l
sabahında seher yellerinin
uykularımı bölüyor
haramileri eylülün
sessizliğinde karanlıklar denizinin
elimde bir mumla
izbelerde arıyorum da ölümü
severken çocukça bir tutkuyla yaşamı
bir kez görünmüyor
yıllardır dolu dizgin yaşarken
peşimi bırakmayan ölüm
ll
gitme ne olur
senin ufukta her batışında
vurulur üstüme kırk kapı kırk kilit
“çıplak iki bıçak gibi” saplanır gözlerim
dağların ufkun ötesine
gitme ne olur
senin her gidişinle üstüme çullanır
ziyafet çekerler ılık kanımla
yarasaları eylülün
lll
duvarda kuruyor damarlarımdan akan kan
yüreğimde direncin burukluğu
tabanlarımda zonklayan
pıhtılaşmış kapkara bir kan
belleğimde
silmek istemediğim anılardır direncimi zorlayan
-anımsar mısın yüreğimi ısıtan dostum
çocuklar gibi coşkuluyduk
yıldızlı sahil gecelerinde ucuz şarapla-
bu hıçkırıklar da nereden çıktı şimdi
ağlayan annem mi ülkem mi
kaldırın gözlerimdeki bandı
seçemiyorum
lV
birazdan yine gelecekler
kara gecenin kapkara yüzlü efendileri
ağızlarında sokmaya hazır
yılandili dişleriyle sırıtarak
küfürleriyle dokunacaklar ak-pak alnıma
istavroz çıkartırcasına çarmıha gerecekler ateist bedenimi
-madem ki her varlığın vardır bir yaratanı
öyleyse tanrıyı kim yarattı
kaşlarını çatıyor babam
annem benim adıma özür dilemekte tanrıdan
şimdi görse beni
sırtlanlar elindeki
kuzular gibi paramparça
isyan ederdi
bir ömür boyu
saygıda kusur etmediği tanrısına-
V
ah ellerim
ne kadar asiymiş bana bile
reddediyor çarmıh da ki bedenimi taşımayı
nasıl da isyan ediyor
haykırıyor sessiz çığlıklarla
Vl
ellerim yıldızları okşuyor
zifiri karanlık korkulu gecelerimde
hayalimdeki sevgiliyi okşar gibi
aydınlık sıcak yumuşak ellerim
ellerim güneşi kavrıyor
dünyayı ısıtıyor
bir yürek gibi
ana yüreği ellerim
ellerim buz kesiyor
ayazında karanlık eylül gecelerinin
ellerim kelepçe taşıyor
yüz karası
kelepçe yarası ellerim
ellerim umudumun gebe kadını
doğurdu doğuracak
güzel günlerin oğullarını kızlarını
Vll
önce düşlerimi hançerleyip
anılarımın güzel günlerini
darağacına çekmek için
bir bir sorgulayıp yargılamak isteyecekler
-bir mum yakıp
şaşkın bakışları arasında yargıçların
adaleti arıyor masaların altında bir adam
bilen var mı
o günden beri
mahkeme salonlarındaki
masaların altında
bulunabildi mi adalet-
yayla pınarında içtiğim suyun her damlasını
gölgesini ulu çınarların
sonra meyvelerini bütün ağaçların
-annem yine kızıyordur serçelere
yedikleri için çiçeklerini kirazın-
ekmeğini buğdayın
başağını
bu yıl yine ucuza mı kapatacak tüccar
alın terini babamın
yine sövecektir
azlığına pancar parasının
“ekmeyeceğim seneye bu mereti” diyerek
köyleri sorgulayacaklar
çarığını Memed Eminin
genç kızların türkü söylemelerini pınar başlarında
bıyık burmalarını delikanlıların
denizlere uzanacak elleri
balıklara
süngerlere
her deniz gelişinde aklıma
deniz mavisi gözlerini anımsarım
anımsarım da
bir kızıl gonca açar
bir köşesinde yüreğimin
açar da
koklatmama soldurtmam kimselere
dağlara uzanacak dilleri
o güzelim dağlara
eşkıyanın kurdun kuşun
“börtü böceğin” yuvası
yiğidin kalesi dağlara
dağlar dağlar
hey dağlar
“çığ tutar dorukların rüzgarların”
koynunda uyur güzel günlerin şafağı
-“dağlarına bahar gelmiş memleketimin”
“haberin var mı”
çarmıh falaka manyeto
“haberin var mı
hücre kör karanlık duvarda kuruyan kan
Vlll
“haberin var mı”
çarmıh falaka manyeto
“haberin var mı”
hücre kör karanlık duvarda kuruyan kan
bir çift ak güvercin uçurmuştuk
yaşamın sonsuz maviliklerine
barış adına
dostluk adına
yaşam adına
karınca orduları gibi yürürdük
yaşamın güzelliklerine doğru
önümüze çıkan her engelde
ölümüne yaşam köprüleri kurarak
barış adına
dostluk adına
yaşam adına
şimdi güneşten bantlarını alınlarına sarıp
harakiriye soyunuyor
kamikazeleri yüreğimin
barış adına
dostluk adına
yaşam adına
lX
sonra en büyük
en güzel gizime
çocuklara uzanacak elleri
vermem anamın ak sütü için
çocukların gizini
ah çocukluğum ilk gençlik yıllarım
biliyor musun
ben hiç kısa pantolon giymedim
-entari giyer bizim oralarda
okula başlayana kadar erkek çocuklar da-
on dördümde giydim
ilk deri ayakkabılarımı
her adımda paçalarıma sürerdim
parlasın diye kocakarı suratını andıran
çatlak derisi ayakkabılarımın
X
ve gün doğmadan çekip gidecekler
beni anılarımla beni dağlarımla
beni çocuklarımla beni direncimle
zaferimle bırakarak
çekip gidecekler
güneş görünmeden ufukta
beni yaralarım
beni bitkinliğim
beni akan kanımla çarmıhımla
bırakarak baş başa
sahi neden hep gece girmek isterler
anılarına düşlerine güzel günlerin
Xl
her gece martılar geçer düşlerimde
uzak yolculuklarına alaca şafaklarında umudun
gemilerin peşine takılır gözlerim
köpüklü sularında seyrederim yorgunluğunu
her akşam güneş batarken yüzümün
köpüklere karışır göz yaşlarım boğulurum
bu kaçıncı bahar
kaçıncı kuşağının geçişi
gökyüzündeki beyaz martı bulutunun
gözlerim ufukta beklediğim
bütün gemilere biniyorum limandan kalkan
bütün trenlerine terminallerin
otobüslerine otogarların
yine de hep aynı limanda hep aynı terminalde
hep aynı otogarlarda buluyorum kendimi
bir kürt mavzeri çözer mi şimdi bütün sorunları
bir Osmanlı Hançeri açar mı bütün düğümleri
bir mangal köz yeter mi bu acıyı dağlamaya
yoksa kapatıp
bütün sayfalarını defterlerin
o en büyük yargıç
tarihe mi bırakmalı
kırılmasını kalemin
ölüm cezası veren bir yargıç edasıyla
Xll
yine paketler boşaltıyorum
en ucuzundan sigaraların
kendime mi kızmalıyım
yoksa başkalarına mı yüklemeliyim sorumluluğu
mektupları da yırttım
bir adres defterim de yok artık
- ne kadar da saçma geliyor şimdi
bir zamanlar her bir pulunu
özenle biriktirdiğim şu pul koleksiyonu
postacı da çalmıyor artık kapımı
bütün kapıları kilitleyip
denize attım anahtarları
koskocaman
“yasak” yaftası astım
yasaklar ülkesinde
boyunlarına kapıların
duyuyorum anlıyorum
bir şeyler kokuyor
bir şeyler çürüyor bir yerlerde
bu köhnelik
bu çürümüşlük içinde
sorguya çektiler
bodrumlarda çatı katlarında
caddeleri sokakları sokak taşlarını kaldırımları
pörsümüş yaşlı bir sokak yosması gibi
yarı baygın bakan
loş ışıklar altında
sorguya çekiyor şimdi yaşam
biz sabahlarken
kış kıyamet gecelerde
güneşi köşebaşında doğurup
köşebaşında batırırken
alanlarda kanımıza tuz dökülüp ekmek banılırken
perde arkasından bakanları
balkonda çiçek sulayanları
sabah sekiz akşam beşçileri
dokunmayan yılanı bin yıl yaşatanları
çiçek sulamaya zamanı yokmuş artık
kat kat ucuz malzemeli abartılmış makyajıyla
parkta sigara tüttürüp
“yerin yoksa şurada bir otel var. Para peşin” demekten
diğerinin yılan emiyormuş her gün kanını
bir diğeri bir ilmikte son vermiş
sabah sekiz akşam beş sefil yaşamına
Kayıt Tarihi : 2.6.2005 14:02:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hasan Kaplan](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/06/02/sorgulayan-ve-sorgulanan-yasam.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)