Yapayalnızdı gözünü dünyaya açtığında; ne kucağına alan bir annesi ne de gülen gözleriyle uzaktan bakan bir babası vardı.İnsan doğduğuna pişman olabilir miydi hiç? Doğduğu anda olamazdı çünkü zamanla birikirdi pişmanlıklar.Annesiyle babası kaçarak evlendiğinden babasını tek tanıyan vardı o da kendisini doğururken son nefesini vermişti.Böyle başlamıştı hikayesi; insan kalabalığının içinde annesiz,babasız kokusundan tanıyacağı kimsesi olmadan.Hastaneden çıkardıklarında kendisi gibi hayata kayıplarla başlayanların arasına,bir yuvaya teslim edilmişti.Bir bardak su içiren,bir kaşık yemek yediren herkes annesiydi onun için ama baba diyebileceği kimse yoktu etrafında.Adım adım büyürken hikayesi,hikaye okuyacak bir çift dudaktan yoksunluğun acısı vardı küçük kalbinde.Tam altı sene olmuştu; üç katlı bir binaya ve o binanın bahçesine sıkışan koca altı sene.Bir pazar sabahı dirsekleri pencerenin kenarında yumruklaşmış elleri başını destekleyip dışarıyı izlerken tanışmıştı gerçek bir aile kavramıyla.Bir elinden annesi,bir elinden babası tutmuş kendi yaşlarında bir çocuk gülücükler dağıtıp,güvenle yürüyordu yollarda.Her ne kadar yaşayamasa da bunu görmek bile altı sene daha hayal kurmasına yardımcı olabilirdi.İşte o hayalin mutluluğu yansıdı çökmüş yanaklarına.Doğum günleri kayıp,bayramları çocukça yaşayamayan,bir hediye alamamışlık havasını soluyan,on sekizine değdiği anda kırılan kristal vazo gibi her bir parçası farklı köşelere dağılmış evin müdavimlerinin varlıkla yokluk arasındaki savaşıydı bu.On sekiz yıl gecikmiş hayatların panayırlarda yükseğe kurulan bir ipin üzerinde ilk defa yürümesi gibiydi dışarısı...Amaçsız,gayesiz,umudu tanımadan geçirdiği onca yılın ardından o da kendini kapının önünde bulmuştu oysa uzun yolculuğa çıkıldığında bir valiz olurdu insanın elinde,arkasından bir tas su dökeni.Arkasından sallanan ellerin dışında hiçbir şeyi yoktu.Yıllarca hasretle baktığı ''keşke şimdi bende orada olsaydım'' dediği yollar ayaklarının altına serilmişti şimdi.İlk gecesini o yollarda yürüyerek geçirmişti.Emanette olsa özlemişti yastığını,yorganını,tek bildiği güzel dilek olan iyi geceler diyen sesleri ama görmüştü üç katlı binanın kapısından bir kez girilip bir kez çıkıldığını ve çıkanın bir daha geri dönemediğini.Acıkmıştı; cebindeki yıllarca anne dediği insdanların verdiği üç-beş kuruşla kaç gün doyabilirdi? Kendine iş ve yatacak yer bulmalıydı.Köşede gördüğü pastaneye girip iki poğaça istedi yaşlı amcadan.Bu onun en sevdiği şeydi,her ne kadar anne dediği insanların evlerinde yapıp yurtta çocuklara dağıttığı o poğaçaların tadı olmasa da hatıralarını tazelemesi bile yetmişti.Camın kenarındaki masaya oturdu ve çayının yanında poğaçalarını yemeye başladı.Her gün cam kenarından hasretle baktığı dışarıya bakmak içinden gelmiyordu,aslanların ortasında kalmış bir ceylanın ürkekliği vardı gözlerinde.Yere düşüp yönünü şaşırmış bir pusuladan farksızdı.Bu kadar belirsizliğin toplamının hayat kavgasına eşit olduğunu anlıyordu.Yemeğini yemişti ve oturduğu sandalyeden doğrulup ücreti ödemek için yaşlı amcaya doğru ilerledi.Parayı verdi ve tam kapıdan çıkmak üzereyken yaşlı amcaya dönüp bu civarlarda iş bulup bulamayacağı bir yer olup olmadığını sordu.Bu onun tanımadığı bir insanla yaptığı en uzun konuşma,kaybolmuşluğunda verdiği ilk molaydı.Yaşlı amca bu konuda hiçbir bilgisinin olmadığını söylediğinde teşekkür edip dışarı çıkıyordu ki ''evlat'' diyen sesle donup kalmıştı bacakları.Nasıl bir duyguydu bu; yıllarca cam kenarından izlediği,bir babanın çocuğuna seslenirken kullandığı kelime kulaklarına değmeden yüreğine kadar inmişti sanki.Bazen insanın beklemediği anlarda hayat yüzünü gösterirdi bu da öyle anlardan biriydi.Yaşlı amcanın ona kanı ısınmıştı,yüzünde akan,el değmemiş nehirleri farketmiş ve ona pastanesinde çalışabileceğini söylemişti.Tek sorun kalacak bir yerdi onu da pastanenin arka tarafındaki odanın kanepesiyle halletmişlerdi.Artık hem işi hem de yatacak yeri vardı.Verdiği savaşta silahsız sayılmazdı ve gün geçtikçe daha da güçleniyordu bu savaşta.
