Sevdiğim;
Meleğim, ömrümün sevda çiçeği, iki gözüm, dün Canan hanımla vedalaştığımı duymuşsundur. Dinleyecek birini buldum ya dırdır edip durduğumu, onu ilgilendirmeyen sorunlarımla kafasını meşgul ettiğimi, şişirdiğimi düşündüm. Susmaya karar verdim ve sustum. Bir yere gittiğim yok benim. Bu sevda yüküyle nereye gidebilirim ki. Nerde bende o yürek, aşktan geçecek. Nereye gitsem, seninle altında yaşadığım gökyüzü aynı, aynı güneş, aynı ay ve yıldızlar. Hava aynı, su, ekmek aynı insanlar aynı. Benim için saçlarına dokunabileceğim uzaklık ta yıldızlardaki uzaklık ta aynı. Sen olmadıktan sonra ne fark eder ki… Kendimi gözlerinin ışıyan billur aynasında göremedikten sonra…
Zeytin gözlüm, bir tanem, aşkımızın başladığı ilk günlerdeki günlerimizin hazzını ifade edebilmem mümkün değil. Bakışlarını benden sakındığın küslüğünü göstermeye çalıştığın ilk günleri hatırlıyorum da, hep pencerenin önünde oturur benim geçmemi beklerdin. Ben geçerken perde açıksa hızla çekerdin. Kapalıysa, arkasında oturduğunu göstermek için perdeyi sallardın. Öyle hoşuma giderdi ki bu hareketin, sevgini yüreğimin tümünde sıcacık hissederdim. Yeni yetme çocuklar gibiydik seninle. Hele ben kantinde otururken gelip başını uzatıp kaçman var ya kahkaha atmamak için kendimi zor tutardım. Dedim ya çocuklar gibiydik. Beni kantin de gördüğün gün nasıl ürkmüştün. Dilin tutulmuştu, o ürpermen beni üzmüş ve ilk hatamı yaptırmıştı. “Sahte isimli mektup hatası”. Ama sen de orda hatalıydın. Gidip arkadaşlara söylemen, taciz olarak algılaman gerekmezdi. Beni hep yalancılıkla suçladın ama günahıma girmedin. Çünkü o mektupta bir kez yalan yazmıştım. Seni unutacağım diye. O yalanı da bir daha ürpermemen rahatlaman için yazmıştım. Peki, bir sevgililer günü elimde bir gülle sokağı kaç kez adımladığımı hatırlıyor musun? Her geçişimde perdeyi bir arkadaş açıyor sense sinirli bir şekilde çekiyordun. Sonun da ben pes ettim de gülü duvarın üzerine bırakıp gitmiştim. Perde meselesi için bir şiir yazmıştım. Dikenli tüller. O şiiri dert ortağım meçhul dostum Osman, bir dergiye göndermişti. Ama elime geçmedi. Güneş yüzlüm ya bizim sokaktan geçerken aksilik bu ya, arabanın plakasının düşmesi. Arkamdan tangır tungur sesler duyduğumda bu kimin diye baktım ki seninmiş. Yardım etmem için izin istedim hayır dedin, plakayı çekip kopardın. O dargınlık günlerinin bile hoş bir yanı vardı. Ta o meşum güne kadar. Çocukluğumuzun bittiği güne kadar.
Sevdiğim, küçüğüm benim, senin şair olduğunu en hele hele en güzel şiirlerini aşkımız için yazdığını öğrendiğimde her şey senin için bitmiş ve çok geç kalmıştım. Yaşam mı desem, aptallığım mı desem aşkımızı doya doya yaşamamızı engelledi. Sana layık sevgine layık bir sevgili olamadım. Lütfen beni bağışla. Sana aşkın muhteşemliği yerine acılarını yaşattığım için beni bağışla. Gözlerinde aşkın ışıltısı yerine hüznü oluşturduğum için beni bağışla. Ben saramadım, sana ve aşkına sahip çıkamadım, seni saracak, sahip çıkacak bir sıcaklığı engellediğim için beni bağışla. Yaptığım soysuz devinimleri bağışla.
Bütün bunlar için senden özür diliyorum.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Sevgili arkadaşım
Bu güzel eserinizi
Canı gönülden kutlar
Başarınızın daim olması ve
Daha nice paylaşımlar dileğiyle 10+ saygılarımla
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta