Sonsuzluğa Uçmak Şiiri - Haki Buhari

Haki Buhari
17

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Sonsuzluğa Uçmak

Denemeler-Yaşanmış Hikayeler

Sonbahar ağaçların yapraklarını dökmüş, kışın hazırlıkları yapılmış, çarşı camisinin karşısındaki ustadan aldığımız el yapımı talaş sobamızı kurup, iki kovaya basılı talaşımız da hazır, kışa merhaba demeye hazırlandığımız ceyhan’da, annem iyice ağırlaşmış, yapacağı doğum, eli kulağındaydı. Bölgemizde hiç görülmeyen bir fırtına, uğultu şeklinde eserek, ağaçları bir o yana, bir bu yana yerlere secde ederecesine sallıyor, annem tehlikeyi fark etmiş olacak ki, bizi içeriye aldı. Uğultu azalacağı yerde, şiddetini daha da artırarak, evimizin damında garip bir gıcırtı duymaya başladık. Birkaç dakika sonra annemizin kucağına doğru sarıldıkça hamile olan annem hem bizi, hem de yakında gelecek olan misafirimiz, karnında taşıdığı ve hiç diğer kardeşlerimizde olduğu gibi, göstermediği ihtimamı göstererek, korumaya çalışıyordu. Yukarıdan evimizin içerisine yavaş yavaş güneş ışığı doluyor, kırılan kontraplakların arasından toz, toprak evimizin içerisine dolmaya başlamıştı. Zaten babam da yok, Konya akşehir’e, kiraya verdiği tarlamızın parasını almaya gitmişti. Çocuğuz bilmiyoruz ki; çıkan hortum, bizim gibi evlerinin çatısı çinko olan tüm evlere hasar vermiş, çivilerinden fırlayan çinkolar, gökyüzünde uçurtma gibi savrulmuş ve hastanemiz yaralı dolmuştu.
Dayım, postaneden sıraya girmiş ve üç saat sonra gelen sıradan sonra babam’a ulaşarak durumu anlatmış ve bir gün sonra babam gelmiş, bu iş böyle olmaz diyerek, Elazığ harput’tan taşınan bir ustayı getirerek, evin üzerine beton döktürmeye karar vermişti. At arabaları ile çakıl, demir ve çimento taşındı gün boyu evimize. Ablam ve bana da oyun çıkmıştı bu ara. Tahtadan yapılan merdivenle ustalar evin damında kalıp çakıyorlar, bize de birer tane keser verip, daha önce kullandıkları eski çivileri doğrultma görevi vermişlerdi. Kalıpçı ustası kaç keşkere beton karacağını kafadan hesaplıyor, bir yandan da ellerinde kocaman kocaman küreklerle harç yapmaya başlamışlar, yaptıkları harçları tenekelere doldurup, ya Allah diyerek omuzlarına attıkları gibi, tahta merdivenleri birkaç hamlede tırmanarak bir uçtan betonu döküp, aynı hızla tekrarlıyorlardı. Akşama doğru evimizin üzeri kapanmış, ali usta babama yarın damın, betonun çatlamaması için sulanması ve birkaç gün tekrarlanması gerektiğini söyleyerek, helalleşip gittiler. Adamlar gider gitmez ablamla ben meraklı gözlerle ustaların bıraktığı tahta merdivenlerden dama çıkıp, nasıl olduğuna bakalım deyip, babamın eve girmesiye, düşüncemizi gerçekleştiriyoruz. Daha taze beton bastığımız yerlerde ayak izimizin şeklini alıyor ve ablamla birbirimize bakarak zıplamaya başlıyoruz. Dama doğru sarkan dallarında yaprak kalmamış, çalı gibi görünen erik ağacının ucundan kuru bir dal kopararak, yazı yazmaya başlıyoruz taze beton üzerine. Bir müddet sonra abla dedim:
-Ne, diye seslendi!
-Abla annem doğuracak ya! Diyince ablam, eee diye cevap verdi.
-Kız abla kız, çocuk erkek olursa adı Murat olsun mu?
