Son Söz Şiiri - İsmail Aksoy

İsmail Aksoy
1898

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Son Söz

Son Söz

Aralık. Görevini tamamlamış, arması sökülmüş
bir gemidir İsveç. Alacakaranlığın göğünde durur
direği keskince. Ve alacakaranlık daha uzun sürer
günden – buraya getiren yol taşlıdır:
ancak öğle saatlerinde ulaşır ışık buraya
ve kışın Kolezyum’u kalkar ayağa,
ışıklandırılarak gerçek dışı bulutlarla. O vakit
birdenbire köylerden o beyaz duman yükselir
başı dönerek. Sonsuz yükseklikte durur bulut.
Gökyüzü ağacının köklerinde eşeler deniz,
dalgındır ve sanki bir şeyi dinliyor gibidir.
(Görünmeden dolanır ruhun karanlık,
sırtı dönük yarısında bir kuş, uyandırarak
uyuyanları çığlıklarıyla. Sonra döndürülür
mercekli teleskop, hapseder içine başka bir zamanı,
ve yazdır bu: kükrer dağlar, ışıkla
şişmiştir, ve güneşin ışıltılarını şeffaf bir elde kaldırır
dere… Karanlıkta yerinden fırlayan
bir film şeridi misali bütün sonraki şeyler yitip gitmiştir.)

Şimdi akşam yıldızı cayır cayır yakar bulutu.
Ağaçlar, çitler ve evler büyür, gelişir
karanlığın sessiz düşen çığında.
Ve yıldızın altında çağrılır daha çok
o öbürü, gecenin röntgen levhasında
konturların hayatını yaşayan o saklı manzara.
Evlerin arasında sürükler kızağını bir gölge.
Bekliyor onlar.

Saat on sekizde gelir rüzgâr
ve köy sokaklarında gümbürdeyerek ilerler,
karanlıkta, bir süvari ordusu misali. Nasıl da
çalar o siyah kargaşa ve yitip gider yankısı!
Kımıltısızlığın dansında tutsak durur evler,
düşlerinkine benzeyen bu çağıltıda. Karayel
karayel üstüne seğirtip gider körfez üstünde
kendisini karanlığa fırlatan açık denize doğru.
Boşlukta bayrak çeker yıldızlar umutsuzca.
Uçuşup duran bulutlar yakar ve söndürür yıldızları,
tıpkı sadece kendi varlıklarını ele veren ışıkları
örten bulutlar gibi, eşittir ruhlar etrafında avlanan
geçmişin bulutlarına. O vakit ben geçerken
ahır duvarının yanından, işitilir gürültüler arasında
içerideki hasta atın yere vuruşları.
Ve fırtınada ayrılıştır bu, çarpan ve çarpan
yerinden çıkmış bir eklem, elde salınan
bir fener, ürkmüş bir halde gıdıklayan
bir hayvan dağda. Ağılların çatıları üstünde
şimşek misali gümbürderken ayrılık, uğuldarken
telefon tellerinde, tiz bir ıslık çalarken
gecenin çatısındaki kiremitlerde
ve çaresizce fırlatırken dallarını ağaç.

Gaydalardan bir ses salıverir kendisini!
Gaydalardan bir ses ileri doğru yürüyüşe geçer,
kurtarıcı olarak. Bir yürüyüş alayı. Nümayişteki bir orman!
Çağıldar bodoslaması etrafında ve devinir karanlık,
ve kara ve su hareketlenir. Ve güvertenin altına girmiş
ölüler, onlar bizimle, bizimle birlikte yoldalar:
bir gemi yolculuğu, kovalamaca olmayan
bir gezinti, büsbütün güvenli.

Ve yeniden o daimi çadırını çekiştiriyor
dünya. Bir yaz günü yakalıyor rüzgâr
meşenin teçhizatını ve ileri savuruyor Dünya’yı.
Nilüfer kürek çeker o saklı yüzgeciyle
kaçış içindeki orman gölünün o karanlık kucağında.
Bir kaya parçası yuvarlanıp gider boşluğun salonlarında.
Yazın alacakaranlığında görülür adaların yükseldiği
ufuk dolaylarında. Eski kentler yoldadır, daha bir
sokulurlar ormanlara, saksağanın cıyaklamasını
barındıran mevsimlerin tekerleğinde.
Sene tekmeleyip atarken tozlarını üstünden,
ve daha yükseğe tırmanırken güneş, yapraklanır ağaç
ve dolar taşar rüzgârla ve yelken açar özgürlükte.
Dağın eteğinde durur çam ormanı yangını,
fakat yazın uzun, ılık dalgası gelir,
usulca geçip gider ağaç tepelerinden, dinlenir
bir ân ve batıp gider yeniden –
yapraksız kalmış kıyı kalır geriye. Ve nihayet:
Tanrı’nın ruhu Nil gibidir: değişik çağlardan
metinlerde hesaplanmış bir ahenk içinde
sel altında bırakır ve batırır.
Fakat O değişmez olandır da
ve bu yüzden nadiren gözlenmiştir burada.
Yan taraftan çaprazlar yürüyüş alayının yolunu.

