Sonrası Kalır Şiiri - Edip Cansever

Edip Cansever
8 Ağustos 1928 - 28 Mayıs 1986
202

ŞİİR


599

TAKİPÇİ

Sonrası Kalır

On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.

Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında
..........
..........

Edip Cansever
Kayıt Tarihi : 13.10.2016 11:41:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara

    Havasına giremedim bir türlü şiirin

    Cevap Yaz
  • Nazır Çiftçi
    Nazır Çiftçi

    Dam dara leylim şiiri.esprileri çok hoştu.beğeni ile okudum. rahmet dilerim. yazarımıza.

    Cevap Yaz
  • Onur Bilge
    Onur Bilge

    Sonrası Kalır

    On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
    Dokuz değil on kalır
    On çiçek, on güneş, on haziran
    On eylül, on haziran
    On adam kalır benden, onu da
    Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
    On adam kalır.

    Ne kalır ne kalır
    Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
    Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
    Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
    On çizik, on çentik, on dudak izi
    Bir çay bardağında on dudak izi
    Aşklardan sevgilerden
    Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
    Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
    Bir de bu kalır.

    Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
    Asıl bu kalır.

    On yerde adam geçse geçmese
    Dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm, anlaşılır.

    Akşam olur bir günden dibe çökerim
    Su içer dibe çökerim
    İyimser bir duvarcıyım her gün bir tuğla düşürürüm elimden
    Bu yüzden gecikirim
    Size bu sıkıntı kalır.

    Ne Kalır

    Kahvelere de kalın kalın kayısı vakti
    Dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
    Dişleri hiç kesmeyenden
    Gün geçer kendi kalır
    Kahvelerde kayısı.

    Gezginim, açık denizlerden yanayım
    Biraz da Akdenizliyim, bu işte böyle kalır
    Akdenizli herkes konuşur duyarlığını
    Başka ne kalır
    Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

    Ben buyum, dersin, arkadaş
    Sevgilim ben buyum
    Yüreğim vurgun, dişlerim altın
    Ceketim sol omuzumda
    Vakit vakit incelen vakit.

    Edip Cansever



    BİLANÇO

    Ne olacak ben öldükten sonra? Sonrasına soğan doğra! Bir muhasebesini yapayım, yaşadığım hayatın.

    Ondan bir çıksa dokuz kalır. İşte ondan ben çıkınca o geri kalır. Onlar geri kalır. Ben giderim, onlar kalır. Ben geri sayıma göre giderim. Arkada on kalır, dokuza geldiğimde. On tane on kalır.

    Bir hesap yapayım. Bir bilânço… Ne gitti ne kaldı? Elde ne var, kalan ne? On çiçek, on güneş, on haziran, on eylül, on adam, on yüz, on şiir, on çentik, on dudak izi ve on yer, toplam on şey eder ki ben ölünce benden geriye bunlar kalır.

    Bal tadında pırıl pırıl on arkadaşım kalır ki bunlar adam gibi adamdır. Kekik gibi bunalırlar, ölüm haberimi alınca.

    Bir düşüneyim bakayım… Ne kalır ne kalır? Belki yirmi kadardık. Dokuzu sıcakta kalan nane gibi eridi, unutuldu gitti zamanla. Geriye on kişi kadar kaldı, beni özleyecek olan. Dokuzu unutulan, topu topu on sima…

    On tane de şiir kalır benden. Onu da unutulmaya mahkûm, zamanla… On çizik atabildiysem, yani on şiir yazabildiysem, on iyi iş yapabildiysem, on kişiye birer bardak çay ikram edebildiysem, hayır hasenat olarak bunlar kalır benden geri. Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.

    Aşklardan sevgilerden çoktan vazgeçmiştim. Onlar ki hevesle kaydığım cazip duygulardı. Heyecanla gittim yanlışa, dönmeyi de bildim. Döndüm yönümü, günahtan Allah’a. İyi amel olarak o kalır bana. Bunlar iyi ameller… Kabre benimle beraber girer.

    Başka ne kalır, ben dünyadan çıkınca? Ne kalacak! İçinde yalnız benim olmadığım bir dünya kalır, ben öldükten sonra.