Bir sabah kapıdan kendi yaşlarında bir kız girdi içeri; iki poğaça bir çay isteyerek orta sıradaki bir masaya oturdu ve her sabah gelmeye başlamıştı artık.Baharın o hafif serin yelinin yüreğinde tomurcuklanmaya yüz tutmuş çiçekleri okşadığını hissetti.Çok garip bir duyguydu bu daha önce bilmediği.Sürekli görmenin verdiği güvenle masasına oturup sohbet etti bir gün.İlerideki binada yeni işe başlamış ve uzaklardan geldiği için mesai başlangıcına kadar hem kahvaltı ediyor hem de zamana geçiriyormuş pastanede.
Bir akşam yaşlı amcadan izin isteyerek çıktı kapıdan.Kafasına koymuştu bu akşam o binanın önünde çıkışını bekleyecek ve göğsünde çarpıntı yapan,adını koyamadığı o duygularını açıklayacaktı.Gitmesine gitmişti ama gittiğine pişman olmuştu çünkü binadan elele çıkan o çifti görür görmez arkasına bakmadan devam etmişti yola.Bu da hayatın,saklayıp en umutlu anlarda gösterdiği gerçek yüzüydü.Dönmüştü pastaneye,o günden sonra isimsiz duygu zehir olup akmaya başlamıştı damarlarından.Unutmak istedi kendi kendini sorguya çekip,her seferinde saklanacak bir kuytu buldu içinde kendine.Yüzünü her sabah gördüğünden kaçabileceği her kuytu köşe teşhis edilmişti ve hiç bir yeri kalmamıştı.Daha fazla dayanamadı ve son kez çıktı o kapıdan.Yine yurttayken özlemle,iç geçirerek baktığı yollardaydı.Dudaklarında bir Lale şarkısıyla kaç gecedir sahilde sabahladığını da bilmiyordu üstelik ceplerinde parası da kalmamıştı.Başını önüne eğdi ve yürümeye başladı.Pastanenin önüne gelmişti.Her dönüşün hazin bir hikayesi vardı,bazen hikaye üstüne hikaye yazılırdı insan hayatında.Günün en kalabalık saatinde kepenkleri kapalıydı pastanenin.Hemen yan taraftaki bakkal dükkanına girdi.Bir kez daha geç kalmıştı zamana; baba özlemini gizli gizli bastırdığı yaşlı amca üç gün önce kalp krizi geçirip son nefesini vermişti dükkanda.Hiç bir şey diyemedi kilitlendi dudakları.Arkasına dönüp gitmeye korkuyordu çünkü her gidişin hazin bir hikayesi vardı yüreğinde.Dünyaya gözünü açtığı andaki gibi yapayalnızdı yine.Daha fazla direnemedi; acının kapağını oluşturduğu kitabın sayfalarında kaybolup gitmişti.Belki bu kitabın bittiği sayfanın en altında ''son'' kelimesi yoktu ama sonla başlayan hiç bir kitabın tek sayfalık bir mektuptan farkı yoktu...
Kayıt Tarihi : 18.5.2008 18:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Kerem Yüce](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/05/18/sonla-baslayan-kitap.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!