Sis içinden geçen gemi misali,
bir şeyin farkına varmaz sisin kendisi. Sessizlik.
İşarettir fenerlerin zayıf ışık halesi.

[“17 ŞİİR”den, (1954)]

Tomas Tranströmer (1931-2015, İsveç)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

İsmail Aksoy
Kayıt Tarihi : 25.11.2019 00:16:00
Hikayesi:


EPILOG December. Sverige är ett uppdraget, avtacklat skepp. Mot skymningshimlen står dess master kärvt. Och skymning varar längre än dag – den väg som leder hit är stenig: vid middagstiden först når ljuset fram och vinterns Colosseum reser sig, belyst från overkliga moln. Då stiger med ens den vita röken svindlande från byarna. Oändligt högt står molnen. Vid himmelsträdets rötter bökar havet, förstrött och liksom lyssnande till något. (Osynligt färdas över själens mörka, bortvända hälft en fågel, väckande de sovande med sina rop. Så vrids refraktorn, fångar in en annan tid, och det är sommar: bergen råmar, stinna av ljus och bäcken lyfter solens glitter i genomskinlig hand … Allt sedan borta som när en filmremsa går av i mörkret.) Nu genombränner aftonstjärnan molnet. Träd, gärdsgårdar och hus förstoras, växer i mörkrets ljudlöst störtande lavin. Och under stjärnan framkallas alltmer det andra, dolda landskapet som lever konturers liv på nattens röntgenplåt. En skugga drar sin kälke mellan husen. De väntar. Klockan 18 kommer vinden och spränger fram med dån på bygatan, i mörkret, som en ryttarskara. Hur den svarta oron spelar och förklingar! I orörlighetsdans står husen fångna, i detta brus som liknar drömmens. Vindstöt på vindstöt flackar över viken bort mot öppna sjön som kastar si i mörkret. I rymden flaggar stjärnorna förtvivlat. De tänds och släcks av moln som flyger fram, som bara när de skymmer ljusen röjer sin existens, likt det förflutnas moln som jagar kring i själarna. När jag passerar stallväggen hörs genom dånet den sjuka hästens stamp därinifrån. Och det är uppbrottet i stormen, vid en trasig grind som slår och slår, en lykta som slänger från en hand, ett djur som kacklar förskräckt i berget. Uppbrott när det mullrar som åskan över fähustaken, brummar i telefontrådarna, visslar gällt i tegelpannorna på nattens tak och trädet hjälplöst kastar sina grenar. Det lösgör sig en ton av säckpipor! En ton av säckpipor som tågar fram, befriande. En procession. En skog på marsch! Det forsar kring en stäv och mörkret rör sig, och land och vatten färdas. Och de döda, som har gått under däck, de är med oss, med oss på väg: en sjöresa, en vandring som inte är ett jagande men trygghet. Och världen river ständigt upp sitt tält på nytt. En sommardag tar vinden fatt ekens rigg och slungar Jorden framåt. Näckrosen paddlar med sin dolda simfot i tjärnens mörka famn som är på flykt. Ett flyttblock rullar bort i rymdens hallar. I sommarskymningen ses öar lyfta vid horisonten. Gamla byar är på väg, drar in i skogarna alltlängre på årstidernas hjul med skatans gnissling. När året sparkar av sig stövlarna, och solen klänger högre, lövas träden och fylls av vind och seglar fram i frihet. Vid bergets fot står barrskogsbränningen, men sommarns långa, ljumma dyning kommer, drar genom trädens toppar sakta, vilar ett ögonblick och sjunker åter undan – avlövad kust står kvar. Och slutligen: Guds ande är som Nilen: översvämmar och sjunker i en rytm som har beräknats i texterna från skilda tidevarv. Men Han är också oföränderlig och därför sällan observerad här. Han korsar processionens väg från sidan. Som fartyget passerar genom dimman, utan att dimman märker något. Tystnad. Lanternans svaga ljussken är signalen. [ur ”17 dikter”, 1954]

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmail Aksoy