    Neydim ki zaten yeryüzünde ben? Yeryüzünde ne önemim vardı ki! Say ki on iz bırakmışım. On patika, on düzlük… Onlarda işlek yollar değil. Yani kimin işine yaramışım ki ömrüm boyunca? Dağ yamacı gibi yaşadım işte! Kim çıkar, kim iner, kime fayda eder o düzlük. Düzlük olsa ne olmasa ne! Gidilmedikten gelinmedikten sonra… Ekilmedikten dikilmedikten sonra… Bir dağ yamacı, bir düzlük… Dağcılar bile tercih etmez. Ben kendimi ancak bu kadar anlatabilirim. Benim ne olduğum ancak bu misalle anlaşılır.

    Akşam olunca güneş nasıl dağların arkasına gidiyor, iniyor iniyorsa… Akşamın karanlığı nasıl çöküyorsa… Öyle bir karanlık çöker, yavaş yavaş ve ben, süspansiyondaki ağır madde olarak dibe çökerim. Dibe… Toprağa… Yere…

    Bir gündüz vakti gibi geliyor bana bütün ömrüm. Akşamım olacak benim de herkes gibi ve benim de dünyam kararacak bir gün. Akarsuya düşen, bir süre yüzen sünger gibiyim. Su çeker, bir süre sonra dibe çökerim. Çürümeye mahkûmum. Yok edilmek üzere yaratılmış…

    Bir hesap yapayım. Kâr zarar hesabı… Kim kârlı, kim zararda? En iyimser düşünceyle her gün, hayatımdan düşen bir yapı taşıdır. Yıllarca örülen duvarımdan birer birer düşse tuğlalar, ölümüm gecikir. Birkaç tane düşürsem günde… Bir günüm üç beş gün hükmünde olsaydı daha erken defolup giderdim, sevinirdiniz. Yavaş yavaş gitmekte oluşum sıkıntı verir size. İnsan eti ağırdır. Yatana da zordur, bakana da…

    Düşüneyim bir… Kâr mı ettim şu dünyada, zarar mı? Başka ne kalır ki benden geriye?

    Hani kahvelerin yanına kayısı koyarlar ya… Kalın, sert, lastik gibi kuru kayısılar… Dişi olan yer. Dişi olmayan nasıl yesin onları?

    Kahvehanelere kayısılar getirilir ya kayısı zamanı. Güneş gülü her biri… Dişi olan yiyebilir onları. Dişleri olmayan yiyemez ki! Onlar kalkar gider, kahvehanelerde kayısılar kalır.

    Benim de dişim kesmedi bazı şeyleri, yiyemedim, öylece kaldılar. Ben gidince onlar kalacaklar işte, oldukları gibi geriye. Dünyada, arzu ettiğim fakat nail olamadığım şeyler kalacak. İsteyip de ulaşamadığım, faydalanamadığım… Hayatım şekersiz, tatsız kahve… Dünya sanki kahvehane… Arzular, kurusu ya da yaşı, ballı kayısıların. Ölüm buruk… Ölümün sesi boğuk, yüzü soğuk…

    Gezmeyi, eğlenmeyi severim. Denizi severim. Akdeniz çocuğuyum, bunları herkes bilir. Beni bu özelliklerimle hatırlarlar. Güneyliler duygusaldır, duyarlıdır. Sıcak iklimin sıcakkanlı insanlarıdır. Boğazımızda dokuz düğüm vardır bizim. On şey gelse aklımıza, dokuz kere yutkunur, dokuzunu yutarız. Ancak biri çıkar ağızlarımızdan. Gerisi söylenmeden kalır.

    Ben buyum, böyleyim, arkadaşım! Sevgilim, ben buyum, böyleyim! Yüreğimdeki sevdamla girerim toprağa! Mezara, ağzımdaki kaplama dişlerle gireceğim ya… İşte öyle söküp alamazlar kalbimden aşkımı!

    Hazırım ben gitmeye. Ceketimi attım bile sol omzuma. Kabadayılar gibi giderim! Öylesine çalımla! Efeler gibi hem de…

    Az kaldı vakit. Vakit, eriyen, incelen halat gibi inceldi. Nakış ipliği gibi oldu. Koptu kopacak!

    Koptu kopacak kıyametim!

    Hakkınızı helal edin!

    (Er kişi niyetine!..)