-Hadi kız olursa? Dedi ablam.
-Abla kız olursa da adını sen koyarsın, dedim.
Betonun üzerine üç defa murat, murat, murat diye yazdık ablamla.
Ama babam öyle bir isim koymaz ki; dedi ablam.
Ablacığım bende biliyorum ama, ona diyelim ki, Fatih Sultan Mehmet’in babasının adıymış, dersek belki o da bu isme itiraz etmez, çünkü babam çok dindar, öyle asri isimleri sevmez, fakat Peygamber efendimizin (S.A.V.) ’in İstanbul’un fethi ile söylediği hadisten dolayı murat ismine itiraz etmeyeceğini kendi küçük aklımızla hesap ettik.
Gece yarısına doğru babam gaz lambasını alıp, dışarıya helaya çıkarken, içerisi zifiri karanlığa büründü. Annemin akşamdan başlayan iniltileri bizi de uyutmamış, giderek artan sancıları annemin doğuma hazırlandığının belirtisiydi.
04 Kasım 1973 tarihinde Pazar günü annem, anneannemlerin komşusu ebe Behice Şenöz’ün, uzun uğraşından sonra bir erkek evladı doğuruyordu. Simsiyah uzun saçları, kapkara gözleri ile büyümüşte küçülmüş bir kardeşimiz olmuştu. Komşular, anam bu çocuğa nazarlık takın, maşallah, ne güzel bir çocuk diyorlardı. Anneannem, çantasından bir şeyler çıkararak küçük kapkara tavada gazocağında eritmeye başladı. Eriyen kurşunu, annemin ve kardeşimin üzerine bir tülbent tutarak, içi su dolu kalaylı bir bakır kabın içerisine boşaltmasıyla coss diye bir ses çıkardı. Suda tekrar sertleşen kurşunu eline alıp, şöyle bir baktı ve her tarafında iğne var kızım, diyerek nazar duası okuyup, tasın içine bir ağırlık atın dedi ve kurşunu evimizin cümle kapısına çekiçle bir çivi bulup çaktı, bize de sakın ellemeyin diye sıkı sıkı tembih etti.
Günler sonra babam oğluma isim ezanını okuyacağım deyince rabiye ablam, babama oğlun isim bulmuş baba dedi. Ben korkak gözlerle babama, babam bana baktı. Ne koyalım oğlum kardeşinin ismini deyince, hemen atıldım ve baba murat olsun dedim. Allah’ın işi babam hiç itiraz etmeden kardeşimi kucağına alıp, önce ezanını okudu ve önce sağ kulağına, sonra da sol kulağına üç defa senin adın murat olsun dedi.
Artık tay tay yapmaya bile başlayan kardeşim, evimizin sadık bekçisi vefalı’yla oynuyor, onun uzun tüylerini çektikçe köpeğimiz vefalı, ağzından hırıltı çıkararak kardeşime karşılık veriyor, sırt üstü yatarak zarar vermeyeceğini gösteriyordu. Küçük dayımın kendi evlerinin damından güvercin uçururken düşüp kolunu kırmasıyla, bir dolap dolusu güvercinlerde bizim bahçeye getirilmiş, renk renk müsevvetler, şamiller, sinekliler bu oyuna eşlik eder hale gelmişler, köpeğimizin burnuna gaga atacak kadar birbirimize alışmıştık.
Babamın olmadığı bir gece dışarıda garip sesler ve gürültüden sonra, sabah uyandığımızda çok sevdiğimiz vefalı’yı çingeneler çalmışlardı. Ben ve ablam o günü hep ağlayarak geçirdik, akşam üzerine doğru güvercinlerine bakmaya gelen dayım, ben sana daha güzelini alırım deyince, ben başka köpek istemem, o benim ve ablamın kardeşi gibiydi diye cevap verdiğimi hatırlıyorum.
