimi hatırla…
hatırlasan da, hatırlamasan da,
bir yerlere yağmur yağıyordur şimdi, mutlaka
insan, böyle güneşli havalarda,
özenirse, o uzaktaki yağmurlara,
sevdiğini bırakmış gibi olur, bir yangının ortasında
karanfiller, kırmızı kınından çekilmiş gibi olur, sonra
bir şeyler kalır yine de; kadınlardan
yalnızca, sesleri olan şurada,
yalnızca, sesleri kalacak olan…
benden şikâyet eder dururlar
alçalan bulutların gürültüsüyle konuşurlar:
- hangimiz yetişebildik, kendi sarışınlığımıza?
- hangimiz, o yakılmış otların türküsünü dinledik, sonra?
neymiş, o sonra? ..
olsa olsa, örselenmiş bir dağ bulursun, orada
biraz da kibrit çöpü; yakılmış, ama yakmamış…
bir de yaz akşamlarında, kuru otların arasında,
kelebekleri kaçıran bir çarpışma…
sâhi, ne bulduk ki, o sonralarda?
III
bu sonralar; hep, son mu, bazen de başlangıç mıdır, yoksa?
meselâ ben, bir şiire başlarken buldum, kendimi, o sonraların birinde
hiç ummadığınız biri, nasıl bulursa ilk seferde, yüreğinizin yerini,
öyle buldum…
bir kare bulmacanın, hep eksik kalan kutularını sorar gibi…
ilk sorumuz belli mi?
- söyle, nedir şu zamanın âdeti?
a) çocukluğumuzun, hızlı geçmesi mi?
b) kanser ağrılı bir ölümün, iyice gecikmesi mi?
c) vazgeçmenin, bırakıp gitmenin; o gururlu zarâfeti mi?
belli oldu mu, avuç içlerimizin, neden terlediği?
- ellerinizin boşluğuna, yine kadınlar mı yetişti?
kaç dudakta, kırmızının kaç çeşidi?
- kim öper, çocukları, anneler gibi?
(nasıl bir câzibe var, şu sorularda?)
soru sormanın kaç çeşidi…
IV
saçlarımda uzayan, baş ağrısı;
kırkılmamış koyunlar gibi,
bir yanılgıyı, besleyip, büyüten sorular,
keyfimi kaçıran bir yanılgıyı…
sorular; aklımın, günlere bölüştürdüğü
hastanedeki bir bayram günü kadar, uzayan sorular
aklımızı, örümcek ağı gibi saran…
hüzünlerin bıraktığı, o, kaynayıp duran boşlukta biriken sorular…
sormakla bulunamayan, her geçenin bilmediği sokaklar
o sokaklarda, her gecenin dinlediği,
peşini bırakıp gittiği sabahlar;
yeni açılmış, helva kutuları gibi kokarlar…
o sokaklarda dolaşmış çocuklar,
yeri değiştirilmiş bir mezar yeri gibi, aramışlar aşkı, yıllarca
gözleri, yaşına denk bir çocukluk bulacak gibi, orada
ya bir sıkılganlık bulmuşlar orada,
ya da en iyi ihtimâlle; yalnızlık…
bir sıkılganlık; bütünlenebilir ancak, başka bir sıkılganlıkla
yalnızlık dediğinse; yataklara sığmayan bir dağınıklık,
ovuldukça kararan mermer,
odalara fazla gelen aydınlık…
bâzen, çekip o aydınlığa perdeleri,
(o perdeler ki; her yanı güneş kesikleri)
çok büyük uykular uyudum, sonra
öyle uyudum ki, bir ara;
bir taş duvar ustasıydım; Pompei’de
karınca yuvalarını seyrederken,
göçebe bir kavim buldum, Orta Asya’da…
hangi düş kırılır, kendi aynasında?
V
kayboldum her seferinde; kendimi, bir şiirde buldum
sonra, hep dönüp, her geçenin bilmediği o sokaklardan,
kırık testiler gibi topladım, hüzünleri
memeden yeni ayrılmış çocuk gözleri gibi,
ay doğardı erkenden;
umudun emzirdiği, öksüz çocuklar gibi; dipdiri…
(diri tutan nedir insanı, çocuklukta?)
umut mu daha diri, ayrılık mı yoksa?
hava kararınca, çekip kapıyı,
oturup, evlere yerleşen özlem mi?
sarılıktan korkan adamların, gözleri kadar belirgin,
insan sesinin, konuştukça incelen lâcivertliği mi?
yoksa, bu yaz günü,
insanın, kendi kalbini bulup, ölmesi mi?
16 Hazîran 2016 Perşembe / İstanbul
Halil IşıkKayıt Tarihi : 5.7.2016 00:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!