    ***
    Onur BİLGE

    Cevap Yaz
  • Onur Bilge
    Onur Bilge

    Sonrası Kalır

    On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
    Dokuz değil on kalır
    On çiçek, on güneş, on haziran
    On eylül, on haziran
    On adam kalır benden, onu da
    Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
    On adam kalır.

    Ne kalır ne kalır
    Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
    Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
    Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
    On çizik, on çentik, on dudak izi
    Bir çay bardağında on dudak izi
    Aşklardan sevgilerden
    Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
    Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
    Bir de bu kalır.

    Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
    Asıl bu kalır.

    On yerde adam geçse geçmese
    Dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm, anlaşılır.

    Akşam olur bir günden dibe çökerim
    Su içer dibe çökerim
    İyimser bir duvarcıyım her gün bir tuğla düşürürüm elimden
    Bu yüzden gecikirim
    Size bu sıkıntı kalır.

    Ne Kalır

    Kahvelere de kalın kalın kayısı vakti
    Dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
    Dişleri hiç kesmeyenden
    Gün geçer kendi kalır
    Kahvelerde kayısı.

    Gezginim, açık denizlerden yanayım
    Biraz da Akdenizliyim, bu işte böyle kalır
    Akdenizli herkes konuşur duyarlığını
    Başka ne kalır
    Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

    Ben buyum, dersin, arkadaş
    Sevgilim ben buyum
    Yüreğim vurgun, dişlerim altın
    Ceketim sol omuzumda
    Vakit vakit incelen vakit.

    Edip Cansever



    BİLANÇO

    Ne olacak ben öldükten sonra? Sonrasına soğan doğra! Bir muhasebesini yapayım, yaşadığım hayatın.

    Ondan bir çıksa dokuz kalır. İşte ondan ben çıkınca o geri kalır. Onlar geri kalır. Ben giderim, onlar kalır. Ben geri sayıma göre giderim. Arkada on kalır, dokuza geldiğimde. On tane on kalır.

    Bir hesap yapayım. Bir bilânço… Ne gitti ne kaldı? Elde ne var, kalan ne? On çiçek, on güneş, on haziran, on eylül, on adam, on yüz, on şiir, on çentik, on dudak izi ve on yer, toplam on şey eder ki ben ölünce benden geriye bunlar kalır.

    Bal tadında pırıl pırıl on arkadaşım kalır ki bunlar adam gibi adamdır. Kekik gibi bunalırlar, ölüm haberimi alınca.

    Bir düşüneyim bakayım… Ne kalır ne kalır? Belki yirmi kadardık. Dokuzu sıcakta kalan nane gibi eridi, unutuldu gitti zamanla. Geriye on kişi kadar kaldı, beni özleyecek olan. Dokuzu unutulan, topu topu on sima…

    On tane de şiir kalır benden. Onu da unutulmaya mahkûm, zamanla… On çizik atabildiysem, yani on şiir yazabildiysem, on iyi iş yapabildiysem, on kişiye birer bardak çay ikram edebildiysem, hayır hasenat olarak bunlar kalır benden geri. Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.

    Aşklardan sevgilerden çoktan vazgeçmiştim. Onlar ki hevesle kaydığım cazip duygulardı. Heyecanla gittim yanlışa, dönmeyi de bildim. Döndüm yönümü, günahtan Allah’a. İyi amel olarak o kalır bana. Bunlar iyi ameller… Kabre benimle beraber girer.

    Başka ne kalır, ben dünyadan çıkınca? Ne kalacak! İçinde yalnız benim olmadığım bir dünya kalır, ben öldükten sonra.

    Neydim ki zaten yeryüzünde ben? Yeryüzünde ne önemim vardı ki! Say ki on iz bırakmışım. On patika, on düzlük… Onlarda işlek yollar değil. Yani kimin işine yaramışım ki ömrüm boyunca? Dağ yamacı gibi yaşadım işte! Kim çıkar, kim iner, kime fayda eder o düzlük. Düzlük olsa ne olmasa ne! Gidilmedikten gelinmedikten sonra… Ekilmedikten dikilmedikten sonra… Bir dağ yamacı, bir düzlük… Dağcılar bile tercih etmez. Ben kendimi ancak bu kadar anlatabilirim. Benim ne olduğum ancak bu misalle anlaşılır.