Dayım yeni getirdiği güvercinlerle, dolaptan iki tane güvercin daha alarak havaya doğru fırlattı. Önce evimizin üzerinde birkaç tur atan güvercinler, gökyüzüne doğru çıkarak gözden kayboldular. Dayıcığım kayboldular, şimdi evi nasıl bulacaklar diye yeniden ağlamaya başlayınca, dolaptan süt beyaz bir güvercini eline alan dayım, kuşun iki ayağını parmaklarıyla sıkıştırıp, uçacak gibi eliyle kanatlarını çırpmasını sağladı ve bana yiğenim havaya bak dedi. Elimi gözlerime siper yaparak yukarıya baktığım anda, sanki gökten aşağıya doğru dört tane taş düşüyor gibi hızla güvercinler aşağıya iniyorlardı. Yere yaklaşan kuşlar aniden bir manevrayla geri yükselecek gibi yaparak dolabın üzerine kondular. Dayım ödül olarak güvercinlere bol miktarda buğday verdi.
Yağan yağmurla birlikte hertaraf göl gibi olmuş, kurbağa vıraklamalarından geceleri uyuyamaz hale gelmiştik. Mahallenin çocukları ile sabah buz tutmuş gölün üzerinde taş kaydırmaca oynuyor, buzun üzerinde yürüyerek, patensiz gösteriler sunarken, kıçımızın üzerine oturduğumuzda çok sık görülen hadiselerdendi. Oyun uzadıkça güneşle birlikte eriyen buz inceliyor ve lastik çizmeleri olan ucuz kurtuluyor, ama kaç kişide çizme olacak ki, tüm çocuklarda lastik sandal olurdu, her tarafı ya yorgan ipliği ile dikilip, yırtılan kısımları birleştirilmiş, ya da ateşte eritilerek birleştirilen tokalı lastik sandallarımız yaz kış ayağımızdan çıkmazdı. Yenisi genellikle bayram öncesi alınır, sabaha kadar petrol kokan ayakkabılara sarılır yatar, bayram namazına giderken ayağımıza giyer, açılışı yapardık.
Kardeşimiz murat artık büyümüş, koca delikanlı hale gelmişti. Mahallenin çocuklarını toplar, onlara vaaz verir, aklısıra hocalığa özenirdi. Nerede bir hocanın yaptığı duayı duysa, akşam bize aynı sesi taklit ederek, sonunda da elfaaaaaaaaaatiha! Diye aynı hocanın uzattığı gibi mimiklerini de kullanarak muziplikler yapar, bir ara ortadan kaybolur, bir de bakarsınız ki evde kızlara ait etek, blüz ne bulursa giyer ve başına da örtü takarak bir odadan çıkarak, elini çolak dilenciler gibi yapıp, Allah rızası için diye hoşça vakit geçirmemizi sağlardı.
Evimizin önüne bir kamyonet yanaşmış, çocuklar başına toplanmışlar, hamallar çuvallarla bir şeyler indirip, evin sofasına üst üste istif ediyorlar. Başında da bizim küçük patron, kamyonet şoförüne para sayarken, hayırdır diye sormadan edemiyorum. Bunlar ne diye sorduğumda, abi konya’dan oralet tozu getirttim diye cevap alıyorum. Lan oğlum bırak kahveciyi, ceyhan’da bu kadar oralet toptancıda olmaz, ne yapacaksın bunu diye kızıyorum. Abi sen bana bir araba ayarla, seninle antep’e gideceğiz diye cevap veriyor. Deli mi ne! Diye düşünürken nolursun abim benim hadi yaa, diyor. Vardır bir hikmeti diye teyze oğlundan, kendi adı gibi Murat 124’le taksiyle, Gaziantep sanayisine gidiyoruz. Gideceği adresi aşağıya inip, birilerine sorduktan sonra, bir fabrikanın önünde duruyoruz. Kapıdaki bekçi bizi içeriye alıyor, patron en büyükleri olduğum için benimle ilgileniyor ama, ne olup bittiğinden haberim yok ki. Murat bey hemen araya girip, ambalaj ve poşetleme makinesı alacağını, verilen adrese göre siz de varmış diye araya giriveriyor. Çocuğun ağzı da sıkı, oralet tozu, poşetleme makinesı, ince galvanizli tel, torbacık el gibi poşetleri alıp, gece eve dönüyoruz.
