Soru cevap: Truva Şiiri - Akın Akça

Akın Akça
1865

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Soru cevap: Truva

Girişte sorarlar:

- “Kim o? ”

Çıkışta cevaplarlar:

- “Ben ali. Cin ali. Sen kimsin?

Girişte yanıtlasalardı:

- “Bilerek mi sordun? ”

Hiç cevaba gerek kalmadığınca ise:

- “Sen bilinçli sormuştun.”

*
‘Truva’ orda bak! Ona yenildin burda işte!
Halbuki, Yunanlılarsa devasa tahta atı yuvarlayıvermişlerdi içeri …
-Ama iyi gene Troya surları, Apollon’a güvenmişlerdi ya, sessiz tanrıya-
Hile ve hurda kadim mi?
Ama işliyor bak ifade edenin işte kalemi.

Ah Pyotr ah!
İşte faytonunda bayan von Meck;
On bir çocuk annesi ve Nadejda bunlara benzer birkaçının
da büyükannesi
Masum bukalemun …

-

açıklama
vom Meck'e dair:

Tschaikovsky

I.

UMUTSUZ AŞKLARIN ÖLÜMSÜZ YAPTIĞI BESTECİ

ÇAYKOVSKİ (1840 - 1893)

19’uncu yüzyılın en ünlü Rus bestecisi kuşkusuz Çaykovski’dir. Rus Müziğin tarihinde ciddi müzik eğitimi alan ilk besteci olan Çaykovski, duygu dünyasını notalarla anlatmıştır.

Derleyen: Ayhan Erten – Bütün Dünya (2000 Başkent Üniversitesi Kültür Yayını Eylül 2001/ 09

-
Beş yaşında küçük bir çocuktu. Ailesiyle salonda oturmuş Don Juan’u dinliyordu. Brden çevresindeki her şey yok oldu. Adeta transa geçmişti. Müzik onu tümüyle etkisi altına almış, egemenliğini ona kabul ettirmişti. Küçük ruhu müziğin esiriydi sanki…

Ezgiler, kömür tozuyla kirlenmiş, makine gürültüleri ile uğuldayan maden şehri Votkinsk atmosferine uzanıyor; o da, seslerin ardı sıra uçuyor, gökyüzüne yayılıyordu. Birden sarsılarak gözlerini kapadı ve olduğu yere yığıldı.

Yatağına yatırılırken gözyaşlarına boğulmuş, “Korkuyorum… Müzikten korkuyorum” diye inliyordu. 1845 yılının o akşamı, Pyotr İlyiç Çaykovski, ona bir daha rahat yüzü göstermeyecek olan ihtirası keşfetmişti.

Ne türlü mesleki sıkıntılar içinde kıvranan maden mühendisi babası, ne de ev işleriyle yorulan annesi aşılamıştı ona bu sevgiyi. Çaykovski’nin başlıca uğraşısı artık piyanoydu. Kendisine piyano çalmayı öğretmesi için yalvardı annesine. Tuşlarda Don Juan’ın etkisini yakaladığı gün, vücudunu saran heyecan gözyaşlarıyla belli etti kendini.

Pyotr’un sara hastası olduğunu bilen ailesi, onu boş yere piyanodan uzaklaştırmaya çalıştı. Bu hastalığı Nantes Fermanı’nın ilanıyla Fransa’dan kaçan mültecilerin soyundan olan annesinin babası Andre Assier’den almıştı. Ama o, masalar, sandalyeler ve camların üzerinde tempo tutarak müzik yaratmaya devam etti. Birgün bu yüzden kırdığı bir cam elini kesti. Kanayan parmaklarına bakarken yüzünde yine de mutlu bir gülümseyiş vardı.

On yaşına gelince babası, onu St. Petersburg’daki hukuk okuluna yazdırdı. Babasına isyan etmeyi düşünmeyen Pyotr, buradan mezun olduktan sonra, Adalet Bakanlığı’nda memur olarak çalışmaya başladı. Fakat üç yıl sonra istifa ederek Anton Rubinstein tarafından kurulan konservatuara yazıldı. Bu haberi alan ailesi çılgına döndü. Onu daha şimdiden, bir tavan arasında besteciler ve kadınlarla, içki ve sefalet dolu bir yaşam geçirirken düşünüyorlardı. Bunun üzerine Pyotr’a gönderdikleri parayı kıstılar. Bu biçimde müziğe olan aşkından vazgeçirmeyi amaçlıyorlardı. Fakat o, hasta, sinirli ve aç olmasına karşın yılmadı. Yaşamını kazanmak için ders vermeye, kopya işleri kabul etmeye ve sevilen parçalardan potporiler hazırlamaya koyuldu.

İlk besteleri beğenilmemişti. Bununla birlikte St. Petersburg Konservatuarı’nı bitirir bitirmez, Moskova Konservatuarı’na öğretmen olarak atandı. Fakat tutumsuzluğu ve kumarda kaybetmesi yüzünden, sefaletten bir türlü kurtulamıyordu.

Ancak 1868’de, 28 yaşındayken, bir kadına yaklaşabildi. Desiree Artot adlı bu Fransız kadın, Moskova’dan temsiller veren İtalyan operasının Primadonnasıydı. Uzun boylu ve çirkin bir kadın olan Artot, yüzünün kırmızılığını ancak kalın bir pudra tabakasının altında gizliyordu. Fakat zeki, kültürlü ve ablayışlı olduğundan Çaykovski onun yanında, başkalarının yanında yakalayamadığı bir rahatlık duyuyordu. Kendisinden iki yaş büyük olsa da onunla evlenmeye karar verdi. Fransız primadonna, Çaykovski’nin teklifini mutlulukla kabul etti.

Artot, Varşova’da konser vermek zorunda olduğundan, düğünlerini ertelediler. İki nişanlı birbirlerine sonsuz vaatlerde bulunarak ayrıldılar.Ama bu son görüşmeleri olacaktı. Çünkü ayrılık günü, Anton Rubinstein’in kardeşi Nicolas, Desiree’yi ziyaret etmiş ve ona Çaykovski’nin karakterinin kendisini eş olarak mutlu etmesini engelleyeceğini anlatmıştı.

Bir yıl sonra Desiree Artot, Çaykovski’nin kendisi için hazırladığı, “Siyah Domino”yu söylmek için Moskova’daydı. Temsil gecesi Çaykovski, kaybettiği sevgiliden yaşlı gözlerini ayıramadı.

Çaykovski, aşkta olduğu kadar sanatsal hedeflerine ulaşmakta da düşkırıklığına uğruyordu. İlk operaları, “Voyvoda”, “Deniz Kızı”, “Opriçnik” ve “ Demirci Vakula”, müzik çevreleri ve halk tarafından tam bir kayıtsızlıkla karşılandı.

Çaykovski, bir ara evlenerek oyalanmayı düşündü. Eski öğrencisi olan Antonina İvanovna Milyukof’la evlendi; ancak onunla ortak yaşama katlanamayarak eşini terk etti. Yine de yaşamının bu döneminde, arka arkaya “Romeo ve Juliet”, “4’üncü Senfoni”, “Francesca di Rimini”, “Fırtına”, “Eugene Oegin” gibi bestelerini yaptı.

Bu besteler Çaykovski’ye, az çok bir ün sağlamıştı. Bununla birlikte bir süre sonra kendisine güçlü bir manevi teselli buldu: En sadık hayranlarından olan Nadejda Filoretovna von Meck… Birkaç yıldır mektuplaşıyorlardı. Kadına, ölen eşinden büyük bir servet kalmıştı. İyi piyano çalan, müziğe aşık, 45 yaşlarındaki bu kadın, 11 çocuk annesi ve birkaç bebeğinde büyükannesiydi.

Von Meck, besteciye yıllık bir gelir sağlamakta gecikmedi. Çaykovski’nin fotoğraflarıyla çevrili olarak yaşıyor, adeta ona tapıyordu. Yazdığı olağanüstü mektupları, Çaykovski de minnettarlık ve saygı dolu bir dille yanıtlıyordu. Bununla birlikte von Meck, Çaykovski üzerindeki etkisini yitirmek korkusuyla, onunla karşılaşmaya yanaşmıyordu.

Von Meck’in isteğine uyarak, bestecinin ona ait evlerde günlerce kaldığı olurdu. Bir kez sevgilisinin terk ettiği Brailova malikanesinde konuk olmuştu. Şatodaki tüm hizmetkarlar emrindeydi. Öğleden sonlraları bir araba, masasını ve koltuğunu, ormanda bir göl kenarına taşır, Çaykovski de orada kuşların sesini dinleyerek yemek yerdi. Birçok zarif melodisini de burada besteledi.

Bayan von Meck, onun her gereksinimini düşünüyordu. Örneğin, von Meck’in, Moskova’daki evine gittiğinde Çaykovski, en sevdiği sigaraları, uyumadan önce alması gereken ilacı, nota kağıtlarını ve iyice yontulmuş bir kalemi, kendisi için hazırlanan yazı masasının üzerinde bulmuştu. Daha sonra Bayan von Meck’in isteği üzerine, İtalya’da oturduğu sarayın beş yüz metre ilerisindeki bir villaya yerleşti.