    Akşam olunca güneş nasıl dağların arkasına gidiyor, iniyor iniyorsa… Akşamın karanlığı nasıl çöküyorsa… Öyle bir karanlık çöker, yavaş yavaş ve ben, süspansiyondaki ağır madde olarak dibe çökerim. Dibe… Toprağa… Yere…

    Bir gündüz vakti gibi geliyor bana bütün ömrüm. Akşamım olacak benim de herkes gibi ve benim de dünyam kararacak bir gün. Akarsuya düşen, bir süre yüzen sünger gibiyim. Su çeker, bir süre sonra dibe çökerim. Çürümeye mahkûmum. Yok edilmek üzere yaratılmış…

    Bir hesap yapayım. Kâr zarar hesabı… Kim kârlı, kim zararda? En iyimser düşünceyle her gün, hayatımdan düşen bir yapı taşıdır. Yıllarca örülen duvarımdan birer birer düşse tuğlalar, ölümüm gecikir. Birkaç tane düşürsem günde… Bir günüm üç beş gün hükmünde olsaydı daha erken defolup giderdim, sevinirdiniz. Yavaş yavaş gitmekte oluşum sıkıntı verir size. İnsan eti ağırdır. Yatana da zordur, bakana da…

    Düşüneyim bir… Kâr mı ettim şu dünyada, zarar mı? Başka ne kalır ki benden geriye?

    Hani kahvelerin yanına kayısı koyarlar ya… Kalın, sert, lastik gibi kuru kayısılar… Dişi olan yer. Dişi olmayan nasıl yesin onları?

    Kahvehanelere kayısılar getirilir ya kayısı zamanı. Güneş gülü her biri… Dişi olan yiyebilir onları. Dişleri olmayan yiyemez ki! Onlar kalkar gider, kahvehanelerde kayısılar kalır.

    Benim de dişim kesmedi bazı şeyleri, yiyemedim, öylece kaldılar. Ben gidince onlar kalacaklar işte, oldukları gibi geriye. Dünyada, arzu ettiğim fakat nail olamadığım şeyler kalacak. İsteyip de ulaşamadığım, faydalanamadığım… Hayatım şekersiz, tatsız kahve… Dünya sanki kahvehane… Arzular, kurusu ya da yaşı, ballı kayısıların. Ölüm buruk… Ölümün sesi boğuk, yüzü soğuk…

    Gezmeyi, eğlenmeyi severim. Denizi severim. Akdeniz çocuğuyum, bunları herkes bilir. Beni bu özelliklerimle hatırlarlar. Güneyliler duygusaldır, duyarlıdır. Sıcak iklimin sıcakkanlı insanlarıdır. Boğazımızda dokuz düğüm vardır bizim. On şey gelse aklımıza, dokuz kere yutkunur, dokuzunu yutarız. Ancak biri çıkar ağızlarımızdan. Gerisi söylenmeden kalır.

    Ben buyum, böyleyim, arkadaşım! Sevgilim, ben buyum, böyleyim! Yüreğimdeki sevdamla girerim toprağa! Mezara, ağzımdaki kaplama dişlerle gireceğim ya… İşte öyle söküp alamazlar kalbimden aşkımı!

    Hazırım ben gitmeye. Ceketimi attım bile sol omzuma. Kabadayılar gibi giderim! Öylesine çalımla! Efeler gibi hem de…

    Az kaldı vakit. Vakit, eriyen, incelen halat gibi inceldi. Nakış ipliği gibi oldu. Koptu kopacak!

    Koptu kopacak kıyametim!

    Hakkınızı helal edin!

    (Er kişi niyetine!..)

    ***
    Onur BİLGE

    Cevap Yaz
  • Hüseyin Demircan
    Hüseyin Demircan

    valla on kalirsa sukur et.. yuz uzerinden on bile etmez bir yazi
    daha ilk basta bunalti verdi deli sacmasi sozler
    on kalir don kalir on adam on ekim on kasim
    devam edemedim
    okuyamadigim bi seye yorum yapmam etik olmaz
    okuyup
    bi sey anlayan
    yorumlasin
    ne imis bu yazi
    ebegumecimi isirgan otumu saygilar

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (5)

Edip Cansever