Sabah kahvaltı yaparken mahallede ne kadar çocuk varsa eve doluşuyorlar, sanki baskın var. Ne oluyor demeye kalmadan, bizim küçük patron, çocukları boş uzun bir odamız var, hepisini oraya alıp, önlerine bolca torbacık poşetlerden ve birer çuval oralet tozu vererek, iki tatlı kaşığı doldurun ve yan yana dizin diye talimat veriyor. Sakın ne eksik, ne fazla diye tembihlemeyi de eksik bırakmıyor. İçi doldurulan poşetleri, evin en küçüğü cüneyt’e prize yakın yere kurduğu makinesının başına geçmiş, üzerine minder yerleştirilmiş iskemlesinin yanına getirme talimatını veriyor. Isınmış rezistansın ilk etapta, pis koku yayarak yapıştırdığı poşetler, büzüşmüş ve kötü görüntü veriyor. Isı ayarını deneme yanılma usulüyle ayarlayan bay patron, tıkır tıkır imalata başlıyor. Her yüz poşeti, tellere dizip, halka haline getirerek, bir kenara koyuyordu. Ben hâlâ bir şey anladıysam arap olim, diye hafızamda bir şeyler canlandırmaya çalışıp, lan sen bacak kadar boyunla ne yapıyorsun, bir de bize hiçbir şey demiyorsun diye kızıyorum. Az kaldı abi anlarsın diye bir de banimla alay ediyor!
O günün imalatını, mahallemizin köşe başı bakkalından aldığı mukavva kutulara doldurarak, bisiklete binip, gözden kayboluyor. Akşam çocukları evlerine gönderirken de yevmiyelerini sektirmiyor ki, yarın yine gelsinler. Her geçen gün çocuk sayısı artıyor, birkaç gün içinde o, bir kamyonet oralet tozu, sırra kadem basıyor. Tüm gıda toptancıları ve köylere servis yapan toptancılara dağıtıp, kazandığı kârı büyütmek için, bir bakıyoruz eve kutular dolusu, ören-bayan yumakları, bir bakıyoruz, kamyonla toz şeker. Evimiz bu gidişle fare yuvası olacak diyor annem.
Bu arada para tatlı gelmiş olacak ki, okulu da bırakmış, ırmağın kenarında Şahin Özbilen garajının içerisindeki berber Sıtkı’nın yanında da çıraklığa başlamış. Tam bir ayaklı fabrika mubarek. Askere gitmeden kendi küçük harçlıklarıyla başladığı işini büyütüp, çarşıda mülk dükkan almalar, kuaför salonu açıp, yüzde elliye kalfalar çalıştırmalar, doğduğu günü ve takılan nazarlıkları, dökülen kurşunları bana bir kez daha hatırlattı.
Askere gitmesi ve askerliği de tam bir vukuat kardeşimin. Terörün en yoğun olduğu yıllarda jandarma er olarak dağıtımı Cizre bölük komutanlığına çıktı. İlk toplanma bölgesi olan Gaziantep’e biz götürüp teslim edelim diye beş kişi yola koyuluyoruz. Gavurdağlarının yaylalığı Bahçe ilçesini çıkarken, hafif hafif çiseleyen yağmur, yolu sabun gibi yapmış, Kömürlerden gelen bir tomruk taşıyan kamyonun kaymasına sebep oluyor, greyder gibi yolda ne var, ne yok altına alan kamyon, yiyecek ekmeğimiz varmış ki, bizi şarampole savuruyor ve dört takla attıktan sonra duruyoruz. Ortalık kan gölü, bağıraşanlar, koşuşanlar, benim başıma çömelen bir amcanın ağzıyla söyleyip, bana da tekrarlamamı istediği, şehadet kelimesinin dışında bir şey hatırlamıyorum, şoka girmişim, Bahçe sağlık ocağında doktorların, ne gözümün içerisinden patlayan cam parçalarını çıkardıklarını, ne de Osmaniye devlet hastanesinde çekilen filmleri, Adana sigorta hastanesinde gece yarısı, güleryüzlü, tatlı mı tatlı bir hemşirenin serumumu değiştirdiğinde bana ne oldu diye soruyorum. Aslında kaza yerinde her tarafım kan revan içerisinde, öldü diye üzerime battaniye atarlarken, torunuyla ayran suyu almaya gelen hasan amcanın, plakayı hurdaya dönen aracımızın plaksaını görüp, ceyhan’lı olduğumuzu anlamasıyla, ambulans beklemeden beni kendi aracıyla önce Bahçe sağlık ocağına, sonra da Osmaniye devlet hastanesine götürdüğü, daha sonra Adana’ya hastaneye ziyaretime geldiğinde kendisinden öğreniyorum. Oğlum, ağzından tek kelime çıkıyordu, seni yol kenarında baygın halde bulduğumda, ayıktıkça “Eşhedüenla İlahe İllallah ve Eşhedüenna İlahe İllallah” deyip, tekrar kendinden geçiyordun dediğinde, kaza anında başımdaki amcanın ikrar ettirdiği son nefeste herkese nasip olması gereken o, tılsımlı sözü Allah bize nasip etmesine rağmen yiyecek rızkımız daha bitmemiş. Üç kuşaklık bir aile yaşlı anne-baba, oğul ve gelin ile kücücük çocukları kazadan kurtulamamış, hakkın rahmetine kavuşmuşlar.
Ben ise omuzumdan aldığım darbe ile aylarca acı çektim, bizim asker birkaç gün sonra ikinci kafile ile birliğine teslim oldu.
Güneydoğu bölgesinde hergün terör, gelen şehitler, cudi ve gabar dağlarında yaşanan sıcak çatışmalar, bir elimiz yüreğimizde hop oturup, hop kalkmamıza sebep oluyordu. Ama önce Allah, sonra da Cizre jandarma bölük komutanı Cemal Temizöz gibi vatansever bir komutanı vardı. Bölgede ilçe belediye başkanı Kamil Atak’la işbirliği içerisinde, teröre ve teröristlere ağır darbeler indiriyor, bölge halkının can ve mal güvenliğine kastedenlerin korkulu rüyası komutanımız abi diyor, akşamları arada bir telefon görüşmesinde. Dün gece gökyüzü elek gibi oldu yine abi, her türlü silahların kullanıldığı, ilçenin kenar mahallelerinden sıkılan kaleşnikof mermileri, karakolun duvarlarına resim çiziyor diyecek kadar da cesaret kazanmıştı.
Askerlik dönüşü işi büyüterek, bir Gsm firmasının Ceyhan’da abone merkezi, ardından da, Çin’den ithal edilen, Asya Motorun bölge bayisi olarak, yakın il ve ilçelere açtığı dükkanlarla, bölgenin en fazla satılan scoterlerini iç pazara sunuyor ve sayılı vergi mükellefleri arasına girerek, Adana Valisinin elinden plaketler almaya hak kazanıyordu.
İlçede yaşayan küçük büyük herkesin sevgi ve sempatisini kazanan, zaman zaman kıskanılan ama, kıskananlarında imrendiği bizim iş adamımız, amiral gemisi diye tabir ettiği ana şubenin teras katını, askerdeki komutanına özenmiş olmalı ki, tam bir Türk otağı gibi dayatıp döşedi, hatırlı misafirlerini arkasında asılı kocaman Osmanlı armalı tablosunun bulunduğu, masasında tarihte kurulan Türk devletlerinin bayrak ve flamalarının olduğu, otantik ve gizemli odasında ağırlamaya başladı, gelen misafirlere önce türk kahvesi, ardında da meyan kökünden yapılan aşlama ikram eder, memleket meseleleri konuşurdu.
Çin’den ithal edip, çıkarılan bir yasayla İstanbul halkalı gümrüğüne kadar gelen iki konteyner malı çekememiş, açtırdığı akreditif hesabından dolayı tüm hesaplarına bloke konulmuş, hızlı büyüyen saltanat, yavaş yavaş erimeye başlamış, ama her zorluğun altından kalkmayı başaracak kararlılığı ile dik durmayı, bir asker gibi onurlu olmayı öğrenmişti.