Bir yaz sonra Bayan von Meck, Çaykovski’yi tekrar Brailova malikanesine çağırdı. Kendisi ailesiyle büyük evde oturuyor, besteci ise bahçenin bir ucundaki şirin evde kalıyordu. Bayan von Meck birgün ormanda arabayla gezinirken, bir rastlantı eseri oralarda dolaşan Çaykovski ile karşılaştı. Yaşamlarında ilk kez göz göze geldiler. Ne yapacağını şaşıran çaykovski şapkasını çıkardı. Titremeye başlayan kadın, bu selama karşılık bile veremedi.

Çaykovski birkaç gün sonra gizlice büyük eve yaklaştı. Zengin dul o gece muhteşem bir balo düzenlemişti. Çaykovski, göl kenarındaki çalıların arasında olduğu için hiç kimse tarafından görülemeyeceğini sanıyordu. Birden bir gölge kalabalığın arasından sıyrılarak, bestecinin gizlendiği çalının yanından geçti. Bu gölge tabii ki Bayan von Meck’ti. Çaykovski, kadın gözden kayboluncaya dek yerinden kımıldamadı. Sonra öfkeyle göğsünü yumruklamaya başladı. Aşkları sona mı eriyordu? Birbirlerini bu derece yakından gördükten sonra, mektuplaşmaya devam edebilecekler miydi?

Yapıtları gerek Rusya, gerek yabancı ülkelerde çok beğenilmeye ve para getirmeye başlamıştı. “Jean d’arc” operası Moskova’da büyük bir başarı kazandı. Birçok nişanla donatılan ve sosyete klüplerine üye olarak kaydedilen besteci, başının döndüğünü hissetmeye başlamıştı. Oysa o günlere dek tüm yaşamını saklanmak, korkudan titremekle geçirmişti. Şimdi, kendi sergilemek, grandükleri, prensleri, sosyete kadınlarını ziyaret etmek zorundaydı.

Avrupa artık onu bekliyordu. Paris, Berlin, Prag ve leipzig’de her zamankinden de çok alkışlandı. Bayan von meck’e de giderek daha seyrek mektup yazar oldu. 1891 Nisan’ında Amerika’da uzun bir turneye çıktı. New York, Baltimore, Washington ve Philadelphia’da tüm tahminlerin üstünde başarı kazandı. Fakat yine de von Meck’ten uzakta mutlu değildi. Sarhoş olarak geçirdiği bu günlerde “Kral renee’nin Kızı” adlı bir opera ile “Fındıkkıran” balesini besteledi.

Bu besteler kendisini tatmin etmediğinden, ünlü “Senfoni Patetik”ini yarattı. 16 Ekim 1893’te St. Petersburg’dahalka ilk kez dinletilen bu senfoninin fazla alkış toplamaması besteciyi çok da üzmemişti.

20 Ekim 1893’te kardeşiyle bir lokantada yemek yerken, kaynamamış bir bardak su içti. Daha o günün gecesi korkunç karın ağrıları çekmeye başladı. Ellerinde ve ayaklarında mavi lekeler belirdi. Bunları gören Çaykovski, daha doktorun teşhisini dinlemeden, annesi gibi koleraya yakalandığını anladı.

Susuzluktan kıvranırken hep Bayan von meck’i sayıklıyordu. Susuzluğu katlanılmaz bir duruma gelmişti. Dünyanın ve gökyüzünün tüm duyu bile, bağırsaklarını yakan ateşi söndüremezdi. Bir ara gözlerini açtı. Yatağının çevresinde toplananlar arasında onu aradı. Sevgilisi Bayan von meck orada değildi. Son bir gayretle “Nadejda Filoretovna… Unutma” diye sayıkladı. Günün birinde ona kavuşacağını umuyordu. Biliyordu ki, karşılaştıklarında, konuşmaktan ve birbirlerini sevmekten utanç duymayacaklardı.

Hastalığının bulaşıcılığına karşın binlerce insan, tabutunun önünden geçerken, cesedin alnından öpmekten çekinmediler. Korkuları,zayıf yönleri ve hatalarından kurtulan Pyotr, dahi bir müzisyen olduğunu tüm Rusya’ya sonunda kabul ettirmişti.

(dergiden yazıya geçen akın akça)

Akın Akça
Kayıt Tarihi : 26.6.2005 08:00:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Akın Akça