Bizim kendisini değil de, onun bizi teselli ettiği, farklı yapısı, bu işin de altından, yeniden küllerinden doğarak çıkacağını gösteriyor, yeni ticari hamlelere yelken açmaya hazırlanıyordu. Büyük oğlu Melih’ten sonra bir de ikizleri olmuş, Yunus Emre ve Ertuğrul’un şans getireceğine ve daha da iyi olacağına inanıyordu.
Yeni aldığı evlerine taşınmışlar, daha tam yerleşememiş bir ortamdayken, büyük oğlan Melih, babasına öğretmeninin verdiği bir ders için internetcafe’ye gitmelerini söylemiş, oğlum gecenin bu saatinde pijamalrımı giydim, yarın yapalım demesine rağmen, baba hocam sabah istiyor, yoksa zayıf alırım demesiyle, üzerini değişip, gittikleri internetcafe’de yazıcının toneri bitmiş, çıktı alamadan eve geri dönmüşler, bir müddet sonra çalan telefonla arkadaşı olan internetcafe’nin sahibinin eşi abi, evde yedek toner varmış diyerek, aslında paçayı yırttığı eceline yeniden davet alıyordu. Daha önceki gidiş gelişlerinde gördükleri kafasında bereli bir gencin, yine aynı köşede beklediğini görünce içine bir kurt düşmüş ve Allah’a sığınarak, Ayetel-Kürsiyi okuyup, yanından geçip gitmişler.
Töre cinayetleri, kan davaları bizim ülkemizin kanayan yarası olup, otuz yıllık kan davası güden iki ailenin, birbirlerinden yıllar içerisinde temizleye temizleye bitiremedikleri, son kalıntıları için artık ailenin en küçük bireylerini sahaya sürüp, azmettirenin hele bir de anne olupta, babanın, amcanın kanı yerde kalırsa sana sütüm haram olsun diye yetiştirilen gencecik fidanların yaşadığı bir ülkede olmaktan, utanç mı duymalıyız, yoksa gurur mu duymalıyız?
Kader ağlarını örmüş, gecenin sessiz derinliği birazdan bozulacak, ama vakit ve saat, azraile kolaylık olsun diye aynı anı bekliyor, dersini yapan yeğenim melih, baba tamam eve gidebiliriz deyip, kapıdan dışarıya çıktıkları anda arabasını parkeden adama hızlı adımlarla yaklaşan köşebaşında yanından geçip gittikleri azrail, hasmının üzerine kurşun yağdırmaya başlayınca bir baba şefkati ve refleksi ile dur ne yapıyorsun diye bağırarak, oğlunu korumaya çalışırken, bir kurşunda kendisine sıkılıyor, oğlu melihin gözleri önünde yere yığılan baba, oğlum içeriye kaç, demesine rağmen, çocuk işte babasına sarılıp donakalıyor. Kararan hayatlar, babasız kalan çocuklar, dul kalan eşler, genç yaşta katillikle tanışan insanlar, hayatın kolay olmadığını, yaşamaya çalışanlara, ibretlik mesajlar verdiğini, unutmamak ve unutturmamak dileğiyle vefatının altıncı yılında, gerçek bir öyküyü, içimden bir şeyler söküp alsa da, yazmayı vazife bildim. Bir fırtınalı günde başlayan hayatın, yine fırtınalı bir biçimde sona erdi, anneannemin döktüğü kurşunun, nazarlıkların da bir gün işe yaramayacağı, gerçek dostla vuslat eylemenin, sabırsızlığıyla seni yolcu ettik. Mekanın Cennet, Ruhun Şâd olsun canım kardeşim Murat Buhari derken senin çocukluğunda yaptığın, Tuzlugöl Camii İmamı Abdullah hocamızın o, güzel sözüyle Elfaaaaaaaaatiha diyerek! ! ! Minnetle anıyoruz.
10.01.2014

Haki Buhari
Kayıt Tarihi : 3.2.2014 13:05:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Haki Buhari